• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...
Körfez’deki statükocu eksende çatlak derinleşiyor!
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

İstanbul / AA / Dr. Necmettin Acar / Analiz

Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Yemen’deki askerlerini Temmuz ayı başlarında çekmesi ile başlayan süreç Körfez bölgesinde Arap Baharı sürecinde BAE-Suudi liderliğinde oluşan “Statükocu eksenin” dağıldığı yorumlarına yol açtı.

Son dönemde Ürdün’ün Türkiye-Katar eksenine yaklaşması, Mısır’ın içine sürüklendiği ekonomik krize, Pakistan’ın Keşmir meselesi üzerinden Hindistan’a odaklanması statükocu eksende zaten bir çözülmeye işaret etmekteydi.

Ancak statükocu eksenin çekirdek ülkesi BAE’nin son günlerde bir taraftan, ABD yönetiminin İran’a “maksimum baskı” politikasının aksine, İran ile yakınlaşma siyaseti güderken diğer taraftan Yemen iç savaşında Suudi Arabistan ile ayrı bir politika sergilemesi bu çözülmenin daha görünür olmasına katkı sağladı.

Statükocu eksenin çekirdek ülkesi BAE son günlerde bir taraftan, ABD yönetiminin İran’a “maksimum baskı” politikasının aksine, İran ile yakınlaşma siyaseti güderken diğer taraftan Yemen iç savaşında Suudi Arabistan ile ayrı bir politika sergiliyor.

Statükocu eksen ve oluşumu

Arap Baharı sürecinde Ortadoğu bölgesinde oluşan ve bölgede siyasi dönüşüme karşı koyma amacına matuf olan statükocu eksene BAE ve Suudi Arabistan liderlik etti. Bu süreçte BAE-Suudi ekonomik/diplomatik desteği ile çevre ülkelerden de bu eksene yoğun bir katılım oldu. Bahreyn, Mısır, Pakistan, Ürdün ve Sudan BAE-Suudi ekonomik/diplomatik yardımları karşılığında statükocu eksenin bölgesel politikalarına kısmen destek oldular. BAE ve Suudi Arabistan’ın çekirdeğini oluşturduğu statükocu eksenin temelde üç amacı bulunmaktaydı;

Bu eksenin ilk hedefi bölgede jeopolitik nüfuzunu genişletmekti. ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgali ve 2010 yılında başlayan Arap Baharı sürecinde Irak, Mısır ve Suriye gibi Ortadoğu bölgesinin önemli güçlerinin zayıflaması ile oluşan güç boşluğu BAE-Suudi ekseninin bölgede jeopolitik nüfuzunu genişletmesi için yeni imkanlar doğurdu. Körfez bölgesi, Afrika Boynuzu, Kızıldeniz ve Levant bölgesi bu dönemde BAE-Suudi ekseninin jeopolitik ağırlığını artırmaya çalıştığı alanlar oldu.

BAE-Suudi liderliğindeki statükocu eksenin tüm imkân ve kabiliyetleri doğrudan askeri müdahaleye dayanan iddialı dış politikaları için yeterli gelmedi.

Statükocu eksenin ikinci hedefi İran’ı dengelemekti. 2006 yılındaki İsrail’in Gazze saldırısı, 2008 yılından itibaren İran’ın Afrika Boynuzu ülkeleri ile geliştirdiği askeri işbirliği, 2009 yılındaki İsrail Hizbullah savaşı, ABD’nin 2010 yılından itibaren Irak’tan askerlerini çekmeye başlamasıyla Irak’ın İran nüfuzuna düşmesi, Bahreyn, Yemen ve Suriye’de artan İran nüfuzu İran’ı bölgede savaş ve barış kararlarını etkileyecek bir güce kavuşturdu. Özellikle Arap Baharı sürecinde İran’ın Suriye, Bahreyn ve Yemen’de oluşturduğu, kendisine bağlı milis güçlerini kendi çıkarları için etkili bir biçimde kullanması BAE-Suudi ekseni karşısında İran’ın etkinliğini oldukça artırdı.

Statükocu eksenin üçüncü hedefi Türkiye ve Katar’ın desteklediği demokrasi yanlısı sokak hareketlerinin bölgedeki statükocu rejimler için oluşturduğu tehdidi önlemek oldu. Çünkü Arap Baharı sürecinde Arap halklarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları talepleri ile başlayan sokak hareketleri sonucu Mısır, Yemen ve Libya’da otoriter rejimler devrildi, Suriye Yemen ve Libya iç savaşa sürüklendi, Suudi doğu vilayeti ve Bahreyn’de rejim karşıtı yoğun gösteriler yaşandı. Bu süreçte Türkiye ve Katar bölge halklarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları taleplerini destekleyen bir politika takip etti. Bölgede uzun yıllardır yönetimde olan muhafazakar rejimler açısından yükselen demokrasi taleplerinin karşılanması bu rejimlerin ülkeyi yönetme imtiyazlarının sonu olabilirdi.

Statükocu eksenin iddialı politikasının açmazları

BAE-Suudi liderliğinde oluşan statükocu eksen Arap Baharı sürecinde yukarıda sayılan amaçlarına ulaşabilmek için askeri/endüstriyel kapasitesinin çok üstünde iddialı bir dış politikaya yöneldi. Bu süreçte statükocu eksen kısmi başarılar da elde etti. Örneğin Mart 2011’de Bahreyn’e yönelik askeri müdahale ile Bahreyn’deki Suudi müttefiki el-Halife rejiminin Şii isyancılar tarafından devrilmesi engellendi. 2013 yılında Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarına yönelik gerçekleşen askeri darbe ekonomik/diplomatik imkanlar ile desteklenerek Mısır’da devrimci dalganın önü alındı. Libya’da Kaddafi yönetimine yönelik uluslararası müdahale desteklenerek BAE-Suudi ekseni için önemli bir ideolojik rakip tasfiye edildi. Bu süreçte elde edilen kısmi başarılar BAE-Suudi eksenini Yemen savaşı gibi kazanılması imkansız bir savaşa girmeye cesaretlendirdi.

BAE-Suudi liderliğindeki statükocu eksen doğrudan askeri müdahaleye dayanan bir dış politika takip ederken 2004-2014 yılları arasında çok yüksek seyreden petrol fiyatlarının ortaya çıkardığı devasa ekonomik güce, 2010 sonrası ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerle imzalanan silah anlaşmaları ile genişleyen savunma harcamalarına ve ABD’nin II. Dünya Savaşından beri Körfez ülkeleri için taahhüt ettiği güvenlik garantilerine güvenmekteydi.

Ancak aradan geçen dokuz yıl gösterdi ki BAE-Suudi liderliğindeki statükocu eksenin yukarıda sayılan imkân ve kabiliyetleri doğrudan askeri müdahaleye dayanan iddialı dış politikası için yeterli gelmedi. ABD’nin Körfez güvenliğine dair taahhütlerini azaltma girişimleri, petrol fiyatlarının 2014 sonrası dramatik bir şekilde düşmesinin oluşturduğu ekonomik sıkıtılar, artan savunma harcanmalarının ekonomi üzerinde oluşturduğu baskılar, BAE-Suudi eksenin zayıf askeri kapasitesi ile birleşen uzayan çatışma ve istikrarsızlığın ulusal gücü yıpratması bu dönemde statükocu eksenin en önemli açmazları olmuştur.

Tüm bunlara ilaveten Kaşıkçı cinayeti ve Yemen’den yansıyan insani kriz manzaralarının uluslararası kamuoyunda yarattığı infial statükocu eksenin itibarına da önemli bir darbe vurmuştur. Yemen’de birkaç ayda elde edilmesi beklenen zaferin bir türlü gerçekleşmemesi BAE ve Suudi Arabistan tahtı üzerindeki iddialarını güçlendirmek isteyen Muhammed bin Zayed ile Muhammed bin Selman’ın iç kamuoyundaki itibarını da zedelemiş, yönetime olan güveni sarsmıştır.

Statükocu eksende çözülmeye yol açan bölgesel gelişmeler

Arap Bahar’ının onuncu yılına yaklaştığımız günlerde Ortadoğu bölgesinde yaşanan birtakım gelişmelerin statükocu eksende çözülmelere yol açtığına şahit olmaktayız. Bu gelişmelerin en önemlisi hiç şüphesiz statükocu eksenin çekirdek ülkesi BAE’nin dış politikasında niteliksel bir değişikliğe giderek Suudi Arabistan’ı bölgesel kriz alanlarında yalnız bırakma girişimidir. İran ile askeri alanı da kapsayan siyasi müzakereler ve Yemen’de BAE yanlısı güçlerin Suudi yanlısı güçler ile çatışması son dönemde BAE dış politikasındaki bu niteliksel değişimin en önemli göstergeleri olmuştur. Üstelik bu değişim, ABD yönetiminin Körfezdeki statükoya en büyük tehdit olarak değerlendirilen İran’a yönelik “maksimum baskı” politikasının yoğunlaştığı bir dönemde gerçekleşmiştir.

Bu süreçte BAE yönetimi Yemen savaşının, Suudilerin aksine kendisi için hayati önemde olmadığı kabulünden hareketle İran’ın Körfez bölgesinde BAE çıkarlarına zarar verebilme kabiliyetine yoğunlaştı. İran ile girilen ve sıcak çatışmaya dönüşebilme ihtimali taşıyan rekabetin BAE’nin uzun zamandır elde ettiği ve “Dubai Modeli” olarak da adlandırılan gelişmiş ekonomik/politik düzen üzerinde meydana getirdiği tehdidi bertaraf etmek için İran’la, birtakım tavizler de içeren, bir uzlaşmaya gitmeye karar verdi. BAE yönetiminin bu kararında, Yemen savaşının kazanılamayacağının anlaşılması, Husilerin balistik füze teknolojisinin BAE için oluşturduğu tehditler ve savaşı sürdürmenin doğuracağı ekonomik kayıplar etkili olmuştur.

Aslında statükocu eksendeki bu çözülme BAE’nin dış politikasında yaptığı nitelikli değişimden çok daha önceye dayanmaktaydı. Örneğin BAE-Suudi ekseninin Filistin politikasında ABD yönetimi tarafından “Asrın Anlaşması” olarak isimlendiren plana verdiği tam destek Ürdün’ü statükocu eksende uzaklaştıran bir sonuç doğurmuştur. 1948, 1967 savaşlarında İsrail karşısında sürekli toprak kaybeden ve ülke nüfusunun önemli bir kısmının Filistinli mültecilerden oluştuğu Ürdün için Filistin sorunu, BAE-Suudi ekseninden farklı anlamlar ifade etmektedir.

BAE-Suudi ekseni Filistin sorunu konusunda Batılı tezlere tam destek verip İsrail ile normalleşme politikası takip ederken ABD ve İsrail’in statüko karşıtı güçler karşısında BAE-Suudi ekseni için sağlayacağı desteğe odaklanmaktır. Hâlbuki Ürdün için Filistin sorunu hem ülke iç siyasetinde önemli dalgalanmalara yol açabilen hem de ülkenin ekonomik yükünü ağırlaştıran bir sorun olması itibari ile hayati önemdedir. Tüm bunlara ilaveten BAE-Suudi ekseninin Ürdün için vadettiği ekonomik yardımları bir türlü sağlamaması Ürdün’ün son dönemde BAE-Suudi liderliğindeki statükocu eksenden uzaklaşarak Türkiye ve Katar ile yakınlaşmasına yol açmıştır.

Benzer şekilde Mısır’da artık BAE-Suudi ekseninin iddialı dış politikası için güvenilir bir müttefik olmaktan çıkmıştır. 2013 yılında yaşanan askeri darbeye BAE-Suudi ekseni tam destek verirken Müslüman Kardeşler iktidarını devirmek ve Mısır’ı tekrar Körfez güvenliğinin önemli bir unsuru haline getirmek istemişti. Ancak darbe sonrası başta Sina bölgesi olmak üzere ülkede derinleşerek artan siyasi istikrarsızlık, ülkenin hızla ekonomik iflasa doğru sürüklenmesi ve Sudan, Libya gibi komşu ülkelerde artan iç savaş ve istikrarsızlık ortamı Sisi yönetiminin önceliklerini değiştirmiş ve Mısır’ı kendi kabuğuna çekilmeye zorlamıştır. Bu durumun en önemli göstergesi Mısır’ın Yemen savaşında inisiyatif almakta son derece isteksiz olmasıdır.

