Birbirimizden Vazgeçemeyiz
Bizi insan kılan, insanlardan Müslüman kılan, Müslümanlar olarak bizi birbirine kardeş kılan, davasının bilinciyle bilinçlendiren ve davası için bizi istihdam eden Allah`a sonsuz hamd ve senalar olsun.
Allah’ın adıyla...
Bizi insan kılan, insanlardan Müslüman kılan, Müslümanlar olarak bizi birbirine kardeş kılan, davasının bilinciyle bilinçlendiren ve davası için bizi istihdam eden Allah’a sonsuz hamd ve senalar olsun.
Öğretmenlik, öğrencilik, davetçilik, Müslümanlık, babalık, annelik, evlatlık vasıflarıyla bizi ailemizin ferdi kılan Allah’a sonsuz hamd ve senalar olsun.
Evet, birbirimizden vazgeçemeyiz. Birbirimizden vazgeçecek kadar lüksümüz de yoktur. İstesek de istemesek de ilişkilerimizi tamamen kesemeyiz.
Bunlar da bir yana; genelde kim hangi konumda göz önünde bulundurulursa bulundurulsun; ailesine, çevresine ve ilişikte bulunduğu diğer kişilere verdiği fayda, dokundurduğu zarardan, getirisi götürüsünden fazla oluyor.
Meseleyi aileyi oluşturan fertlerin ilişkileri açısından; herhangi bir cemaat ve o cemaatin irfan çeşmesinden beslenmişlerin ilişkisi açısından; her birisi İslam ümmetinin birer azası, birer parçası olan cemaatlerin, tarikatların ilişkisi açısından olmak üzere üç kural ve üç eksende ele alalım. Tekrarlardan kaçınmak için ve meseleyi uzatmamak için üç kural üzerinden meselemize eğileceğiz.
Birinci kural: İnsanların olduğu yerde incelik, nezaket, alçakgönüllülük, gayret, hoşgörülük, hikmet, fedakârlık vb. rengini ve kokusunu İslamiyet’ten ve insaniyetten alan güzel hasletler olduğu gibi –ki olması da normaldir - sorunun, hatanın, yanlış anlaşılmanın, sıkıntının, daralmanın, kabalığın, dar düşüncenin, öfkenin olduğunu ve bunların olmasının normal olduğunu bilmek…
İkinci kural: Muhatabımız -ailemizden, çocuklarımızdan, aynı dava uğruna beraber veya ayrı hizmet ettiğimiz kardeşlerimizden, hatta bize cephe alanlardan- kim olursa olsun tavrı ve yaklaşımı ne olursa olsun mümkün mertebe onlara “kavli leyin” ile gitmeliyiz, yumuşak ve tatlı sözle kalplerini okşamalıyız ve onlara karşı hikmetle hareket etmeliyiz.
Bu şekilde hareket ettiğimizde; muhatabımızda kinden, nefretten, öfkeden, saldırganlıktan, anlaşmazlıktan eser kalmayacağını –varsa- hatasını kendisinin itiraf edip telafi etmeye çalışacağını bilmek. (İnsaf ve adil muhakeme melekelerini kaybetmiş istisnalar kaideyi bozmaz.)
Bu şekilde hareket ettiğimizde; muhatabımızda kinden, nefretten, öfkeden, saldırganlıktan, anlaşmazlıktan eser kalmayacağını –varsa- hatasını kendisinin itiraf edip telafi etmeye çalışacağını bilmek. (İnsaf ve adil muhakeme melekelerini kaybetmiş istisnalar kaideyi bozmaz.)
Üçüncü kural: Kendileriyle sorun yaşadığımız muhatabımızın aynı şekilde kim olursa olsun ekser olarak bize –dünya ve ahiret hayatımıza- olan katkısı ve getirisinin götürüsünden katbekat fazla olduğunu bilmek…
Şimdi meselemize gelelim.
