• DOLAR 32.455
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...
Müslümanların Geleceği
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Şüphesiz tarih, geçmişi olduğu kadar geleceği de bir şekilde sezmeye imkân sağlayan bir ilim dalıdır. Ali Şeraiti’nin “Tarih; varlık sahibinin (Allah’ın) kurduğu ilâhî planın, gerçekleşmesidir.” Tanımını baz alırsak bu ilahi planın yasalarının ve uygulamalarının gerçekleşmekte ve saatin tam tıkır işlemekte olduğunu göreceğiz. İşte biz de son hadiselerin de yardımıyla, istikbalden haber veren Peygamber (a.s) sözleriyle ve realitenin yardımıyla geleceğimize dair bazı temel öngörülürde bulunacağız tabi ki en doğrusunu hakkıyla Allah (cc) bilir.
Biz Peygamberin başka bir hadisindeki tasnifine istinaden dünümüzü, bugünü ve yarını, şu devirlerle açıklayacağız:

İslami Cumhuriyet Devri: Ki bu devir Peygamberimizin ve Hz Hasan’ın altı ayı dâhil Beş Halifeler devrini barındıran devirdir.

“Sadr-ı İslam’daki halk, hükümet ile gönüldeştir ve bu ilk İslam hükümeti onun için büyük imparatorlukları (Sasani, Doğu Roma, Hazar Türkleri…) bozguna uğratmıştır”

“Peygamber devrinde hiçbir zorlayıcı müessese olmaksızın, inançları sebebiyle gönüllü olarak itaat etmekteydiler. Otoriteyi ise Kur’an’a hasrediyordu. Herhangi bir otoriteye değil Allah (cc)’a kulluk etmek gerekiyordu. Halife dahi akranları arasında birinci idi. Hâkimiyet kişilerin değil hukukun hâkimiyeti idi. Ve ilahi hukuk; beşeri krallığın reddi manasına geliyordu.” (Şahin Uçar) “Fethedilen yerlerin halkı Müslümanları halaskâr olarak görmüşlerdi. Fâtihler halkın dinlerine ve iç işlerine müdahale etmediler. Hatta İslam’ın ilk devirlerine ait olduğu sanılan bir Yahudi vesikasında; bir melek ile bir Yahudi münzevi konuşmasına ait şunlar yazılmıştı: “Korkma, ben Yohay; yaratıcı ona şükürler olsun, sırf seni bu kötülüklerden (Bizans, Sasani) kurtarmak için İsmail Krallığı’nı gönderdi.” (Bu İsmail Krallığı tabirini iyi okumak gerekir sanırım) Tarihi açıdan bakılırsa, yerli sapkın ideolojilerin görmediği şu gerçek batılı bazılarınca şu şekilde görülmüştür: “İslâm`ın çok kısa süredeki başarısı Komünizm de dâhil çok daha fazla ideolojiden daha devrimci olduğunu göstermektedir.” (Geofferey Blainey)

Fâtihler, İslam’ı tarif etmekten ve bilgi hamallığından öte onu vecd ve ideolojik bir bağlılıkla yaşayanlardı. Bir İslam askeri İran İmparatorluk sarayına gelmiş yerdeki ipek halıya çıkmamış kılıcıyla o halıyı kaldırmış ve “Gerçi ipek halının haramlığı buyrulmamıştır ama ipek elbise haram olduğundan biz bunun üstüne oturmayız” demişti. Dünyayı fethedenler hakça yaşıyorlardı. Hülasa Bediüzzaman’ın deyişiyle; mümtaz, seçkin ve başı dik bir devirdi.

Sultanlar Devri: Emevi Devleti’nin kuruluşundan 1922 Osmanlının yıkılışına kadarki süreçtir. Hz Osman “Kâbe’nin Rabbine andolsun ki İslam değirmeni ters dönmeye başlamıştır. Bakınız, bundan sonra ne gibi bozukluklar meydana gelecektir.” diye tarif ettiği bir devirdir. “Ümmet içinde ilk kavgalar devri” denilen Hz Osman, Hz Ali ve Hz Hasan devri iç çekişmeleri bu devrin çıkışına vesile olmuştur.

