• DOLAR 32.469
  • EURO 34.744
  • ALTIN 2435.94
  • ...
Yolculuk Var, Gül Efendimiz Muhammed Aleyhisselam`a
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Arif Öğretmen, sohbetini şu sözlerle tamamladı: “… Gördüğünüz gibi Allah Resulü(s.a.v)’nün hayat için anlamı budur. Hayat, Muhammed Aleyhisselatu vesselam ’la anlam bulur. Anlamından yoksun bir hayat, rotası olmayan bir gemi misali serseri dalgaların tokatlamasıyla kayalara çarpa çarpa parçalanır. Bizim içinse hayat, ötelerden bir ikramdır. İkramın kadri bilinmelidir. Bu kadr u kıymet şükürle olur. Şükür, ibadete kapı açar. Kulluğun kapısına çağıran Muhammed Aleyhisselatu vesselam olduğuna göre hayatımızın kılavuzu da odur.

Malumunuz, içinde bulunduğumuz ayın bu akşamki sohbetimizle birebir ilişkisi var. Çünkü bu ay, Güller Efendisi aleyhi selam’ın “Kutlu Doğum”uyla şenlenmiştir. Bu ayın gelişiyle Müslümanlarda belirgin bir heyecan oluşur. Bu heyecan, Allah Resulü’ne sevgi ve özlemin öncülüdür. Heyecan yürekten yüreğe taşınır ve “ Sevgililer Mahşeri” olarak meydanlara taşar. Allah nasip ederse yarın Diyarbakır’da İstasyon Meydanı’nda “Peygamber Sevdalıları”, Muhammed âşıklarını aşk meclisine bekliyorlar. Biz de GÜL EFENDİMİZ’e bülbülane bir tutkuyla varmak için gitmeyi düşünüyoruz. Bu güzel davete siz öğretmen arkadaşlarla gitmek istiyorum.”

Murat Öğretmen: “ Hocam, böyle bir hoşluğu yaşamak, o mahşeri sevdaya şahit olmak bizler için bahtiyarlık olur. İnşallah biz de geleceğiz.”

Sohbetten sonra Arif ve Murat Öğretmen birlikte çıktılar. Gök bir başkaydı, bu gece. O an ikisi de yıldızların ışıltısıyla bezenen göğün muhteşemliğine hayranlık dolu bakışla daldılar. Sanki yıldızlar da yarınki davetten haberliydi. Muhammed aleyhi selam’ın doğduğu sabahın gecesini de böyle anlatıyor, kaynaklar. Arif Öğretmen: “ Ne doyumsuz bir güzellik! Sanırsın ki, şu gök ehli de yarına hazırlanıyor.” İki arkadaş, bir müddet sessizce yürüdüler. Cemal’in pastanesinin önüne gelmişlerdi. Murat

Öğretmen:
—Abe Can! Bir tatlı yiyelim mi?” Arif Öğretmen:
— Ben ısmarlayacaksam, evet!
— Olmaz, önce ben söyledim!
— Hadi, öyle olsun! Dedi Arif Öğretmen.

Az sonra iki arkadaş, karşılıklı oturmuş, konuşuyorlardı. Murat Öğretmen:
— Hocam, bilsen ne kadar istiyorum Peygamber Efendimiz Muhammed Aleyhisselatu vesselam ’ın sevdasıyla mücadele verenler, bir araya gelenler ve bu sevdayı bayrak yapıp gönüllere, evlere, sokaklara taşıyanlarla beraber olmayı! Bir de içimde bir sıkıntı var. Sanki o Muhammedi aşkla mahşere dönen sevgi meydanına varamayacağım. Arif Öğretmen:
— Murat Kardeş, içini ferah tut! Her iş, Allah’ın dilediği sona varır. İman eri, hayırlı işlerde sonucu düşünmekle değil; o arzulanan sonuca vardıracak gayretleri göstermekle mükelleftir. Aşk ateşine pervane gibi düşmek her kişinin değil, er kişinin semeresidir.
Kuşun biri kursağında su taşıyormuş. Sormuşlar: “Ey şaşkın kuş! Bu suyla nereye uçuyorsun?” Kuş: “Hazreti İbrahim’in ateşine su taşıyorum.” “Kuş, dediğin ne ki kursağı ne olsun!” Kuş, şu hayret ve ibret dolu cevabı vermiş: “Kursağımdaki su, o tutuşmuş ateşe etki etmese de en azından safım belli olur.”

Bir gün Ebû Zerr el-Gıfârî (r.a), Resulullah’a [s.a.v] gider ve: “Ey Allah’ın Resulü! Bir adam var ki o, bir topluluğu seviyor ancak onlar gibi amel edemiyor; bu kişi hakkında ne buyurursunuz?” diye sorar. Resûlullah(s.a.v): “Sen ey Ebû Zerr! Sevdiğinle beraber olacaksın.” diye buyurur. Biz de nerede durduğumuza ve kimlerle arkadaş olduğumuza bakalım. Murat Öğretmen:
— Allah razı olsun, Hocam! Epey ferahladım. Sen de bizimle mi geleceksin? Arif Öğretmen:
— Sanırım, ben geç yola çıkacağım. Etkinliğin sonuna da yetişirsem bunu bir mutluluk addedeceğim.

Ertesi sabah… Saat: 09.00. Bir otomobil, şehrin güney istikametinden Diyarbakır’a doğru yol alıyordu. Beş arkadaş, manevi bir hava içinde muhabbetin koyuluğuna dalmıştı. Şoför koltuğundaki Salih de arada varlığını belli edercesine muhabbete tat katıyordu. Birhan:
— Ben, bu yolda defalarca gidip geldim. Hiçbir zaman bugünkü gibi bir heyecan olmadı, bende. Öyle bir heyecan ki sevgilisine vasıl olan gibi pır pır ettirir, yüreğimi. Eğer Allah Resulü’nün mesajını dile getiren bir davete icabet böyle heyecanlandırıyorsa Efendimiz Aleyhisselatu vesselam ’ın kendisine icabete yürek dayanmazdı herhalde. Şimdi daha iyi anlıyorum, Medine’ye hicret esnasında Ensar kadınları ve çocuklarının coşkusunu. Rıfat:
— Doğrudur, “ Bir ay doğdu üzerimize, Veda tepelerinden. Şükür gerektir bizlere…” sözlerini dillerinden nağme olarak Medine sokaklarında yankılatan GÜL EFENDİMİZ’e olan sevgiydi. Bu sevgi, aşkın lübbüdür.

Sevgiydi varlığa sebep, fıtrata maya olan.

Sevgiydi Muhammed Aleyhisselatu vesselam ’ı Allah’ın habibi/sevgilisi kılan.

Sevgiydi, şirkin boğuculuğunda daralan nefesleri açan; karanlığın dalalet çukurlarına düşenleri aydınlığın zirvesine taşıyan.

Sevgi’ydi kulluğun nazenin cilvesini gören gözlere bir tablo olarak sunan. Sevgidir ki, cehaletin körlüğünde kızlarını diri diri gömen Ömer’leri Faruk eyleyen.

Sevgi’ydi beyaz efendilerinin kibirli tavırları içinde kölelik mazlumiyetiyle horlanan Bilal’leri Muhammedi çağrı ezanın bülbülü olarak şakıtan. Murat Öğretmen:
— Rıfat Abi, iyi ki sizlerle geldim. Bu sözler, kalbime merhem oldu. Paslanan gönlümü tertemiz eyledi. Daha Sevgili’nin mahşerine varmadan sevgi kadehlerinden bize muhabbet içirdiniz. Sizlerle kardeşlik dairesinde arkadaş olma bahtiyarlığı ne güzel! Eskiden bizim en tatlı sohbetimiz ya bir futbol maçının kritiği ya da politik bir gelişmenin saatler alan analiziydi. Kahve köşelerinde boş lakırdılarla katlettiğimiz zamandan entelektüel bir kule inşa edercesine hoş gelirdi konuştuklarımız. Meğerse Allah’ı yüceltmeyen, Muhammed’i dillendirmeyen, nasihatle beslenmeyen, kulluğa dair vazifelerimizi hatırlatmayan konuşmalar bir kofluktan öte değilmiş…

Bir tekbir sesiyle konuşması yarıda kaldı, Murat Hoca’nın. Aynı anda arabanın şarampole doğru kaydığını dehşetle fark etti. Tapantepe mevkiinden aşağı sağlı sollu virajlar, çoğu zaman kontrolü engelliyordu. Salih, virajın keskinliğini tam kestirememişti; bu yüzden viraja biraz hızlı girmişti. Bir anda direksiyon hâkimiyetini kaybetse de soğukkanlılığını muhafaza etti ve son anda direksiyonu kavradı.