Birincisi: Sorun yaşadığımız, sıkıntı çektiğimiz, anlaşamadığımız, yanlış bulduğumuz muhatabımız ailemiz olsun. Ailemiz ve çocuklarımızla yaşadığımız sorunlarda birinci kuralın bilincindeysek işimiz kolaylaşacak. Zira “öf püf” etmeden “İnsanın olduğu yerde bunların olması normal” deyip kişiye takılmadan soruna ve çözümüne odaklanırız. İkinci kuralın bilincinde olup soruna karşı ikinci kuralla harekete geçtiğimizde ateşin üstüne suyla gitmişçesine öfkeyi, fitne ateşini söndürmüş oluruz. Fitne ateşi de söndürüldüğünde çözüm kapısı sonuna kadar aralanmış olacak; muhatabımız yelkenleri suya indirip sakince düşünüp mahcubiyetini gizlemeden güler yüzle bize dönecektir. Biz de ona döneriz.
Diğer iki kuralı bilmeden üçüncü kuralın bilincinde dahi olursak bu çerçevede sorun yaşadığımız ailemizin, eşimizin, çocuklarımızın artılarını, hayatımıza olan katkılarını, getirilerini düşünmemiz ve ona göre hareket etmemiz belki de sorunu tek başına bitirmeye yetecektir.
Zira ailemizin, eşimizin bin bir sıkıntımızı çekmiş olmaları ve çekmeleri, bize tahammül etmeleri, hizmetimizde koşuşturmaları, derdimizle dertlenmeleri, hastalığımızla üzülmeleri, yokluğumuzda endişelenmeleri, sevincimize sevinç katmaları, acılarımıza merhem olmaları, bizim için çalışıp didinmeleri, gecelerini gündüzlerine katmaları, üzerimize titremeleri bile getiri olarak yeter ve artar bile.
Bizden ayrılmakla acıyı yudumlamaları; eve gelişimizle “baba, anne” sevinç çığlıklarını atmaları; hayatımıza canlılık katmaları; anne ve babanın kıymetini bilmenin, anne ve babayı anlamanın derslerini bize vermeleri; geleceğimize umut aşılamaları; amel defterlerimizin kapanmamasına vesile olabilmeleri; Allah’ı bizden razı kılabilmeleri hayatın meyvesi olan çocuklarımızın hayatımıza katkıları olarak az görülebilir mi? Hayatımıza, saadetimize bu kadar katkıları olan birileriyle yaşadığımız sorunlarda haklı olsak da sabretmemiz, incelik ve hikmetle hareket etmemiz, affedici, hoşgörülü olmamız gerekmez mi?
İşte bu yaklaşım dahi tek başına sorunları bitirecektir, Allah’ın izniyle.
Meselemizin diğer iki ayağı için de aynı şekilde bu kuralları düşünsek; buna benzer tablolar ortaya çıkar. Bu tablolar da bizim ümmet olarak, cemaat olarak, toplum olarak, aile olarak bizim birbirimizden vazgeçmememiz gerektiğini haykırıyor.
Netice olarak nerede olursak olalım, muhatabımız kim olursa olsun, nasıl davranırsa davransın; muhatabımızla aramızdaki sorunları çözüme kavuşturmayı, aramızdaki buzları eritmeyi, toplumda uhuvvet ve muhabbete ruh gelmesini, aile huzur ve mutluluğunu, “saadeti dareyn”i, istiyorsak bu düsturlarla-kurallarla hareket etmeliyiz. Bir zalim için dokuz masumu katletmeyi, aile içinde huzursuz olmayı, bölük pörçüklüğe ivme kazandırmayı, sorun ve sıkıntıların çıkmaz sokağında sıkışmayı; kinin, öfkenin, yanlış anlaşılmanın, husumetin ve hasedin başını alıp gitmesini istemiyorsak hikmetle hareket etmeliyiz.
Selam ve dua ile…
Mustafa Canan
Mustafa Canan / İnzar Dergisi / Aralık 2011