• DOLAR 34.562
  • EURO 36.249
  • ALTIN 2996.033
  • ...
KALINTILARI  TEMİZLENMEDİKÇE  28 ŞUBAT BİTMEZ
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Haber Merkezi

Bu karanlık dönemde milyonlarca kişi fişlendi. Başörtülü kız öğrenciler okullarından uzaklaştırıldı. Binlerce memur dindar oldukları için işlerinden atıldı. Tüm kamusal alanda dindarlara yönelik baskı ve zulüm uygulandı. Cunta tarafından oluşturulan Batı Çalışma Grubu (BÇG) tüm kurum ve kuruluşları denetleyerek dindar insanları buralardan uzaklaştırdı. Darbe sürecinin en vahşi tarafı ise özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşandı. Sadece dindar oldukları için ya da İslami hizmetlerde bulunarak camide Kur'an dersi verdikleri için binlerce kişi gözaltına alındı ve akıl almaz işkencelerden geçirildi. Darbe sürecinin verdiği cesaretle dindarlara karşı öylesine pervasız davranıldı ki çocuklara, kadınlara ve yaşlılara dahi işkenceler edildi. İslam'ın mukaddesatlarına saldırıldı, tesettüre el atıldı, baskın adı altında camilere ayakkabılarla girildi. Dönemin mahkemeleri tarafından özellikle de FETÖ'cü yargıçların eliyle binlerce kişi delillere bakılmaksızın sadece iddialar üzerinden yargılanıp müebbete varan hapis cezalarına mahkûm edildi.

RP'NİN SÜREKLİ KAPATILMASI İSTEMİYLE DAVA

Türkiye, Aralık 1995'te yapılan seçimlerde bir ilki yaşamış, "Milli Görüş"ün lideri Necmettin Erbakan sandıktan zaferle çıkarak, yüzde 21 oyla Meclisteki 550 sandalyenin 158'ini kazanmıştı. Seçimlerden sonra Necmettin Erbakan'ın başbakanlığında, Refah Partisi (RP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) koalisyonuyla 28 Haziran 1996'da 54. Hükümet kuruldu. DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak hükümette görev aldı. Anayasa Mahkemesinin kuruluş yıl dönümünde konuşan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, "Kimse laik Cumhuriyet'e alternatif aramaya kalkışmasın" ifadelerini kullandı. Demirel, 22 Nisan'daki bir başka konuşmasında ise Türkiye'nin içinde bulunduğu krizden çıkış yolunu "seçim" olarak gösterdi. MGK, 26 Nisan'da toplandı ve 28 Şubat'ta alınan kararların ne kadar uygulandığını belirleyebilmek için "İzleme Komitesi" kurulmasını kararlaştırdı. Bu komite, her ay MGK'ya bir de rapor sunacaktı. Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, 21 Mayıs 1997'de "Anayasa'nın laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği açıklıkla anlaşıldığı" gerekçesiyle, RP'nin sürekli kapatılması istemiyle dava açtı.

ERBAKAN İSTİFASINI SUNDU

Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde 11 Haziran'da irticaya karşı "Batı Çalışma Grubu" oluşturuldu. Haziran ayının 18'inde Başbakan Necmettin Erbakan ile yardımcısı Tansu Çiller, "Giderek artan toplumsal gerginlik nedeniyle hükümetin nasıl devam edeceği" konusundaki görüşmede uzlaştılar. Başbakanlığı Çiller devralacak, BBP hükümete girecek ve erken seçim yapılacaktı. Bu anlaşmadan sonra Erbakan aynı gün hükümetin istifasını Cumhurbaşkanı Demirel'e sundu. Cumhurbaşkanı Demirel ertesi gün muhalefet lideri Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Deniz Baykal ve Hüsamettin Cindoruk ile görüştü, ardından da hükümeti kurma görevini ANAP Genel Başkanı Yılmaz'a verdi. Yılmaz'ın görevlendirilmesine RP, DYP ve BBP liderleri tepki göstererek, Demirel'i eleştirdi.

RP'NİN 14 YILLIK SİYASİ YAŞAMI SONA ERDİ

Demirel başkanlığında 25 Haziran'da gerçekleşen MGK toplantısı, Erbakan'ın katıldığı son MGK toplantısı oldu. 30 Haziran'da 55. Cumhuriyet Hükümeti, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'ın başbakanlığında kuruldu. ANAP-DSP ve DTP ortaklığıyla kurulan hükümette DSP lideri Bülent Ecevit Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. MGK kararlarından en çok tartışılan 8 yıllık kesintisiz eğitim ile ilgili yasa tasarısı, 16 Ağustos 1997'de TBMM'de 242'ye karşı 277 oyla kabul edildi. 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulaması, 1997-1998 eğitim-öğretim yılının açıldığı 15 Eylül'den itibaren uygulanmaya başlandı.

HÜSEYİN YILMAZ

"28 ŞUBAT'TA ROL ALAN HERKESTEN HESAP SORULMASI LAZIM"

28 Şubat askeri darbenin yıldönümü nedeniyle açıklamalarda bulunan HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı M. Hüseyin Yılmaz, 28 Şubat'ta rol alan ve mağduriyetlerin yaşanmasına sebep olan herkesten hesap sorulması gerektiğini vurguladı. Yılmaz, darbe döneminin uygulamaları, oluşan mağduriyetler, darbecilere yönelik açılan dava ve sonuçları, 15 Temmuz darbe girişimiyle bağlantıları hakkında değerlendirmelerde bulundu.

28 ŞUBAT DARBESİNİN ASIL AMACI YA DA HEDEFİ NEYDİ?

Yılmaz, “Asıl hedef, İslam'ın toplumsal hayattan ve İslami yaşam tarzının görünür olmaktan çıkarılmasıydı. Laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle kamusal alanda dini sembol ve kıyafetlere yasak getirilerek, "İrtica ile mücadele ediyoruz." diyerek mesele başörtülüler veya başörtüsü gibi gösterilse de asıl hedef, inancı yaşama özgürlüğü ve İslam'dı. Bununla İslam'ın sadece toplumsal hayattan değil, kişinin bireysel özgürlük alanından da çıkarılması amaçlanıyordu. Bundan dolayı diyebiliriz ki 28 Şubat darbesi, Kemalist sisteme biat etmemiş İslami camia ve cemaatlerin ortadan kaldırılması ve İslami yaşam tarzının toplumsal hayattan çıkarılması için yapılmıştı.” ifadelerini kullandı.

CEZAEVİNE ATILAN İNSANLARIN BİR KISMI, 20-25 YILDIR HALEN CEZAEVİNDEDİR

28 Şubatçıların kısmen başarılı olduklarını söyleyen Yılmaz, “O günkü seçilmiş hükümeti devirdiler. Dindarları kamudan tasfiye ettiler. Başörtülü öğrencilerin okuma ve memur olma hakları ellerinden alındı. 8 yıl kesintisiz eğitim uygulaması ile imam hatip okullarının orta kısımları kapatıldı. Üniversiteye girişte imam hatip mezunlarına uygulanan katsayı zulmüyle önleri kesildi, memur olmaları engellendi. Bunlar ilk etapta akla gelenlerdir. 28 Şubat sürecinin zulmü devam ediyor. Çünkü o dönemin mağduriyetleri halen giderilmedi. Okulundan, işinden atıldığı için görevine dönemeyen, dönüp de 5-10 yıllık hak kaybı yaşayanlar var. O dönemde kumpas ve provokasyonlarla cezaevine atılan insanların bir kısmı, 20-25 yıldır halen cezaevindedir. Bu mağduriyetler görülmediği ve giderilmediği müddetçe süreç başarılı olmuş sayılacak ve devam ediliyor kabul edilecek. O dönemin fişlemeleri halen geçerliliğini koruyor, devlet bürokrasisi bu verilere göre işlem yapıyor. O dönemde babası, annesi veya bir yakını fişlendiği için gençlerimiz kamuya memur yapılmıyor. Güvenlik soruşturmalarına takılıyor, mülakatlarda eleniyorlar. Bundan dolayı diyebiliriz ki kısmen de olsa başarılı olmuşlardır. Bir diğer yönü, başörtü üzerinden İslami yaşamla mücadele edildiği için süreç içinde bayanların bir kısmının başörtüsünün şekli ve tesettür anlayışı değişti. İlk önce tesettür başörtüye indirgendi, ardından ise başörtüsü tesettürün parçası olmaktan çıkarılarak aksesuar haline getirildi. Şu an başörtülü tesettürsüzlerin sayısının çoğalmasında o dönem yaşanan travmaların etkisi inkâr edilemez. Bu da 28 Şubat sürecinin başarıları arasında sayılabilir.

