• DOLAR 32.44
  • EURO 34.585
  • ALTIN 2378.563
  • ...
Yine Başörtüsü Meselesi, Yine Başbakan`ın Sözleri…
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Mustafa Başaran / doğruhaber / haber - yorum-analiz
 
Doğruhaber gazetesinin son sayısında başörtüsü sorununu köşesine taşıyan değerli dostum Abdullah Aslan`ın yazısına yapılan bir yorumun son cümlesi şu şekilde bitiyordu: ";…konuyu o kadar sık gündeme getiriyorsunuz ki başörtüsü sorunu çözülürse hangi konuları yazacaksınız merak ediyorum"

Evvela şunu belirtelim. Şayet bu konu hükümetin, hatta bizzat Başbakan`ın gündemini yoğun olarak meşgul etmeye başlamışsa, bilinmelidir ki bunun sırrı sıkça dillendirilip gündeme getirilmesinin bir sonucudur. Bu sorunun vebali büyük ölçüde yasakçı zevatın boynunda olsa da, azımsanmayacak oranda bir vebal payı da, on yıllık iktidar süresine rağmen hala "Ya sabır!” çekilmesi adına tavsiyelerini esirgemeyenlerin ve buna suskun kalanların boynundadır. Hatta daha da ötesini söyleyelim. "Bakalım hükümet neyler; Neylerse güzel eyler” vecizesine keramet bindirenler de yine vebalin ortaklarındandırlar.

Kaldı ki "Tek gündemleri başörtüsü” takıntısına kapılan medyanın bazı kelli fellileri de mesela Hüda-Par`ın elinde sadece bu argümanın olduğunu, adeta alay edercesine, sözü, bununla falan filan partilerle rekabet edeceklerine inanıyorlarsa yanılıyorlar demeye getiriyorlardı.

"Başörtüsünü neden bu denli sıklıkla gündeme getiriyorsunuz?” sorusuna verilecek çokça cevaplar vardır. Ancak Müslüman halkın duygularını oy potansiyeline dönüştürüp liberal politikalara tahvil eden bir siyaset anlayışı için başörtüsü meselesi, artık samimiyetin vazgeçilmez ölçüsü haline gelmiştir.

Bazılarının zannettiği gibi "günümüzü gün edecek” başka konu bulamaz mıyız? Mesela artık "Gavuristan”da dahi Müslümanlar için çok hukuklu sistem uygulanmaya başlanmışsa, bu doğrultuda Şer`i mahkemeler bile uygulamaya sokulmuşsa, laikliğin takdis edildiği bizim gibi Müslüman toplumlarda çok hukuklu bir sistem talebinde bulunmak, tıpkı "Gavuristan”da uygulanmaya başlandığı gibi Şer`i Mahkemelerde ısrar etmek, nasıl bir konu olabilir? Bu durumda başörtüsü gündeminin sıklığını sıkıcı bulanlar nasıl bir tavır takınacak? Ya da mensupları İslam`dan ilham alan bir siyasal iktidar, bu duruma ne der acaba?

****

Yine gelelim başörtüsü meselesine ve Başbakan`ın yeni sözlerine…

Bildiğiniz gibi Başbakan, son olarak "Sabır” tavsiyesinde bulunmuş, Kur`an`ın indiği 23 yıllık tedricilik metodunu hatırlatmış ve 28 Şubat`ın mağdurlarından Merve Kavakçı`yı buna şahit göstermişti.

Bu doğrultudaki sözleri kamuoyunda çokça tartışılırken en ciddi karşılıklardan birisi de yine Merve Kavakçı`dan gelmişti.
Geçen günlerde yine başörtüsü yasağıyla ilgili konuşan Başbakan`ın sözlerine bakılırsa, yapılan tartışma ve eleştiriler etkisini göstermiş olmalı ki bu kez daha farklı ve önceki açıklamasına göre daha iyimser sözler söyledi.

İsterseniz Başbakan`ın son açıklamalarının bazı bölümlerine beraber bakalım:

"10 yıl oldu biz iktidara geleli ve 10 yıl içerisinde 28 Şubat`tan kalma bazı yasaklar kaldırıldı. Bizim iktidarımıza kadar olan bazı mağduriyetler giderildi. Diplomalarını filan aldılar. Ancak iş noktasında sorunlar var. Onlar da yavaş yavaş düzelecek. Özel sektörde vs. çalışmaya başladılar. Anayasal bir değişikliği gerektireceğine inanmıyorum. Oraya gelmeden hallolabilir. Buna mani bir durum yok. Milletvekili adayı olmalarına da mani bir durum yok. Geçmişte spekülatif bazı şeylerden dolayı sıkıntı oldu. Merve Kavakçı`ya yapılan yasal değildi. Yasal olmayan durumdan fiili durum meydana getirdiler. Anayasamızda başörtüsünü yasaklayan bir düzenleme yok. Anayasayla gelmeyen yasak anayasayla korunmaz. Yanılmıyorsam 82`de bir yönetmelik var. O yönetmelikle böyle bir atıfta bulunuyorlar. Mevzuatla ilgili düzenleme yapılabilir, mesele böyle aşılabilir.
Avukatlarla ilgili bir süreç de başladı. Gerekçeli karar açıklansın, o zaman belki o kendilerine engel çıkartılan avukatlar, belki HSYK`ya kendilerine engel çıkartan hakimlerle ilgili şikayet yoluna gidecekler. O gerekçeli karar çıktığı andan itibaren bu yollar açılır. Anayasa Mahkemesi`ne bireysel başvuru haklarını kullanarak da böyle bir süreci başlatabilirler.
Bir defa yasal düzenlemeyi doğru bulmuyorum. İnançlarla, özgürlüklerle ilgili genel düzenleme olabilir; ancak namaz kılmayı, oruç tutmayı, Allah`ın emrettiği ibadetleri kalkıp da kanunla mı teminat altına alacağız? Herkes inancında özgürdür. Her inanç devletin teminat ve güvencesi altındadır. Devletin yaklaşımı budur.”
 
Başbakan`ın genel hatlarıyla açıklamaları böyle. Peki, Başbakan bu sözleriyle haklı mı? derseniz, normal şartlarda haklı. Ancak Türkiye gibi anormalliğin kural haline getirildiği bir ülkede yaşıyorsanız, biraz daha durup düşünmeniz gerekir.
 
Anayasa ve yasalarda açıkça yasaklanmayan durumların bir takım uyduruk yönetmelik veya yüksek yargının zoraki yorumlarıyla yasak kapsamına alındığı bir ülkede, inançla beraber temel hak ve özgürlüklerin yasal güvencelere ihtiyaç duyduğu gerçeği ortadadır.
 
Kaldı ki mesela bugün için yaşanan fiili durum da ortadadır. Bazı kurumlarda başörtüsüne tolerans gösterilirken bazı kurumlarda hala işten atılma nedeni sayılıyorsa, bu durumda kim, hangi yetkiyi nereden alıyor sorusunu gündeme getirmektedir.
 
Öyle anlaşılıyor ki, kurum amirlerinin sahip oldukları zihniyet, hem yasağa hem de serbestliğe giden yolu açabilmektedir.
Serbest bırakanlar, tıpkı Başbakan gibi düşünmektedirler. Yasaklayanlar ise eski dinazorların kafa yapısını kurumlarına hala taşımaya devam etmektedirler. Kısacası kişi ve kurumların zihin dünyası, yasaklarla serbestliklerin sınırlarını tayin edebilmektedir.
 
İşte burada, Başbakan bir takım "idari düzenlemeler yeterli” deyip Anayasal ya da yasal düzenlemeye gerek olmadığını söylediğine göre şimdiye kadar neden idari düzenlemelere gidilmediği sorusu yine karşımıza çıkmaktadır.
 
Peki, "idari düzenleme” ile kastedilen yönetmelik hazretlerini terbiye etme zahmetinde bulunulsa bile bu çile biter mi?
 
İsterseniz burada da yasakçılıktan beslenen dinazor tayfasının yasağa dayalı "Yasal ve Anayasal” gerekçelerine bir göz atalım.
 
Başbakan`ın açıklamalarından iki gün sonra ve büyük ihtimalle bu açıklamalara karşı "İşte 6 maddede türban yasağı” Başlığıyla bir yazı kaleme alan "Yasak sevici"lerden bir isim, yasak gerekçelerinden bazılarını şu şekilde sıralamaktaydı:
 
1) Turgut Özal Hükümeti Danıştay engelini aşamayıp, türban sorununu yasayla çözmeye karar verince 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası`na ek 16. madde konulmuştur. Maddede, yükseköğretim kurumlarında "Dini inanç nedeniyle boyun ve saçların başörtüsü ya da türbanla örtülmesi serbesttir” düzenlemesine yer verilmiştir.

AYM bu kuralı, Anayasa`nın laiklik, demokratiklik, hukuk devleti, ulusal birlik ve eşitlik ilkelerine, yani "Anayasa`ya aykırı bulunarak” 1989 yılında iptal etmiştir. (K.1989/12)
 
2) Bunun üzerine, 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası`na ek 17. madde eklenerek, "Yasalara aykırı olmamak kaydıyla yükseköğretimde kılık kıyafet serbesttir” düzenlemesi yapılmıştır…

Anayasa Mahkemesi… açılan dava üzerine, 1991 yılında;

- "Kanunlara aykırı olmama” koşulundaki "kanunlar” sözcüğünün "Anayasa”yı da kapsadığını,

- Anayasa Mahkemesi`nin 1989 yılında verdiği kararında, yükseköğretimde türbanın Anayasa`ya aykırı olduğunun kabul edildiğini; yani türbanın anayasal kurallar tarafından yasaklandığını,

- Dolayısıyla ek 17. maddedeki "kanunlara aykırı olmamak” koşulunun, bırakın serbest bırakmayı, tam tersine yükseköğretimde türban yasağını sürdürdüğünü, karara bağlamıştır. (K.1991/8)

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu da, bu karardan sonra, 1996 yılında, önüne gelen bir dava nedeniyle hukuksal durumu yorumlamış; Anayasa`nın başlangıcı, 2, 42, 174. maddeleri ve Anayasa Mahkemesi`nin yukarıdaki kararlarına dayanarak, "Anayasa`ya aykırılığı saptanmış olan”, boyun ve saçların başörtüsü ve türbanla kapatılmasının, "kılık kıyafet serbestisi dışında olduğuna” karar vermiştir.
 
3) Bu nedenle "Anayasal yasak" sürmektedir. Esasen yasak sürmese, yükseköğretimde türbanı serbest bırakmak için 2008 yılında Anayasa`nın 10 ve 42. maddeleri değiştirilip, özellikle 42. maddeye "Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğretim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez” kuralı konulmazdı.

Bilindiği gibi bu kural da, AYM`nce aynı yıl içinde, Anayasa`nın değiştirilemez laiklik ilkesini zedeleyici bulunarak iptal edilmiştir. (K.2008/116)
 
4) Öte yandan, AYM, Refah ve Fazilet partilerinin kapatılmasına ilişkin kararlarında, (sırasıyla 1998/1 ve 2001/2 sayılı kararlar)

- Partilerin, yükseköğretim kurumlarında öğrencilerin başörtüsü kullanmalarını destekleyen davranışlarını,

- Siyasal bir simge olan türbanın, eylemli bir durum yaratılarak TBMM`ne taşıma girişimini, laiklik ilkesine aykırı bularak kapatma nedeni saymıştır.
 
5) Yine AYM, kapatma davasında, AKP`nin "laik ve demokratik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerin odağı olduğuna” hükmederken, delil niteliğinde gördüğü türban konusundaki eylemlere yoğun biçimde dayanmıştır.”
 
"Yasak sevici”nin sıraladığı bu yasaklama safhaları, bir faraziye değil, insanları mağdur eden ve Anayasaya dayandırılan gerçeklerdir.
 
Denilebilir ki, o zamanın zihniyeti, zaten her şeyi laiklik ilkesine aykırı bulmaktan hareketle istedikleri gibi keyfi kararlar veriyorlardı…

Doğrudur. Zaten verilen kararlar kefiyet kokmaktaydı.
 
Burada Başbakan`ın "Anayasa ve yasalarda” yasak kapsamına girmeyen meseleleri anayasal korumaya almak gereksizdir, sözleri genel anlamda bir gerçeği ifade etse de, Türkiye`de en temel insan hakkının bile hakim zihniyetin keyfine bırakılabildiği gerçeği, bu meselenin kişilerin keyfine bırakılamayacak kadar önemli olduğunu göstermektedir.
 
Başbakan`ın da Cumhurbaşkanının da hükümet üyelerinin çoğunun da başörtüsü mağduriyetinden pay aldıklarını, bu meseleye karşı inançlarından kaynaklanan bir hassasiyete de sahip olduklarını elbette biliyoruz.
 
Ancak serbestliğin yasal güvenceye alınmasına gerek olmadığı yönündeki açıklamalarına katılmak, geçmişte yaşanan keyfi uygulamalardan ötürü ne yazık ki katılmak mümkün olmamaktadır.
 
Kaldı ki bugün için bazı yerlerde fiili bir serbestlik yaşanıyorsa, bu hükümetin iktidarda kaldığı müddetçe de serbestlik halkasının genişleyebileceğine dair umutlar taşınıyorsa, unutmamak gerekir ki bu fiili durum, iktidardaki kadroların etkisiyle olmaktadır. Şayet gün gelir devran döner de iktidar yine kötü niyetlilerin eline geçerse, o zaman sağlanan serbestliğin devamını sağlayacak bir garanti var mıdır?
 
Hükümet, ömür boyu iktidarda kalacağını garanti edebiliyorsa, bizler de yasal güvenceye gerek olmadığına kanaat getirelim.

Eğer garanti vermiyorsa, geçmişte yapılanların, gelecekte yapılacakların teminatı olmayacağına nasıl inanalım?
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir