• DOLAR 32.556
  • EURO 35.001
  • ALTIN 2448.464
  • ...
Siyeri Nebi
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Hayır yarışı adı altındaki ``Siyer Yarışması!``
Seni hakkıyla sevmeyi ve kalbimde hissetmeyi nasib etti...
Asr-ı saâdet feyzinin sağanak bir rahmet gibi, yağdığını hissettim yüreğime...
Bir kez daha hayran kaldım, bir kes daha anladım ki; ben taklit edecek kadar bile yaşayamamışım seni...
Sen dünden bu güne, dilimdeyken; bir kes daha keşfettim seni...
Yani ben Sen’inle değildim aslında, ama sen, benimle beraberdin bunca zaman...
Tıpkı “..Ben, kuluma şah damarından daha yakınım!” (Kâf 16)`da buyuran Rabbim`in hali gibi...
Sen bana şah damarımdan daha yakınken,
ben çoğu zaman senden gafil kalmıştım...
Ve sen`inle bunca yakın oluşum, benim sana duyduğum sevginin değil, senin bana duyduğun şefkatin eseriymiş, anladım...
 

Okudum; “Ümmetim, ümmetim!” feryâdınla irkildim...
Zor anında bile beni duânın içine katışın, geldi gözümün önüne....
Sen beni seviyorsun ya Resulallah...
Utandım, bir kes daha bu sevgiye ihanet edişime...
Asırlar öncesinden seslenişin, yaktı yanık yüreğimi...
Sen’i, ``Siyer-i Nebi`` vesilesiyle hayal etmeye çalıştım...
Mahzun bir çocuk canlandı hayalimde...
Henüz babası daha doğmadan, yetim kalmış bir çocuk!
Annesi ise, ah! annesi! o kucaklanıp sevilmeye en çok ihtiyaç duyduğu anda öksüz kalışın...
Yalnız ve mahzun kalmış bir çocuğun bakışı canlandı gözümde...
Bu bakış, çok yakıcı geldi, yüreğimi en derinden yaktı, yaktıda kavurdu ...
Bu halim nedir? nedir beni gözyaşlarına boğan?
Onu geç tanıyışımmı?
Pişmanlığımmı?
Ben onu hakkıyla tanıyamamışım, anladımki beni yakan pişmanlığımdır...
Nur dağındaki vahyin titretişiyle evine koşman, ve;
“ Beni örtün!” diyerek seslenişin canlanıyor gözümde...
Heybet ve korkuyla başlayan bir titreyiş!

Mütevazi kişiliğini okudum!
Huzurunda, heybetinden titreyen birine;
`` Korkma, ben Kureyş’ten, kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum!..`` diyen mütevazi kişiliğini...
Sırtına işkembe yükleyen zavallıya, gösterdiğin sabrını.
Davandan dolayı oynanan entrikalara karşı tutumunu okudum!
Vazgeçmeni isteyen amcana;
“Ey amcam! Bir elime ay`ı, diğerine de güneşi verseniz,
yine de kutlu olan bu dâvâdan vazgeçmem, ya bu dâva muzaffer olur,
ya da ben bu yolda ölür giderim!..” diyen kakarlı tutumunu!
Utandım kendimden, senden gafil oluşumdan, seni hakkıyla idrak edemeyişimden...
Utandım kendi tavizkar hallerimden, utandım zorluklara karşı sabırsız yüreğimden..
Utandım, utanılacak halimden...
Seni, görmeden, sesini duymadan; sadece yaptıklarını ve yaşadıklarını okuyarak, tanımaya çalışmak bile bu kadar ürpertirken içimi, bu kadar utandırırken benliğimi,
çıkıp gelsen, o zaman utancımdan, pişmanlığımdan kararmış yüzle nasıl bakarım nur yüzüne, ya Resulallah!

 

Sana tabi olan o yiğitler, şüphesiz pek çetin bir imtihan,
pek ağır bir acı yaşamışlardı...
Bedel ödediler, aç kaldılar, işkence gördüler, boykot edildiler, sürgün ve hicret gördüler...
Ama `` Anam babam sana feda olsun ya resullah!`` şiarıyla yetiştiler...
Ben utandım, utanılacak halimden...
Kendimi, hem o hazdan, o lezzetten uzakta hissediyorum.
 


Utanıyorum Ya Resulallah!
Yanına gelmeyi, yanında senin aşkınla yalınayak yürümeyi
ve Mekke`nin sıcağıyla ayaklarımın yanmasını istiyorum...
Sonra bir duânla o yanıkların geçivermesini hayal ediyorum...
Tıpkı Hz Ali`ye yaptığın dua gibi..
Sonra, düşünüyorum! başımı iki elim arasına alıp vazgeçiyorum bu hayalden...
Çünkü, ben senden gafil oluşumdan utanıyorum...
Tâbi olmak sevmekle, tanımakla olur anladım...
Ben seni hakkıyla sevemedim, tanıyamadım, hayal edemedim ya Resulallah...
 


Sen’i okudum günlerdir, seni yazmak geldi içimden...
Beceremedim, utandım...
Konu Sen olunca, öyle bir hadsizlik, öyle bir boşluk, öyle bir seviyesizlik ki, utandım yazmaktan...
Kendimi yazdım sana ya resulallah! pişmanlığımı...
Sana dair, uzaklığımı, utancımı...
Şimdi, bak işte ellerim kendiliğinden yazıyor sanki...
Sen’i değil, kendimi, arsızlığımı yazınca, ellerim kendiliğinden kayıveriyor...
Dize geliyor tüm pişmanlık kokan kelimeler..
Ama işte! kendimi yazdım sana; Hâlimi, vaktimi, vaziyetimi, utancımı, pişmanlığımı!.
Nasıl yazardım seni?
Karnım açlıktan hiç sırtıma yapışmamışdı ki...
Bir hurmayla doymak nedir bilmemiştim ki...
Tâif’te taşlanışın geldi gözümün önüne ya resulallah...
Buna rağmen sadece ellerini açıp, Taif`dekiler için hayırlı bir nesil dileyişin...
Ben değil taşlanmaya,``söz taşına`` karşı bile, taşlarla karşılık verdim...
Hasır izi çıkmış nur yüzünden, hangi kararmış yüzle bahsedeyim ki!?
Kuş tüyü yastıklarda gömülüp kalmış,
uykulu yüzümle mi!?
 

 

Bu utancımla, geceleri namaz kılarken, şişen ayaklarına kapanasım var...
Ve seslenişim var!
“Ey ALLAH’ın sevdiği! Habibi!
Seni sevmekten âciz kalmış bu garibin sana selamı var...
Masum olmayan, paklığını, aklığını ve saflığını yitiren...
Buna rağmen bir umutla selam gönderen bir aciz...
“Ey ALLAH’ın Habibi! Sana Salât ve selâm olsun...”

 

Meryem Koca / Diyarbakır – Yaş: 27

 

Sevgili Genç Kardeşlerimiz!
Bir ay boyunca gelen tüm yazılar içerisinde en güzel yazıyı gönderen kardeşimize bir kitap seti veya kaset vb. bir set hediye edeceğiz. Posta ile yazı gönderecek kardeşlerimiz yazılarının “Ayın Yazısı” seçilmesi durumunda, bizimle iletişime geçebilirler. Fakat özellikle dikkat etmenizi istediğimiz iki nokta var. Birincisi; gönderdiğiniz yazıların tamamen size ait olması gerektiği, yazınızda alıntı cümleler varsa bunları belirterek göndermeniz. İkincisi ise adınızı, soyadınızı, yazıyı gönderdiğiniz memleketi ve yaşınızı mutlaka belirtmeniz gerekmektedir. Bu hayırlı çalışmaya (yarışmaya) tüm genç kardeşlerimizin katkıda bulunmasını bekliyoruz.

Doğrugenç sayfasında sizden gelecek karikatür ve mini bulmacalara da yer veriyoruz. İlginizi bekliyoruz.
Yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı dogrugenc@dogruhaber.com.tr e-posta adresine mail olarak veya posta yolu ile gönderebilirsiniz.
Yazılarınızı eğer bilgisayarda yazıyorsanız bir sayfadan az olsun. El yazınızla gönderecekseniz bir beyaz kâğıdı aşmasın. Gönderdiğiniz mektuplara “Doğru Genç” için diye not düşürmeyi unutmayın.
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir