• DOLAR 32.329
  • EURO 35.092
  • ALTIN 2295.738
  • ...
SON DAKİKA
Bir Bitki Gibi Yetiştirilen Meryemlere, Zeyneplere
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

“Haydi, Çabuk olun!..”

Bugüne kadar bacılarımı muhatap alarak yazmadım. Bu sahifelerde onlara bir mektup yazmadım. Ama aslında “Aziz Kardeşim!” diye başlayan mektuplarımın çoğunda onlar da vardırlar. Onlar da o mektupların asli muhataplarıdırlar. O metinlere göz atıldığında bu görülecektir. Olmamaları mümkün değil, çünkü hizmetteki mesuliyetlerimiz birbirini tamamlıyor. Biri olmazsa öbürü de olmaz. Biri olmadan öbüründen söz edilemez. Birinin eksikliği öbürünün yokluğu, anlamsızlığı, bereketsizliği demek olur. Derdimiz bir bizim ve aynı çileleri beraberce çekiyoruz. Dert ve çiledeki mesuliyetimiz de müşterek. Sevincimiz de öyle, ortaktır. Şu halde, acımızı ve sevincimizi aynı hassasiyetle paylaşıp yaşadığını ve bizimle ağlayıp bizimle güldüğünü yazan mücahide bir bacımın şahsında Zeynebi tüm bacılarıma selam demek bana borç oldu.

Azize bacım!

Cehd, sabır ve sebatınız için Allah (cc) razı olsun. Hizmetteki yerinizi, buna göre gayretlerinizi şükürle izliyorum. Ayrıca detaylandırıp izahata gerek yok, varsınız. Var olmanız, varlığınızın görünür hale gelmesi de lazımdır. Yeterli mi? Onu konuşacağız. Ama davanın genişleyip yayılması varlığımızı zorunlu kılıyor, bu bir gerçek… Biliyorum, bugün artık zamanın Zeynebi olmaya aday birçok bacımız var, bunu biliyorum. Buna şiddetle ihtiyacımızın olduğu da aşikâr. İnşa onlarla, yani siz Zeyneplerle başlıyor, zahir. Öyle ise, dönüp kendimize bir kez daha bakmamız gerekmektedir. Dava genişliyor olduğuna göre, Zeyneplerin mevcud halleriyle yetinme gibi bir yanılgıya düşmeleri felaket olacaktır. Aksine, zamanla yarışarak değil, dostluk kurarak davanın gelişim hızına adamakıllı ayak uydurarak kendilerini yenilemeleri ve daha bir donanımlı hale getirmeleri gerekmektedir. Bunu yapamazsak müşterek mesuliyetler noktasında ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalacağımız kaçınılmazdır.

Şu halde bacılarımın dahlinde bulundukları halden geçerek kendilerini aşmaları gerekir. Yirmi sene, on sene, beş sene ve hatta geçen seneki şartlarla değil, bugünün, şu içinde bulunduğumuz anın şartlarıyla kendilerini yenilemeleri, kalbi, fikri ve ameli planda inşa etmeleri gerekir. Kalbi, fikri ve ameldeki eylemlerini istikamet dairesinde şu zamanın diline, doğru terceme etmeleri gerekir. Açıkçası aktif bir müfredat ve hareket halindeki canlı bir programdan bahsediyorum. Çünkü hizmet bir hareket işidir. Aktif ve canlı olmayı, zamanla dostluk kurmayı, zamanı iyi kavramayı ve şartların ruhuna nüfuz etmeyi mecburi kılar. Kelime ve kavramların içini içinde bulunduğumuz anın isabetli manalarıyla doldurmamız bir zorunluluktur.

Gizlisi saklısı yok, bugün kesif bir gurbeti yaşamaktayız. Üstad Bediüzzaman bazen dört beş gurbeti iç içe yaşadığından bahseder. Bizim aklımıza hemen maddi gurbetler gelir ve daha ziyade aklımız buraya takılı kalır. Oysa Üstadın içi yanarak bahsettiği gurbetler, bana göre salt maddi plandaki yalınlığına gurbetler değil, sadece onlar olmamalı… Üstadın maddi plandaki gurbeti daha ağzından süt kokusu gelen bir çocuk iken başlamıştır. Yuvasını terk eden kuş yavrusu gibi, ayağa kalkıp yürümeyi öğrendiği anda evini ve Nuriye anayı terk etmiş ve bir daha da dönememiştir, hep gurbeti yaşamıştır. Bu yüzden onun yanarak, yandırarak ve feryad ederek bahsettiği gurbet bir manasıyla deruni gurbettir, lahuti gurbettir ve Risali gurbettir. Onunla aynıyız.

Gurbet duygularımız aynıdır. Böyle olacak ki bütün yakıcılığına rağmen maddi gurbetler müteessir etmiyor bizi, bir şekilde dayanıyor, tahammül ediyor ve direniyoruz. Dolayısıyla onun ve bizim gurbetimiz Kur`an gurbetidir, Kur`an’ın iklimini kaybetmiş olmamız ve buna dair ruhumuzda büyüyen hasrettir. Kur`an sılasından sürülmüş bulunuyoruz ya da bu sıla bir şekilde –kendi yaptıklarımız sebebiyle- bizden alıkonulmuştur şimdi. Medine medeniyetiyle aramıza dağlar büyüklüğünde bulutlar girmiştir. Ve bu çok yakıcıdır. İstiyoruz ki bu yakıcı gurbet son bulsun…

Azize bacım!