Otomobil, şarampolün kenarında bir üçgen yarığın üstünde asılı kaldı. Görenler, şuna kesinlikle şahitlik ederlerdi. Bu arabayı orada ancak manevi bir kuvvet böyle tutmaktaydı. Çünkü zahir bakışla, sebepler zinciriyle onun o üçgen yarıkta böyle asılı kalması akıl karı değildi. Aklın mantık kafesine hapsolmuş fikirler, hakikate götüren teslimiyet ve basiret desteğinden yoksun oldukları için bunu izah edemezler. Hicret yolculuğunda üzerlerine serpilen gaflet tozuna bulanmış eli kılıçlı müşrikler, aralarından geçip giden Hz. Muhammed Aleyhisselatu vesselam ’ı görememişlerdi. Elbette sevda yolunda Sevgililer Mahşerine GÜL EFENDİ’ye bir avuç yürek sunmaya aday olan bu yolcuları da şarampolün kenarında tutan kuvveti de göremezlerdi.
Tekbirler, salâvatlar, kelime-i şehadetler… Ölüm gerçeği, kare kare önlerindeydi. Artık, nefesler şu imtihan çilesini imanla tamamlamak için sayılı alınıp verilmekteydi.

Murat Öğretmen, dün gece Arif’le konuştuklarını hatırladı. İçini daraltan bir sıkıntıdan bahsetmişti ona. Demek ki, bu sıkıntıydı yüreğini sıkım sıkım eyleyen! Oysa şu an ölümün eşiğinde o sıkıntıdan eser yoktu, kalbinde. Ölümün soğukluğunu enselerinde hissettikleri bu anda iç âlemindeki ferahlığı yolculuk için çıktıkları amacın hayırlı oluşuna bağladı. O anda Hubeyb bin Adiy’in son sözleri aklına geldi.

Hubeyb darağacının üstüne kaldırıp bağlanırken: “Allah’ım! Biz senin peygamberinin emrini tebliğ ettik. Bu sabah başımıza gelenlerden onu haberdar et. Selâmımızı ona ilet. Allah’ım!..” diye dua ediyordu. Murat Öğretmen de:
— Allah’ım sen şahitsin ki, ben bu yolculuğum dışında her yolculuğuma ya bir seyahat ya da bir iş için çıkmıştım. Bu yolculuğa ise sadece Senin razılığını gözeterek çıktım. Allah’ım! Senin sevgili habibin Hazreti Muhammed’in adının yüceltileceği, milyonlarca salâvatla anılacağı, sevenlerinin sel olup aktığı İstasyon Meydanı’ndaki coşkuyu yaşamak hedefliydi yolculuğum. Allah’ım! Sen GÜL EFENDİMİZ’e benden salât, sevdiklerime selam ilet! Diye dua ediyordu.

O bu düşünceler içindeyken arkadaşlarının otomobili fazla sarsmadan arka kapıdan indiklerini gördü. Kendisi de Rıfat’ın seslenmesiyle arka kapıdan yavaşça indi… Muhammed adlı arkadaşları çenesinden ve kolundan yaralandığı için hastaneye kaldırılmış, onlar ise trafik kazasının adli tahkikatı sebebiyle en yakın karakola götürülmüşlerdi… Telefonu çalıyordu. Arayan Arif Öğretmen’di:
— Alo! Murat Kardeş, sizi göremiyorum meydanda neredesiniz?
— Abe! Biz… Arkasını getiremedi. Hıçkırıklar boğazına dizildi.
— Alo, alo! Murat Hoca, cevap versene! Sesin niye gelmiyor; yoksa bir şey mi oldu?
— Abe! Biz kaza yaptık, şu an karakoldayız. GÜL EFENDİMİZ’e varamadık!
— Geçmiş olsun, diyen Arif Öğretmen yutkunamadı. Gözyaşları yanaklarından süzülüverdi. Sadece:
— Vallahi, Murat Kardeş! Siz Can Muhammed’e vardınız, hem de birer gazi olarak. Rabbim gazanızı mübarek eylesin! Allah şahittir ki, siz şu ayetin kapsamındaki nasipli müminlersiniz: “Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini, doğruluk rehberi Kuran ve hak din ile gönderen Allah’tır. Şahit olarak Allah yeter. Muhammed, Allah’ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkârcılara karşı sert, birbirlerine ise merhametlidirler.” (Fetih: 29)

İbrahim Dağılma / İnzar Dergisi Nisan 2011

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir