"28 Şubat'ta rol alan herkesten hesap sorulması lazım"
HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı M. Hüseyin Yılmaz, 28 Şubat'ta rol alan ve mağduriyetlerin yaşanmasına sebep olan herkesten hesap sorulması gerektiğini vurguladı.
28 Şubat askeri darbenin 23'üncü yıldönümü nedeniyle açıklamalarda bulunan HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı M. Hüseyin Yılmaz, 28 Şubat'ta rol alan ve mağduriyetlerin yaşanmasına sebep olan herkesten hesap sorulması gerektiğini vurguladı.
İLKHA'nın sorularını yanıtlayan Yılmaz, darbe döneminin uygulamaları, oluşan mağduriyetler, darbecilere yönelik açılan dava ve sonuçları, 15 Temmuz darbe girişimiyle bağlantıları hakkında değerlendirmelerde bulundu.
28 Şubat sürecinden kastedilen nedir?
28 Şubat 1997 tarihinde MGK'da alınan kararların hayata geçirilmesiyle toplumu ayrıştıran, toplumsal barışı dinamitleyen gayrimeşru bir süreçtir. Siyasal iktidarın zorla el değiştirdiği, toplumun laik olan ve olmayan, başı açık ve başı örtülü diye ayrıştırıldığı, dindar olan ve olmayan diye kamplaştırıldığı, İslami yaşamın toplumsal hayattan silinmeye çalışıldığı ve laiklik dayatmasıyla toplumun tektipleştirilmeye çalışıldığı meşum bir döneme verilen isimdir.
28 Şubat bir darbe miydi?
Evet, bir darbeydi. Fakat bildiğimiz klasik darbelerden farklı bir darbeydi. 28 Şubat, postmodern darbe olarak nitelendirilen bir darbe çeşidiydi. Klasik darbelerde silahlı kuvvetler yönetime el koyar, siyasal iktidarı derdest eder veyahut da değiştirir. Ayrıca, bütün kamu kurum ve kuruluşlarının başına bir asker atayarak kendisi doğrudan ülkeyi yönetir. 28 Şubat darbesinin postmodern olmasının sebebi ise burada asker, direkt ülke yönetimine el koymuyor, perde gerisinde duruyor. Askerler yine baş aktördür. Yani talimatlar vererek kendisine bağlı olan kişi ve kurumlar üzerinden siyasal ve toplumsal hayatı değiştirme çalışıyorlardı. Askerler, siyasal iktidarı, kamu kurum ve kuruluşlarının yönetimini sivil yaşamdaki kuruluşlar dâhil kendi ideolojisine ve düşüncesine yakın olan kişilerden belirlemişlerdi. Toplum üzerindeki baskı ve zorlamanın ana aktörü asker olduğu ve her alanda dizginleri elinde tutuğu için bu bir darbeydi.
28 Şubat darbesi niçin yapıldı?
28 Şubat darbesinin yapılmasının ana sebeplerinden birisi, siyasal iktidarın el değiştirmesini sağlamaktı. Yani memnun olmadığı ve beğenmediği hükümeti devirmek, kendi istediği parti ve kişiyi iktidar yapmaktı ama asıl sebep, özellikle Refah Partisi'nin hükümet olmasıyla birlikte toplumsal hayatta görünür olmaya başlayan İslami yaşam tarzının tehlike olarak görülmesidir. İslami yaşam tarzına olan teveccühün artması ve her alanda kendini göstermeye başlaması, laik-Kemalist unsurların ideolojik üstünlüklerini ve yaşam tarzlarını kaybetme korkusuna kapılmalarına sebep oldu. Darbe yaparak, toplum mühendisliği yoluyla toplumu yeniden şekillendirmek istediler. Laiklik kisvesinin altına saklanarak, İslami yaşam tarzını ortadan kaldırmak ve seküler yaşam tarzını dayatmak istediler.
28 Şubat darbesinin asıl amacı ya da hedefi neydi?
Asıl hedef, İslam'ın toplumsal hayattan ve İslami yaşam tarzının görünür olmaktan çıkarılmasıydı. Laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle kamusal alanda dini sembol ve kıyafetlere yasak getirilerek, "İrtica ile mücadele ediyoruz." diyerek mesele başörtüler veya başörtüsü gibi gösterilse de asıl hedef, inancı yaşama özgürlüğü ve İslam'dı. Bununla İslam'ın sadece toplumsal hayattan değil, kişinin bireysel özgürlük alanından da çıkarılması amaçlanıyordu. Bundan dolayı diyebiliriz ki 28 Şubat darbesi, Kemalist sisteme biat etmemiş İslami camia ve cemaatlerin ortadan kaldırılması ve İslami yaşam tarzının toplumsal hayattan çıkarılması için yapılmıştı.
28 Şubat dönemi uygulamaları nelerdir?
O dönemin uygulamalarının ana ekseni, darbecilerin 28 Şubat 1997 tarihli MGK bildirisinde ortaya konmuştu. Darbecilerin bu talepleri hemen uygulamaya konarak Müslümanlar topyekûn kuşatılmıştı. Askerlerin yönlendirmesi neticesinde her alanda İslam'la ve İslami yaşam tarzıyla mücadele başlatılmıştı.
Öne çıkan uygulamalara baktığımızda en başta göze çarpanı, dindar insanların Türk Silahlı Kuvvetlerinden, kamu kurum ve kuruluşlarından ihraç edilmeleridir. Bu konuda en büyük mağduriyeti yaşayanlar dindar kadınlardı. Kamusal alan, özel alan diye bir ayrım yaptılar. Kamusal alanda başörtüsü/tesettür yasağı getirilerek, inançları gereği örtünenlerin başörtüleriyle, tesettürleriyle okuma ve kamuda çalışma hakları ellerinden alındı. Kamu kurum ve kuruluşlarından ihraç edildiler. Üniversitelere alınmadılar, okullarını bitirmelerine dahi müsaade edilmedi. İnsanların zorla başları açtırıldı, açmayanların okullara girmeleri engellendi, girmek isteyenler hakkında soruşturmalar açıldı ve bu soruşturmalar neticesinde bir kısmı cezalandırıldı. Bu yasak imam hatip okullarında da bu uygulandı. Başörtüsünden dolayı ihraç edilen bir bayanın gidebileceği bir mercii yoktu. Gittiğinde de kapılar yüzüne kapanıyor, o anda ret cevabı alıyordu. O dönemde yargı yolu da tamamen kapalıydı, göstermelik olarak var olan brifingli yargı yapılan zulmü meşrulaştırmak için vardı. Bu dönemde zulüm o kadar ileri götürüldü ki dindar insanlar gümüş yüzük taktığı, namaz kıldığı, hacca gittiği, eşi başörtülü olduğu, babası hoca veya hacı olduğu, annesi tesettürlü olduğu için fişlenmeye, soruşturma geçirip işten atılmaya, hatta bazıları kurulan kumpaslarla cezaevlerine konmaya başlanmıştı. Dindarlar namaz kılmasınlar diye kamu kurum ve kuruluşlarındaki mescitler kapatılmıştı. Darbeciler, hızlarını alamayıp benzinliklerdeki mescitleri dahi kapattırdılar. Yeşil sermaye adıyla hedef yapılan dindarların sahip olduğu şirketler, kurulan kumpaslarla iflas ettirildiler. Kısacası, dindarların nefes alması bile laikliğe aykırı bulundu, irticai faaliyet sayıldı.
28 Şubatçılar amaçlarına ya da hedeflerine ulaşabildiler, başarılı olabildiler mi?
Kısmen başarılı oldular. O günkü seçilmiş hükümeti devirdiler. Dindarları kamudan tasfiye ettiler. Başörtülü öğrencilerin okuma ve memur olma hakları ellerinden alındı. 8 yıl kesintisiz eğitim uygulaması ile imam hatip okullarının orta kısımları kapatıldı. Üniversiteye girişte imam hatip mezunlarına uygulanan katsayı zulmüyle önleri kesildi, memur olmaları engellendi. Bunlar ilk etapta akla gelenlerdir.
28 Şubat sürecinin zulmü devam ediyor. Çünkü o dönemin mağduriyetleri halen giderilmedi. Okulundan, işinden atıldığı için görevine dönemeyen, dönüp de 5-10 yıllık hak kaybı yaşayanlar var. O dönemde kumpas ve provokasyonlarla cezaevine atılan insanların bir kısmı, 20-25 yıldır halen cezaevindedir. Bu mağduriyetler görülmediği ve giderilmediği müddetçe süreç başarılı olmuş sayılacak ve devam ediliyor kabul edilecek. O dönemin fişlemeleri halen geçerliliğini koruyor, devlet bürokrasisi bu verilere göre işlem yapıyor. O dönemde babası, annesi veya bir yakını fişlendiği için gençlerimiz kamuya memur yapılmıyor. Güvenlik soruşturmalarına takılıyor, mülakatlarda eleniyorlar. Bundan dolayı diyebiliriz ki kısmen de olsa başarılı olmuşlardır.
Bir diğer yönü, başörtü üzerinden İslami yaşamla mücadele edildiği için süreç içinde bayanların bir kısmının başörtüsünün şekli ve tesettür anlayışı değişti. İlk önce tesettür başörtüye indirgendi, ardından ise başörtüsü tesettürün parçası olmaktan çıkarılarak aksesuar haline getirildi. Şu an başörtülü tesettürsüzlerin sayısının çoğalmasında o dönem yaşanan travmaların etkisi inkâr edilemez. Bu da 28 Şubat sürecinin başarıları arasında sayılabilir.
28 Şubat darbesinde kimler rol aldı?
28 Şubat sürecinde sadece askerler rol almadı. Asker ayağının yanında sivil ayağı da vardı. Sivil ayağında siyasetçiler, medya patronları, ekonominin baronları, STK'lar, sendikalar, YÖK, üniversite dekanları ve öğretim görevlileri gibi çok kişi ve kurumu sayabiliriz.
Refah Partisi hariç, diğer tüm siyasi partiler bu işin içindeydiler. Bunların yanında o dönemde yapılan zulme sessiz kalan bazı İslami kesimler vardı. Gülen grubu gibi 28 Şubatçılarla kol kola girip, onların önünü açan bazı kesimleri unutmamak lazım.
28 Şubat sürecinde rol alanlarla hesaplaşıldı mı?
Gerçek hesaplaşma olmadı. Sadece askerlerle ilgili olarak bir dava açıldı. Bunlardan 5-10 tanesinin cezalandırılmasıyla dosya kapatıldı. Sanki 28 Şubat sürecini yapan, bu davada yargılanan birkaç asker veya generalmiş gibi algı oluşturuldu. Oluşturulan bu algı ile de 28 Şubat darbecileriyle hesaplaşılmış gibi toplumun gözü boyandı. Oysaki darbede aktif rol oynayan bir değil, birden fazla kesim vardı.
Baskıyla Refah Partisini iktidardan, hükümetten ettiler. Ardından darbecilerin talimatıyla kurulan koalisyon hükümetinde yer alan partiler, bir nevi siyasi tetikçilik yaptılar. Bunlardan hukuki anlamda hesap sorulmadı. Hakeza ekonomi baronlarına, medya patronlarına, YÖK'ün ve üniversitelerin başında bulunanlara hiçbir şey yapılmadı. Bu işin temel uygulayıcısı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullardaki yöneticilerden de hesap sorulmadı. O dönemde görevde olanlar halen görevde. Hatta birçoğu terfi etti ve şu anki iktidarla birlikte çalışıyorlar.
28 Şubat darbesinin mağdurlarının mağduriyetleri giderildi mi?
Maalesef mağduriyetleri halen devam ediyor. Kamudan, özellikle TSK'dan ihraç edilen insanların birçoğu geri dönemedi. Geçimlerini sağlamak için hamallık, seyyar satıcılık yapmak zorunda kalanlar, perişanlık ve sefalet içerisinde hayatlarını devam ettirdiler. O dönem fişlenenlerin çocukları dahi bugün bu fişlemeden dolayı mağdur olmaya devam ediyor. Başörtüden dolayı atılan bayanların birçoğu yıllarca dönemedi. Dönebilenler ise haklarını alamadılar. Aynı dönemde emsalleriyle beraber çalıştıkları pozisyonlara gelemediler. Özlük hakları eşitlenmediği için emeklilikleri de ötelenmiş oldu. Meslektaşları emekli olmuşken kendileri ilerlemiş yaşlarına rağmen halen çalışmak zorunda kalanlar var. Bu mağduriyetler giderilmeli. Üniversitelerini bırakmak zorunda kalan, okuldan atılan öğrenciler oldu. 5-10 yıl sonra geri dönüp üniversitelerini bitirenler, şu an meslektaşlarını ya da yaşıtlarını geriden takip ediyorlar. Bu da bir hak mağduriyetidir, bunun giderilmesi lazım. Ergenekon davalarında iktidar, 'Pardon!' diyerek hepsinin mağduriyetlerini giderdi. İhraç edilenleri, yüklü miktarda tazminatlar ödeyerek eski işlerine iade ettiler. Bunun, 28 Şubat darbesiyle mağdur edilenler için de uygulanması lazım.
Yine o dönemde kumpas ve provokasyonlarla cezaevine atılan yüzlerce Müslüman var. Darbecilerden brifing alan savcı ve hâkimlerin yaptığı yargılamalar neticesinde savunmaları dikkate alınmadan, soyut iddialarla birçok kişi cezalandırıldı. Sivas davası, Hizbullah davası ve diğer İslami kesimlerden bu şekilde mağdur edilenler halen cezaevlerindedir. 20-25 yıldır cezaevlerinde tutulan bu insanlarım mağduriyetinin giderilmesi lazım ki 28 Şubat ile hesaplaşılmış olsun. Bir yandan '28 Şubat darbecileriyle hesaplaşıyoruz.' denilecek, diğer yandan mağduriyetler devam edecek. Bu bir çelişkidir.
28 Şubat darbesi veya sürecinin bir daha yaşanmaması için ne tür tedbirlerin alınması lazım?
Ciddi bir hesaplaşma olması lazım. O dönemde rol alan ve mağduriyetlerin yaşanmasına sebep olan siyasetçisinden askerine, öğretim görevlisinden memuruna, hatta sivil toplum kuruluşlarına, derneklerine kadar herkesten hesap sorulması lazım. Aktif rol alıp mağduriyetler yaşatanların hepsinin yargılanması lazım ki yapanın yanına kâr kalmadığı görülsün.
Durumdan vazife çıkaran kişi ve kurumların ellerinden yetkilerinin alınması lazım. Bunun için de en başta askerlerin sivil hayata müdahale etmesini önleyecek etkin yasal düzenlemeler yapılmalı. Askeri vesayetin kalkması için TSK'nın, sivil iktidarın emrinde yani hükümetin kontrolünde olması lazım.
Yine kamuda devlet bürokrasisinin de kontrol altına alınması lazım. Resmi ideolojiye göre, örgütlenmiş bürokratik vesayetin de kaldırılması ve kontrol altında tutulması lazım. Bu bürokrasi devam ettiği müddetçe mağduriyetler yaşanmaya devam edecek. Mesela geçen günlerde gözaltına alınan başörtülü bayanın nezarethanede başörtüsünün zorla alınması, 28 Şubat süreci uygulamalarından bir tanesidir. Demek ki süreci devam ettirmek isteyenler fırsat kolluyor.
Bir diğer tedbir, inancı yaşamanın önündeki engellerin kaldırılarak hem yasal hem de anayasal güvence altına alınması lazım. Sadece yönetmeliklerdeki bir iki değişiklikle bu iş olmaz. İktidar değişince yeni gelen iktidar istediğini yapabilecek ya da iktidar zayıflayınca, kan kaybedince bürokrasi eski koduna geri dönüp tekrar mağduriyetler yaşatabilecek. Özellikle bayanlar açısından baktığımızda gerek kamusal ve gerekse özel alanda inancını yaşamanın, tesettürün, başörtünün, inancı gereği örtünmenin anayasal güvenceye bağlanması ve hiçbir yasa, yönetmelik, genelgeyle buna müdahale edilemeyeceğinin açıkça düzenlenmesi gerekir.
İslam'ın toplumda yaşanması için çalışma yapan camia ve cemaatlerin bu konudaki çalışmalarına, örgütlenme özgürlüğüne engel olunmaması lazım. Özellikle inancını yaşama ile ilgili özgürlüklerin güçlendirilmesi ve buna müdahalenin ağır şekilde cezalandırılması, yaptırıma bağlanması lazım. Pratikte de bu cezaların uygulanması lazım ki kötü niyetliler bir daha buna teşebbüs edemesin. 28 Şubat darbecileri gibi o dönemde heveslenenler bir daha buna heveslenmesin.
28 Şubatçıların darbe gerekçesi yaptığı "başörtüsü" gibi kamusal alanda inancını yaşama özgürlüğü, yasal ve anayasal anlamda güvenceye bağlandı mı?
Şu an başörtüsü anayasal güvenceye bağlı değil. Başörtüsü veya tesettür sadece yönetmelikte yapılan bir değişiklikle serbest bırakılmış. Yani daha önce kamuda çalışanlar veya öğrenciler için kılık kıyafet yönetmeliklerinde yer alan "başı açık" ibaresinin ilgili maddeden çıkarılmasıyla geçici bir çözüm bulunmuş. İktidarın el değiştirmesi ya da herhangi bir bakanlığın kendi yönetmeliğini hazırladığında "başı açık" ibaresini tekrar oraya yerleştirdiği vakit, eski yasak ve zulüm devam edecek. Dolayısıyla mutlaka anayasal güvenceye bağlanması lazım.
28 Şubat dönemindeki fişlemeler günümüzde geçerliliğini koruyor mu? O dönemin uygulamaları halen devam ediyor mu?
İslami camia ve cemaatleri tehdit olarak gören, toplumun İslamileşmesine yönelik çalışmaları engellemeye çalışan zihniyet, halen devlet bürokrasisinde yerini koruyor. Fırsatını bulunca harekete geçiyor. 28 Şubat sürecinde özellikle İslami kesime ve Müslümanlara yönelik fişlemeler, devlet hafızası dediğimiz o arşivde halen duruyor. Fişlemeler halen etkisini devam ettiriyor ve o dönem uygulamaları da zaman zaman kendini gösteriyor. Bu zihniyet, o dönemdeki fişlemeleri esas alarak kişi veya kurumların faaliyetlerini yasaklayabiliyor. İslami çalışmalara engel çıkarabiliyor. O dönemde fişlenenlerin kendileri, çocukları ve akrabaları da dâhil olmak üzere söz konusu fişlemeler nedeniyle bugün güvenlik soruşturmasına takılıyor veya mülakatlarda elenerek, kamuya alınmıyorlar.
Geçtiğimiz günlerde medyaya yansıyan gözaltına alınan bayanların başörtülerinin zorla çıkartılması ve Peygamber Sevdalıları Vakfı'nın yapmış olduğu Siyer Sınavı'nda bazı valiliklerin izin vermemesi gibi uygulamalar, 28 Şubat dönemi uygulamalarının devamı niteliğinde sayılabilir.
28 Şubat sürecinde insan hakları kuruluşlarının, İslami camia ve cemaatlerin, siyasi partilerin tavrı nasıldı?
Maalesef o dönemde çok az sayıda kişi ya da kurum, ciddi anlamda 28 Şubat mağdurlarının arkasında durdu. Onları sahiplendi ya da dertlerine derman olmaya çalıştı. Siyasi partiler, insan hakları kuruluşları ile birçok STK, camia ve cemaat, o dönemde mağduriyet yaşayanların yanında etkili bir şekilde yer almadı. Hatta camia ve cemaatlerin, insan hakları kuruluşlarının ya da siyasi partilerin bir kısmı 'Aman asker bize bulaşmasın, bizi hedefe koymasın!' diyerek darbecilerin yanında yer aldılar, medyalarında onların istedikleri şekilde manşetler attılar. Yürüyüş yapıp legal anlamda protestolarla kendi hakkını savunmak zorunda kalan mağdurları terörist ilan ettiler. Böylece kendi camialarını büyütme veya diğer kesimlerin mağduriyetlerinden pay çıkararak, alanlarını genişletme derdine ve çabasına girdiler.
Maalesef o dönemde başörtüsünden dolayı kamudan veya okuldan atılan bayanlara yardımcı olma adı altında ekstra mağduriyetler yaşatanlar da oldu. Bazı kişiler ve kurumlar, kamudan ihraç edilen bayanları başka kurumda çalışamadıkları için kendi kurumlarında asgari ücretin altında bir ücretle sigortasız çalıştırdılar. Sahipleniyoruz görüntüsü altında emeklerini sömürerek yeni mağduriyetler yaşattılar.
28 Şubat darbesi ile 15 Temmuz darbe girişimi arasında bir bağlantı var mı?
28 Şubat sürecinde başbakan Bülent Ecevit'in ve Çevik Bir'in himayesine girip, darbecilerin istediği tarzda hareket eden Gülen camiası, 28 Şubatçıların gadrine uğrayan kesimlerden oluşan boşlukları doldurarak palazlandı. Bu dönemde verdiği fetvalarla ve yaptığı açıklamalarla MGK kararlarının hayata geçirilmesine yardımcı oldular. 28 Şubatçılara direnen İslami kesimleri terörist diye hedef yaptılar. Darbe sürecinin başarılı olmasında etkin rol oynadılar. Bu konuda başrolü Gülen camiası oynadığı için diğerlerinin isimlerini zikretmeye gerek yok. O dönemde palazlanan bu insanlar, darbe girişiminde bulundular. 15 Temmuz'da aynen 28 Şubatçılar gibi siyasal iktidarı yani hükümeti devirmek için darbe girişiminde bulundular. Bunu yalnız yapmadılar. Darbecilerin profiline baktığımızda, ulusalcılar, Kemalistler, milliyetçiler var. FETÖ'cüler bunlarla birlikte hareket ederek darbe girişiminde bulundular. 28 Şubat sürecindeki aktörlere baktığımızda, zihniyet olarak orada yer alanların bir kısmının burada da yer aldığını görüyoruz. 28 Şubat ile 15 Temmuz arasında bir bağlantı var. Başaktörleri farklı olsa da biri diğerinin devamı niteliğindedir. 15 Temmuz, 28 Şubat döneminde başlayan, o süreçten güç ve ilham alan bir darbe girişimidir.
Son olarak neler söylemek istersiniz
28 Şubat süreci bu ülkenin tarihinde kara bir leke, kirli bir sayfadır. Bugün özgürlük narası atanlar, insan haklarından dem vuranlar ya da hükümetin nimetinden faydalananların hiçbirinin o dönemde sesi çıkmıyordu. Bu, 28 Şubat sürecinin katmerleşmesine sebep oldu. Onun etkisinin artmasına sebep olan bir davranış tarzıydı. Temennimiz, 15 Temmuz'da olduğu gibi tüm darbelere karşı toplumun her kesiminin her zaman sesini yükseltmesi, darbelere boyun eğmemesidir. Darbeleri ve darbecileri mahkûm etmeleridir. Dileriz ki bir daha o süreçler gelmez ve o sürecin devam eden mağduriyetleri de bir an önce bitirilir.
28 Şubat sürecinde hükümet ortağı olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) bugün yine hükümet ortağıdır. O gün yaşatılan mağduriyetlerde kendisinin de payı var. Bugünkü süreçte 28 Şubat mağdurlarının mağduriyetini bitirecek olan bir yasal düzenlemeye ihtiyaç var. Temennimiz, geçmişteki hatasını telafi etmek için böyle bir yasal düzenlemeye kendisinin ön ayak olmasıdır.
İktidarın da 28 Şubat sürecinde aktif rol oynayanları terfi ettirme yerine, onlardan hesap sormasını, o dönemde cezaevine atılanların, kamudan ihraç edilenlerin mağduriyetini giderecek olan yasal düzenlemeyi bir an önce çıkarmasını ve böylece 28 Şubat ile ilgili defteri kapatmasını bekliyoruz. (Ramazan Zeren, Hamza Adiyaman - İLKHA)