Son olarak BAE-Suudi ekseninin son dönemdeki iddialı dış politikası için önemli bir ağırlık noktası teşkil eden Pakistan’ın Keşmir krizi üzerinden yeniden Hindistan ile rekabete odaklanması statükocu eksenin etkinliğine önemli bir darbe vurmuştur. Pakistan’ın statükocu eksen için önemi nükleer güç olmasından, İran’ı doğudan çevreleyebilme imkanından ve savaş tecrübesine sahip askeri kabiliyetinden kaynaklanmaktadır. Özellikle son dönemde nükleer güç peşinde olan İran’ın dengelenebilmesi için Pakistan’ın nükleer kapasitesi BAE-Suudi ekseni açısından hayati önemdedir.

Üç milyonu aşkın Pakistanlının Körfez’de çalışıyor olması işçi dövizlerini, son dönemde ekonomik kriz içinde olan, Pakistan için hayati önemde kılmaktadır. Ancak Pakistan’ın tarihsel olarak Hindistan ile rekabete odaklanmış siyaseti ve Ortadoğu’daki çatışmalarda geleneksel tarafsızlık politikası Körfez bölgesinde BAE-Suudi yanlısı bir tavır almasını zorlaştırmaktadır. İçinde bulunduğu ekonomik darboğazı aşmak için BAE-Suudi ekseninin devasa ekonomik yardım paketlerine güvenen Pakistan yönetimi, Körfez bölgesinde BAE-Suudi yanlısı bir tutum sergiliyor gözükse de ülkedeki kırılgan mezhep dengesi (Pakistan nüfusunun yüzde 30’u Şiilerden oluşmaktadır ve Şiilerin önemli bir kısmı İran sınırına yakın bölgelerde yaşamaktadır), İran’a olan enerji bağımlılığı ve Hindistan ile tarihsel rekabeti Pakistan’ın BAE-Suudi ekseninin bölgesel politikalarına angaje olmasını zaten imkansız kılmaktaydı.

Suudiler yalnızlaşırken

Ürdün, Mısır, Pakistan ve BAE’nin peş peşe statükocu eksenden uzaklaşma girişimlerinin en önemi sonucu hiç şüphesiz başta Yemen krizi olmak üzere Ortadoğu bölgesindeki tüm kriz alanlarında Suudilerin yalnız kalmasıdır. Yakın gelecekte Suudilerin bu yalnızlıktan kurtulmak için atacağı birtakım adımlar olacaktır.

Aslında son günlerde Suudilerin yalnızlıktan kurtulmak için atacağı adımların birtakım işaretleri belirmeye başladı. Bu adımların en önemlisi hiç şüphesiz 1990 yılındaki I. Körfez Savaşından sonra Suudi Arabistan’ı tekeden ABD askeri unsurlarının tekrar ülkeye dönmeye başlamasıdır. Geçtiğimiz günlerde Prens Sultan hava üssüne 500 ABD askerinin ve hava savunma sistemlerinin konuşlandırıldığının ve İsrail’in ABD liderliğinde Körfez’de kurulması planlanan deniz gücüne katılacağının duyurulması Suudilerin bölgedeki yalnızlıktan kurtulmak için ABD ve İsrail ile daha yakın bir işbirliğine yöneleceğinin işaretlerini vermektedir.

Ancak yaklaşan ABD başkanlık seçimleri ve ABD iç siyasetinde Kaşıkçı cinayeti ve Yemen’deki insani krizlerin önemli bir gündem olması, seçim sonuçlarını etkileyebilme potansiyeli taşımakta ve Suudilerin ABD’den beklediği desteği tehlikeye atmaktadır. Bu süreçte İran’ın artan yaptırımlar yüzünden zayıflaması göz önüne alındığında Türkiye-Katar ekseninin bölge siyasetindeki ağırlığının artacağını öngörmek zor olmayacaktır.

Kaynak: Bu analiz AA’dan alıntıdır tüm “alıntı analizler” gibi yazıdaki görüş ve ifadeler yazarlarına aittir.

Bu haberler de ilginizi çekebilir