Bu gurbetin son bulması ve vuslatın gerçekleşmesi hepimizin gayretine bağlıdır. İçi iman ile dolu bir gayret, ihlâs ve takva dairesindeki mesuliyetle beraber olursa, inşallah vuslatı yakınlaştıracaktır. Bu nasıl olabilir? Siz azize bacılarım açısından bu nasıl olabilir? İşin bir tarafına işaret edecek isem;

Eğer gerçekten bacılarımın kardeşlerini takviye etmeye dair niyetleri halis, gayretleri ciddi ve sorumluluklarında samimi iseler –ki öyle olmalarında kuşku yok-, o zaman kendilerini aşmaları, âna gelmeleri lazımdır. Ruh ve latif duygularının tamamını Meryemi muhatap alan vahiy suyu ile yıkamaları; ama tekrar tekrar yıkamaları lazımdır. Ruhlarını, duygularını ve amellerini Asiye’nin duasıyla tertemiz hale getirmeleri lazımdır ki Rabbani dairede müstakim durabilsinler. Nebi (as)’nin biricik kızı Fatıma’ylı münasebet ve muamelesini, tavsiye ve nasihatlerini bir daha; ama kesinlikle bir daha ta hücrelerine kadar titreyerek, ağlayarak, eriyerek, yanarak okumaları lazım. Bir dava erinin kızı bir dava sorumlusunun kızı, dahası bir dava önderinin kızı olarak Fatıma’yı anlamaları lazımdır.

Sonra Kerbela’nın orta yerinde bütün aile bireylerini, erkeklerini yitiren, peygamber ocağının yanıp kül olmasına tanık olan Zeyneb’in içine girmeleri, duygularına sarınmaları, gözlerinden akan hüznün unsurları olmaları ve onun ruhuyla hayata ve eşyaya bakmaları, hadiseleri okumaları ve hissetmeleri lazımdır. Bazen Nebi (as)’nin kızı Fatıma olarak, bazen de Hasan ve Hüseyn’in annesi Fatıma olarak davaya bakmaları, bazen Ali(ra)’nin eşi olarak Fatıma olmaları ve Ali(ra)’nin yani Ali gibi olan eşinin ruhundan meselelere bakmaları, bazen Amine olmaları, yani büyük bir insanın annesi olacak Âmine… Bazen de o büyük insanın eşi olarak Hatice olmaları… Bazen Asiye olmaları, yani Firavun gibi birine eş olarak Asiye, bazen Ebu Zerr gibi bu dünyaya ait olmayan birinin eşi olarak meselelere bakmaları, bazen savaş meydanlarında asker, bazen kumandan olan sahabelerden herhangi birinin annesi, ablası, bacısı, eşi, kızı… Gibi davaya ve dava hizmetine ve buna bağlı olarak karşılaşılan meşakkatlere bakmaları lazımdır.
Şayet bacılarımın hayır ve hasenat davasında güzel şeyler yapmaya niyetleri varsa, hemen, zaman geçirmeksizin aşmaları gerekir. Yani açıkçası kendileri olmaktan çıkmaları, İslam’la uyumu olmayan veya zayıf olan geleneksel anlayış kabuğunu kırmaları ve İslam’ın fedakâr davetçilerinle birlikte dava yükünü omuzlamaları ve vahiy ikliminde Zehralar olarak, nazenin çiçekler olarak yeniden ama yeniden filizlenmeleri ve acilen büyümeleri lazımdır.

Devam edeyim.

Günü birlik toz-tebar içerisinde kalmış, samandan bir çöplüğe dönüşmüş, istikrarsız düşünce med-cezirleriyle o ruhani iklimi teneffüs etmemiz çok zor. Öyle ise ruhi, tefekküri ve ameli bir yolculuğu aynı anda başlatmalıyız. Et ve kemikten oluşan beden duvarını aşmak böyle mümkün olabilir. Bu da birçok fedakârlığı göze almakla olur ancak. Mesela, kışın dondurucu, yok edici soğuk ikliminden, baharın yeniden haşredici iklimine kadar, kâinat dairesinde okumamıza ve dersler çıkarmamıza amade kılınan kevni tüm ayetler üzerinden derin bir tefekkür ile ameli bir okuma yapabilmeliyiz. Mesela yeni açın bir çiçekte kendimizi ve yeni solan bir çiçekte de kendimizi görebilmeliyiz. Kâinat dairesinde, o nokta-i nazarda çiçekten, gülden öte bir yerde değiliz veya da çiçek ve gül bizden öte bir yerde değiller. Meryem aynı zamanda bir çiçektir… Rabbimiz onun için “Bir bitki gibi yetiştirdik” buyurmaktadır. Bir bitkinin doğumunu, yetişimini, ölümünü tefekkür edelim. Bir gül nasıl yetişir bakınızı, bir de bir Meryem nasıl yetişir, bakınız. Bakalım ve ilahi sünnetin şifrelerini çözümlemeye, doğru okumaya ve doğru amel etmeye çalışalım.
Unutmayalım. Her zamanı bir hükmü var…

Her çağın Zeynebi kendi çağının tanığı ve Zeynebi olsa da, gıdasını, enerjisini ve besinini alacağı yer, Kur`an ve sünnet mektebi, yani Risalet mektebidir. O mektepteki derslerimize iyi çalışmak zorundayız, ta ki ümmet olarak muhtaç olduğumuz Zeynepler, Meryemler, Fatımaları kazanabilelim ve ta ki Zeynepler de Hüseyni davanın hakiki mesaj taşıyıcıları olabilsinler…

Duanıza muhtaç kardeşimiz.

M.Mehdi Gül / İnzar Dergisi Nisan 2011


 

Bu haberler de ilginizi çekebilir