Tek kişilik devletlerde ilâhlaşma eğilimi vardır. Ve olgunlaşmamış insanlığın, kendi ayakları üstünde duramadıkları devirlerin zorunlu bir ürünü gibidir bu tarz yönetimler. Artık ümmet, kişilerin insafına kalmıştır. İmam Ali, Malik’i Eşter’e; “Yüce Allah’ın Kıyamet günü hükme bağlayacağı ilk şey haksız yere dökülen kanlardır. Sana haram olan kanı dökerek iktidarını böyle bir yolla güçlendirme. Çünkü böyle bir iktidar aslında zayıf ve yüreksizdir. Hatta bu iktidarın el değiştirmesinin bir nedenidir.” Sözü bu tür tek kişilik iktidarların gerçek karakterini ve akıbetini çok isabetli bir tarzda göstermektedir. Günümüz Arap sultanlıkları ise sultanlar devrinin, küfri ve cehli hükümetler devri ile olan bir tür sentezidir. (Ve sultanlar devrinden kalma hala birkaç devlet de kalmıştır.)

Küfrî ve Cehlî Hükümetler Devri: Günümüzün de içinde olduğu gayri İslami yönetimler devridir. Bu devir Müslüman toplumların benlik krizi yaşadıkları, küfrün mandası ve yörüngesi içine girdikleri 1900’lü yılların bir ürünüdür. Yani İslami halklar en büyük maddi ve manevi krizi 1900 ile 1940 yılları arasında yaşadılar. Bu yıllardan sonra devamlı bir şekilde maddi ve manevi yükseliş grafiği görülmektedir. Sayısal çoklukları da buna dâhildir. Örneğin Osmanlı sonrası İslami halkların devlet sayısı iki üç taneyi geçmezken şu an 60 civarına yükselmişlerdir. Yine İslami devletlerin tümü işgal altında iken daha sonra yarı sömürge ya da manda konumuna yükselmişler, daha sonra ise giderek maddi ve manevi bağımsızlık grafiklerini yükseltmişlerdir. 1900 ve 1980’e kadarki yıllar aynı zamanda İslam topluluklarının en fazla iman ve İslam buhranı yaşadıkları, krizde tabanı gördükleri devirlerdir.

Yine Müslümanlar içindeki elit üst kesim, daha çok nifaka bulandığı için “kendi halkından olmayan hükümetler devri” olarak da adlandırılabilir. En önemli özelliği sosyalizm ve tüm küfür çeşitlerinin anası (Delverg: Dişi kurt) olan materyalizm’in etkisiyle açığa çıkan ateizm ve elit kesimlerin halktan uzaklaşması ile militer (askeri) bürokrasilerin ümmet içindeki halka rağmen iktidarı ve onların zor ve cebirle dayatmalarda bulunmalarıdır.

İslami devrimcilerin başaramadığını bu sefer aşırı sıkıştırılan ve boğma durumuna getirilen halk yapacak ve halk, bizzat kendi düzenlerini ılımanlaştıracaktır. Çünkü militer bürokratik devletlerin vurulacakları zayıf noktaları onların halksız oluşlarıdır. Bilinçlenen toplumun talepleri ve dünyevi istekleri onların değişimini ve devrilmesini sağlar. Ve “domino etkisi” genel anlamda halklarda güven duygusu ve başarı ile fedakârlık duygularını kabartacaktır. Bu elbet yönetimlerin değişmesi ve ılımanlaşması ile beraber Yahudi gücünün ve cesaretinin tam kırıldığı anlara gebe olacaktır. Bu da Filistin sorunu merkezli dini harplere sahne olunacağı anlamındadır. Tüm bunlar olurken Batı krizlere gebedir ve cazibe noktası olmaktan gittikçe uzaktadır.

Bu devir İslami kıyamların genel anlamda başarılı geçmeyeceği ve başarısızlıklar yaşadığı devirdir. Bu devrin sonuna doğru pasif bir tür iman aksiyonerliği yürüten Müslümanların genel bir çabasıyla; iman vazifesi neredeyse tamamlanır ve halklarda ve hükümetlerde genel bir dini inançta artış oluşur. Tüm bu dönemin en etkin perde altı büyük etkin gücü; Yahudi ve mason teşkilatlanmadır. Ama bu devrin sonuna doğru artık onların dahi genel anlamda etkinlikleri düşecek, baskıları azalacak ve yönetimler ise ıslahatlarla halklarını durdurmaya çalışacaklardır. Ama ne çare ki artık büyük bir devir başlamıştır.

“Bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad 11) ayeti gereği halklar; kendilerini izzet, onur, dini ve dünyevi bilinç ve benzeri gibi hal ve fikir değişimleri ile zaferi ilahi yasaya uygun bir hale getireceklerdir.

Galibiyet Devri: Tarih filozofu Toynbee’nin “İslâm; zor bir ruhsal görevi yerine getirmek için hala yaşamakta.” Şeklindeki güzel öngörüsünün tezahürü artık açık ve bariz gerçekleşecektir. Bu devir sol cereyanların etkisini yitirdiği, milliyetçi heyecanın iyice söndüğü, ateist düşüncenin yerle yeksan olduğu, dinsiz reis ve idarecilerin dahi artık dindar konuşmak zorunda kalacakları bir devrin akabinde yani 2000’li yıllarda iyice gözükmeye başlayan 2011 yılındaki isyan hareketleriyle iyice belirginleşen ve akabinde bazı zorlukların semeresinin sonunda yaşanacak bir devirdir. Ve artık İslam ümmetinin dirilişi önündeki küfrî ve cehli cereyanlar (Fikir akımları ve ideolojiler) olmadığından ya da çok etkisiz olduklarından diriliş ani ve yüksek olabilecektir. Yalnız şu var ki yoğun bir ideolojik yüzyıl geçiren İslami halklar, amaçsızlık buhranı akabinde bir boşluğa düşecekler ve genel anlamda ahlaki açıdan enkazvari bir duruma düşeceklerdir. Ama bu dahi onların kurtuluşlarını ertelemeyecektir. “Kurtuluş, şuurla başlar.” Sözü bu sürecin en büyük nedenidir. “Yoksulluk; suçun ve devrimin anasıdır.” (Aristo) “Zulüm eken isyan biçer.” (Hz Ali) “Küfür ile devlet yaşar zulüm ile asla” (Hadis) sözleri dahi ümmet içindeki halkların davranışlarını ve genel konumu ve tarihi seyrini açıklamaktadır. Müslüman halkların; duygu ve hal ittifakı kurumsal ittifaklara (birleşik İslam toplumu gibi) da gebe olacaktır.

“Biz ise, yeryüzünün ezilenlerine lütfedelim, onları Önderler ve onları varisler kılalım istiyoruz” [Kasas 5] ayeti tam olarak kemal derecede gerçekleşecek, aşağılanan, sömürülen ve soyulan halklar tekrar iktidar olacaklardır. Şüphesiz bu onların içinden çıkan büyük siyasal liderlerin öncülüğünde gerçekleşecektir. Ve bu siyasal liderler Küfri ve Cehli hükümetler devrinden kalma, etkisiz-yetkisiz ve halsiz tipler olmayıp, halkları gibi yaşayan, izzetli ve heybetli İslami, insani ve ciddiyet sahibi önderlerdir.

Toplumdaki genel kanaatin aksine zorluklar ve engeller, insanî gelişimi doruk noktasına itebilir. İslâm ve Kur’an Medeniyeti’ni çıkaracak olan; zorluklar, baskılar, sömürüler karşısında gösterilen direnç ve coşkunluktur. O da artık bu devirde olmuştur.

Toparlarsak; Türkiye, İran ve Kudüs üçgeninde ümmetin geleceği cevher gibi bir kadro tarafından şekillenecek, Kudüs merkezli ve İsrail’in yıkılışı ile başlayan bir dizi savaş ve ıslahat çabasından sonra “evrensel bir adalet düzeni” kurulacak ve bu düzen Müslim gayri Müslim fark etmeksizin adalet dağıtacak, ahlaki devrim ile toplum, siyasi bir inkılâp ile düzen ve hukuk, bidatlerin sökülmesi ile de saf bir din algısı yeniden inşa edilecek. Ve tüm bunlardan sonra belli bir zaman aralığı Müslümanlar dünyaya adalet ve hakkaniyeti dağıtacaklar. Ve bu süre zarfında Hıristiyanlık dahi İslam’ın çekim alanında şekillenecek ve düzelecek. Allah (cc) beşer için sakladığı son bir saadet devri oluşturacaktır. Ve Allah (cc) tüm insanlığa böyle güzel bir lütufta bulunacaktır. Tabiî ki en doğrusunu celâl ve cemâl sahibi, imtihan dünyasının yegâne otoritesi ve mutlak galibiyet sahibi Allah azze ve celle bilir. (La ye’lemu’l ğaybe illa huv)

Kaynak:

1-Ali Şeraiti; İslam Bilim C.1, İst. 1992
2- Cemil meriç

Selhattin Çelik / İnzar Dergisi Nisan

Bu haberler de ilginizi çekebilir