28 ŞUBAT DARBECİLERİYLE HESAPLAŞILMIŞ GİBİ TOPLUMUN GÖZÜ BOYANDI

28 Şubat ile gerçek hesaplaşmanın olmadığının altını çizen Yılmaz, “Sadece askerlerle ilgili olarak bir dava açıldı. Bunlardan 5-10 tanesinin cezalandırılmasıyla dosya kapatıldı. Sanki 28 Şubat sürecini yapan, bu davada yargılanan birkaç asker veya generalmiş gibi algı oluşturuldu. Oluşturulan bu algı ile de 28 Şubat darbecileriyle hesaplaşılmış gibi toplumun gözü boyandı. Oysaki darbede aktif rol oynayan bir değil, birden fazla kesim vardı. Baskıyla Refah Partisini iktidardan, hükümetten ettiler. Ardından darbecilerin talimatıyla kurulan koalisyon hükümetinde yer alan partiler, bir nevi siyasi tetikçilik yaptılar. Bunlardan hukuki anlamda hesap sorulmadı. Hakeza ekonomi baronlarına, medya patronlarına, YÖK'ün ve üniversitelerin başında bulunanlara hiçbir şey yapılmadı. Bu işin temel uygulayıcısı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullardaki yöneticilerden de hesap sorulmadı. O dönemde görevde olanlar halen görevde. Hatta birçoğu terfi etti ve şu anki iktidarla birlikte çalışıyorlar.” dedi.

DİLERİZ Kİ BİR DAHA O SÜREÇLER GELMEZ

“28 Şubat süreci bu ülkenin tarihinde kara bir leke, kirli bir sayfadır.” diyen Yılmaz son olarak şunları söyledi; “Bugün özgürlük narası atanlar, insan haklarından dem vuranlar ya da hükümetin nimetinden faydalananların hiçbirinin o dönemde sesi çıkmıyordu. Bu, 28 Şubat sürecinin katmerleşmesine sebep oldu. Onun etkisinin artmasına sebep olan bir davranış tarzıydı. Temennimiz, 15 Temmuz'da olduğu gibi tüm darbelere karşı toplumun her kesiminin her zaman sesini yükseltmesi, darbelere boyun eğmemesidir. Darbeleri ve darbecileri mahkûm etmeleridir. Dileriz ki bir daha o süreçler gelmez ve o sürecin devam eden mağduriyetleri de bir an önce bitirilir. 28 Şubat sürecinde hükümet ortağı olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) bugün yine hükümet ortağıdır. O gün yaşatılan mağduriyetlerde kendisinin de payı var. Bugünkü süreçte 28 Şubat mağdurlarının mağduriyetini bitirecek olan bir yasal düzenlemeye ihtiyaç var. Temennimiz, geçmişteki hatasını telafi etmek için böyle bir yasal düzenlemeye kendisinin ön ayak olmasıdır. İktidarın da 28 Şubat sürecinde aktif rol oynayanları terfi ettirme yerine, onlardan hesap sormasını, o dönemde cezaevine atılanların, kamudan ihraç edilenlerin mağduriyetini giderecek olan yasal düzenlemeyi bir an önce çıkarmasını ve böylece 28 Şubat ile ilgili defteri kapatmasını bekliyoruz.”

Şeref malkoç

28 ŞUBAT NATO VE ABD DESTEKLİ YAPILAN EN BÜYÜK KÖTÜLÜKTÜR

28 Şubat döneminde Refah Partisi (RP) Trabzon Milletvekili olarak parlamentoda yer alan Kamu Başdenetçisi Şeref Malkoç, 28 Şubat'ın Türkiye siyasi tarihine düşmüş kara bir leke olduğunu söyleyerek, bütün Türkiye'nin o dönem mağdur edildiğini ama asıl mağduriyetin gençler ve dindar kesim üzerinde yaşandığını vurguladı.

28 ŞUBAT TÜRKİYE'NİN EN AZ 50 YIL GERİYE GİTMESİDİR

28 Şubat'a destek veren iş adamlarına banka kurdurulduğunu ve milletten mevduat toplanıp yüz milyar dolara yakın paranın darbecilerin yandaşlarına peşkeş çekildiğini anlatan Malkoç, şöyle konuştu: "28 Şubat, Türkiye'nin en az 50 yıl geriye gitmesidir, Türkiye'de demokratik mekanizmaların felç olmasıdır. NATO, ABD destekli yapılmış olan en büyük kötülüktür. Bugün bakıldığında bunlar çok daha net olarak ortaya çıkıyor ama dönemin başbakanı Necmettin Erbakan'ı bu millet rahmetle yâd ediyor. Çünkü 'Gerekirse 1 milyon kişiyi öldürürüz.' diyen cuntacıların tehdidi altındayken ve RP kapatılmışken, herkese itidal ve sabır tavsiye etti."

28 ŞUBAT'TAN SONRA GEREKEN TEDBİRLER ALINSAYDI 15 TEMMUZ OLMAZDI

"28 Şubat'tan sonra gereken tedbirler o dönem alınsaydı, 15 Temmuz olmazdı." diyen Malkoç, darbecilerin 28 Şubat'ta siyasetin bölünmüşlüğünden istifade ederek vesayet uyguladığını, 15 Temmuz'da ise siyasi bir bütünlük olduğu için darbe girişiminin başarılı olmadığını söyledi. Malkoç, 28 Şubat darbesinin toplumun sosyolojisine yönelik bir olay olduğunu bildirerek, "Mahalle bakkalından ihracatçısına kadar belli bir siyasi eğilimde veya dindar olan insanlar yok edilmeye çalışıldı." dedi.

ramazan bayhan

28 ŞUBAT MAĞDURLARININ YENİDEN YARGILANMASINI İSTİYORUZ

İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) Genel Başkanı Ramazan Beyhan, 28 Şubat döneminde verilen yargı kararlarının adil olmadığını belirterek, "Bu süreçte yanlışlar yapıldı. O dönemde yargılanıp cezalandırılanların yeniden yargılanmasını istiyoruz." dedi. Beyhan, yaptığı açıklamada, 28 Şubat'ın brifingli yargıçlarının adil olmayan kararlarıyla hüküm giymiş birçok kişinin, halen haksız yere cezaevlerinde bulunduğunu söyledi.

HAK MAHRUMİYETLERİ TELAFİ EDİLMEDİ

O dönemde uygulanan parti kapatma ve hükümeti istifaya zorlama konularına yönelik gerekli düzenlemelerin sonradan yapılarak bu alandaki tahribatların ortadan kaldırıldığını hatırlatan Beyhan, şöyle devam etti: "Özellikle FETÖ mensubu polislerin, işkence sonucu insanlardan aldığı ve imzalattığı ifadelerle çok sayıda kişi hapse mahkum edildi. O dönemi hepimiz yaşadık. Yargılamalar tam yapılmadı. Mahkemelerde, savunma hakkına saygı gösterilmedi. Verilen cezalar, temyiz aşamasında hızlıca onandı. Brifingli yargının ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum ettiği insanların uğramış oldukları hak mahrumiyetleri telafi edilmedi. Halen yüzlerce insan cezaevinde. 28 Şubat sürecindeki yargının mağduru olup da halen cezaevinde tutuklu bulunan insanların sayısına ilişkin kesin bir rakam vermek mümkün değil. Çünkü Adalet Bakanlığı bu konuda kesin sayı vermiyor. Ancak arkadaşlarımızın cezaevlerine yönelik ziyaretleri ve mağdurların yakınlarından edindikleri bilgilere göre, yaklaşık 400 kişi halen tutuklu bulunuyor."

28 ŞUBAT DÖNEMİNDE VERİLEN YARGI KARARLARININ ADİL OLMADIĞINI DÜŞÜNÜYORUZ

Beyhan, birtakım faili meçhul cinayetlerin bile dindarlara mal edilerek insanların mağdur edildiğini vurgulayarak, şunları kaydetti: "Sivas davası çok çarpıcı bir örnektir. Sivas davası, önce Devlet Güvenlik Mahkemesinde görüldü. Burada yargılananlara 15 yıl hapis cezası verildi. Ama daha sonra Ankara'da siyaset devreye girerek suçun vasfı değiştirilerek 'buradaki olay, anayasal düzene karşı yapılmıştır' denilerek insanlara ağırlaştırılmış hapis cezası verilmiştir. Sivas davasında, siyasetin yargıya müdahale ettiği açık ve nettir. 30 yıla yakın hatta yaşı 80'e varan kişiler hala içeride. 28 Şubat sürecini yapanlar da yargılanıp ceza aldılar. Dolayısıyla MAZLUMDER olarak söylediğimiz şudur: 28 Şubat döneminde verilen yargı kararlarının adil olmadığını düşünüyoruz. Bu süreçte yanlışlar yapıldı. O dönemde yargılanıp cezalandırılanların yeniden yargılanmasını istiyoruz. Gerçekten suça bulaşmış ve hala yatması gerekiyorsa cezasını çeksin. Ama bu noktada asılsız isnatlarla insanlar mahkum edilmişse bu insanların bir şekilde yeniden yargılanması gerekiyor. Çok büyük haksızlıkların yapıldığını düşündüğümüz için yeniden yargılama istiyoruz." Beyhan, yeniden yargılanma için müracaat eden ve bunun sonucunda beraat eden insanların olduğuna dikkati çekerek, "Cumhurbaşkanımıza, Meclis Başkanımıza ve Adalet Bakanlığımıza çağrıda bulunuyorum. Bu makamlardaki insanlar, o süreci çok iyi biliyorlar. Meclisimizin bu konuda bir irade ortaya koyması gerekiyor. Dolayısıyla 28 Şubat mağdurlarının affını değil, yeniden yargılanmalarını istiyoruz. Umarız, talebimiz yerini bulur ve yanlış düzeltilir." ifadelerini kullandı.

mine ipek

'15 TEMMUZ'DAN SONRA ANLADIK Kİ BU 40 YILLIK BİR PLANMIŞ'

28 Şubat sürecinde başörtülü olduğu için üniversiteden atılan 28 Şubat Kadın Platformu Başkanı Mine İpek, yaşadıklarını hafızasından silemiyor. İpek, "28 Şubat süreci çok bilinçli bir şekilde kurgulanmış. 15 Temmuz'dan sonra anladık ki bu 40 yıllık bir planmış." dedi. İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesinden 28 Şubat sürecinde başörtülü olduğu için atılan Mine İpek, sosyal medyada kurduğu "28 Şubat Kadın Platformu" sayesinde Türkiye'nin yanı sıra o dönem yurt dışına giden mağdur kadınlara da ulaşıyor.

KAMPÜSÜMÜZ ADETA KIŞLAYA DÖNMÜŞTÜ

Öğretmenlerinin derste aldıkları yoklamalarda kendilerini yok saydığını, ikna odalarına alındıklarını aktaran İpek, bir süre sonra uzaklaştırma cezası aldıklarını ve okuldan atıldıklarını ifade etti. İpek, o dönem üniversitenin güvenliğinin yakındaki bir kışladan sağlandığına işaret ederek şöyle konuştu: "Kampüsümüz adeta kışlaya dönmüştü. Fakülte önünde toplanıp eğitim hakkımızın engellenemeyeceğini söylüyorduk. Komutanların emriyle askerler bize fiziksel şiddet uygulamaya başlamıştı. Ardından tutuklayıp, kışlaya götürüldük, DGM'de yargılandık. Askerin bizi coplaması ilk kez şahit olduğumuz olaylardır. Komutanın verdiği emirle askerlerin bazıları bizleri ağlayarak copladı. Bunlar çok üzücü olaylardı. Bir gün üniversiteye geldiğimizde girişe tankların, zırhlı araçların yerleştirildiğini gördük, oysaki bizim elimizde bir taş bile yoktu. Biz 'Eğitim hakkımız engellenemez' derken hocalarımıza hakaret etmiyorduk, üniversitede hiçbir mekana zarar vermiyorduk." İpek, 28 Şubat sürecinin çok bilinçli bir şekilde kurgulandığını vurgulayarak "15 Temmuz'dan sonra anladık ki bu 40 yıllık bir planmış. 15 Temmuz'dan sonra bu süreç masaya yatırılıp irdelendiği zaman, yaşadıklarımızın çok önceden planlanmış olduğunu anlıyoruz. Gözaltına alındık, tutuklandık, yargılanan arkadaşlarımız oldu. Hala hatırlayınca sıkıntı yaşıyor, anlatmakta zorluk yaşıyorum. Yaşadığımız travmaları unutmak istiyorum." dedi.

HAKLARI GASBEDİLMİŞ BİR GENÇLİK

Mine İpek, 28 Şubat denilince aklına birçok şey geldiğini belirterek şunları söyledi: "Yıllar geçtikçe de yeni şeyler ekleniyor. O dönem benim eğitim hayatıma son verildi ancak geniş pencereden bakıldığında 28 Şubat belli bir stratejik plandı. Bir plan dahilinde uygulamaya konulan bir postmodern darbeydi ve bunun çok farklı ayakları vardı. 'İrtica 'geliyor söylemleriyle halkı tedirgin ettiler. Bizler başörtülü şekilde hayatımıza devam etmek isterken 'terörist', 'devletin düzenini bozan insanlar' olarak lanse edildik. Buna binaen balans ayarı yapılmaya çalışıldı. Başörtülü milletvekilinin meclisten kovulmasına şahit olduk. Daha önce hiç rastlamadığımız olaylar üretildi ve onlar aracılığıyla başörtülü insanlar itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. 28 Şubat yaşam tercihimize bir müdahaleydi. 28 Şubat haklarımın, ailemin, yakınlarımın bana verdiği emeklerin hepsinin hiçe sayılmasıydı. 28 Şubat ülkemizi geriye götürmek adına yapılan bir tuzaktı. Geriye dönüp baktığımızda hakları gasp edilmiş bir gençlik görüyoruz. Bunu hiç kimse hak etmiyor." İpek, 28 Şubat davalarında verilen cezaları yeterli bulmadıklarını vurgulayarak 28 Şubat'ın tüm ayağının yargılanması ve sorumluların hak ettiği cezayı almasını istediklerini ifade etti.

hanife örnek

YA BAŞÖRTÜNÜZÜ ÇIKARIN YA DA DEFOLUN GİDİN!

28 Şubat 1997 yılında gerçekleştirilen askeri darbenin üzerinden 22 yıl geçti. İslami şiarlara karşı savaşın ayyuka çıktığı dönemde, sırf başörtülü olduğu için birçok memur ve öğretmen görevinden uzaklaştırılırken, binlerce başörtülü öğrencinin de üniversite öğrenimine son verildi. 28 Şubat döneminde başörtüsünden dolayı gördüğü baskı ve zulümler nedeniyle eğitim hakkı elinden alınan ve üniversite öğrenimini terk etmek zorunda kalan Hanife Örnek, darbenin 22'nci yılında yaşadığı mağduriyeti anlattı. Örnek, üniversiteye başladığı ilk yıllarda rahatlıkla derslere girebildiklerini ancak sonradan başörtüsü yasağının Türkiye'nin her yerinde eş zamanlı uygulanmaya başlamasıyla binlerce öğrencinin üniversiteye alınmadığını hatırlatarak, "1996 yılında üniversiteye başladım. Üniversiteye başladığımızda hiçbir sıkıntı yoktu, gayet güzeldi. Aynen imam hatip lisesindeki gibi biz eğitimimize devam ediyorduk. Aradan bir yıl geçti. 1997 yılının şubat ayında, 28 Şubat günü önemli bir toplantının olacağını söylediler. Biz o zaman öğrenci evinde kalıyorduk. Öğrenciler arasında bu durum yayıldı ve o dönem kaldığımız evde televizyon olmadığı için radyoyu açtık. Radyoyu açtığımızda toplantının sonuç bildirgesi okundu. Çok ağır şartlar vardı ama biz o zaman bizi etkileyeceğini düşünemedik. Hükümeti ilgilendiren bir karar olarak algıladık ama aradan biraz zaman geçti, artık 1998 yılının başlarına doğru diğer üniversitelerde başörtüsü sorunu vardı ve bizim üniversitede 1998 yılına kadar başörtüsü serbestti. 1998 yılında okula başladığımız zaman okulun girişinde 'Kılık kıyafet yönetmeliğine uymanız gerekiyor.’ şeklinde bir ilan ile karşılaştık. Ondan sonra bizim maceramız başladı.” dedi.

'BENİM TEK GÖREVİM BAŞINIZI AÇMAK VE SİZİ OKULDAN ATMAK.'

Üniversitelerinde başlayan başörtüsü yasağının ardından, başörtülü olan tüm öğrencilerin okul giriş ve çıkışlarında kimliklerini dekana teslim ettiklerini dile getiren Örnek, şunları söyledi: “Üniversiteye girişte dekana öğrenci kimliğimizi teslim ediyorduk. Çıkışta da gidip dekandan kimliğimizi alıyorduk. Tabi kimliğimizi alırken önce güzel, babacan nasihatler başladı. Tekrar edince artık tehditlere doğru gitmeye başladı. İlk sıralarda dekanımız çok babacan birisiydi ve durumumuza çok üzülüyordu. ‘Ben size ceza vermek istemiyorum.’ diyordu. Gerçekten de cezamızı o dönem geciktirmişti. Sonra birden dekanımız değişti. Yeni gelen dekan, gelir gelmez bir fırtına estirdi. Yine kimliğimizi teslim edip, akşam tekrar kimliğimizi alıp eve gidiyorduk. Tabi ki bu arada cezalar ise art arda gelmeye başladı. Normalde uyarı ve kınama şeklinde devam eden cezalara, dekanımız kınamayla başladı. Yani bir üst cezadan başladı. Her gün çıkışta dekan odasında azarlar, daha sonra ‘Önce ailenizin emeği, sizin emeğiniz ve masrafınız ne olacak?’ şeklinde bizi ikna etmeye çalıştı. Ama sonrasında artık baş edemeyince ‘Sizden bıktım, benim burada tek görevim, amacım, benden istedikleri tek istek; sizin başınızı açmanızdır. Benim tek görevim başınızı açmak ve sizi okuldan atmak. Ben bu ikisini yaparsam sizin omuzlarınızda yükseleceğim. Bunu kesin olarak bilin.’ dedi.”

TERÖRİST MUAMELESİ GÖRÜYORDUK

Her geçen gün baskıların artığını hatırlatan Örnek, o dönemde üniversitede "terörist" muamelesi gördüklerini vurguladı. Örnek, sözlerinin devamında şu bilgilere yer verdi: "1998 yılının ikinci döneminde hiçbir şekilde okula giremedik. Hep dışarıda bekledik. Her gün eylemler yaptık ve sokakta 2-3 kişi beraber gezmemiz yasaklandı. Evimizin karşısında sürekli bir ekip arabası vardı. Bizi gözetliyordu ve ‘terörist’ muamelesi görüyorduk. O dönem başını açan arkadaşlarımız da bizi şikâyet ettiler. Bu da ikinci bir arkadan vurma oldu. Bu şekilde baktık artık olacak gibi değil, 1999 yılında hepimiz evlerimize üzülerek, eli boş ve boynu bükük olarak dönmek zorunda kaldık.”

DİNDAR İNSANLARIN 'TERÖRİST' MUAMELESİ GÖRDÜĞÜ SÜREÇTEN GEÇTİK

Siirt'te 28 Şubat sürecinde işe girmek için müracaat ettiği sınavda hem yazılıyı hem de mülakatı kazanmasına rağmen göreve başlatılmayan Nezir Bağış, 17 yıllık mağduriyetin ardından memuriyete başlamasına karşın yaşadıklarını hafızasından silemiyor. 28 Şubat sürecinde işe girmek için başvurduğu sınavı kazanıp, listelerde ismi açıklanmasına rağmen işe başlatılmayan Bağış (42), hafızasından silemediği, 17 yıl süren mağduriyetini anlattı.

BÜTÜN KAPILAR YÜZÜMÜZE KAPANIYORDU

Haklarına hukuki yollardan kavuşmaya çalıştıklarını vurgulayan Bağış, "Mahkeme sürecinde de baskı olduğu için o günlerde bize 'irticacı' gözüyle bakıyorlardı. Mahkeme de bizi reddetti. Yani kararı onaylamadılar." diye konuştu. Bağış, mağduriyetlerini dönemin Devlet Bakanı Sacit Günbey'e ilettiklerini, onun talimatına rağmen görevlerine başlatılmadıklarına şahit olduklarını kaydetti. O dönemde başvurdukları her yerden olumsuz yanıt aldıklarını, bu nedenle memur olma ümidinin tamamen tükendiğini aktaran Bağış, "O süreçte geçimimi sağlamak için boyacılık, pazarlamacılık yaptım. 28 Şubat sürecinde nereye gidiyorsak, nerede hakkımızı soruyorsak, bütün kapılar yüzümüze kapanıyordu. Dindar insanların 'terörist' muamelesi gördüğü bir süreçten geçtik. Gümüş yüzüğü olanlar dahi işten atılıyordu. Başörtülü kadınlar üniversite kapısında bekletildi." ifadelerini kullandı.

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir