Yarışmaya Var mısınız?
Hayat serüveni içerisinde yaşananlar insanın kişiliğini oluşturan yapının temel taşları konumundadır. Her ne kadar insan nisyanla malul olsa da nakış nakış işlenip derin izler bırakan tatlı zamanlar ve faydalı anlar hep hatırlanagelmiştir. Tıpkı bir zamanlar kardeşlerle yaptığımız “yarışma”mız gibi öylesine heyecanlı öylesine tatlı ve öylesine zevkli bir yarıştı ki; kazananımız bir kişi olsa da kaybedeni olmadığı için hakikatte kazanan hepimiz idik. Üstelik bu kazanç dünyada da ahirette de geçerli bir akçeydi. Ne kadar da garip değil mi? Doğrusu öyle, ama bilinmelidir ki söylenen de bir hakikattir. İtiraf etmem lazım ki sonuncu olmasam da bu yarışmanın pek birincisi olmazdım. Sabikunları geçmek öyle kolay değildi. Öyle olsa da dedim ya yarışmamız gerçektende zevkliydi. Çünkü o bizim için ilahi buyruğu yerine getirmenin adıydı. O “Oku yaradan Rabbinin adıyla” hakikatine ulaşmanın bizdeki idrakiydi.
Herkesin katılıp rahatlıkla kazanabileceği gayet kolay ama aynı zamanda kazancı değerli bir yarışma güzel değil mi? Bizim yarışmamız da işte tam böyle bir şeydi. Zahmet yok, meşakkat yok hatta yorulmak bile yoktu. Var olması gereken tek şey ise kazancı olan muhtaciyet anlayışı ile beraber biraz da “azim”di. Mekânı ise her yerdi. Evde, okulda, işte, arabada... devam eden, ara nedir bilmez bir yarışmaydı.
Tahmininiz tuttu mu bilmem ama yarışmamızın adı “Okuma” idi. En çok okuyana ise kendi aramızda parasını toplayarak aldığımız kitabı hediye ederdik. İşte bu dünyadaki ilk karşılığıydı. Ahiret karşılığı ise Allah`a aitti. Kitabın okunup anlaşıldığının ispatı ise okunanın anlatılmasıydı. Soru sormak ise dinleyicilerin vazgeçilmez neşesiydi. Böylece bir taşla biri okuma, biri anlatma, biri de dinleme adında üç kuş birden vururduk.
Ya şimdi;
Adına teknoloji çağı denilen bir zaman tünelinde hızla yol almaktayız. Sunulan imkânlar, ortaya konulan icatlar yirmi dört saatimizi işgal eder düzeye gelmiştir. Zamanını nasıl değerlendireceğine karar veren değil zamanı başkası tarafından belirlenen birer canlı robot haline gelmiş durumdayız. Ne yazık ki dünyanın gidişatına yön vermesi gereken Müslümanlar ise bu sinsi çarkın dişleri arasında adeta gönüllü olarak döner duruma gelmişler, hem de hiç rahatsızlık duymadan.
Oysa biz ki, dünyayı değiştirip ıslah etme görevine “Oku” emriyle başlayan bir peygamberin ümmetiyiz. Evet, Peygamber Efendimizin aldığı ilk buyruk “Oku” olmuştur. Çünkü “Oku”mak zulüm üzerine kurulu adaletsiz dünya düzenlerini değiştirmeyi anlamanın adıydı. Ardından ilahi ferman.
Yazımızın sonu okumanın neticesinde elde edilecek ilmin önemini belirten Muaz İbni Cebel (ra)`in ilim öğretme ile öğrenme hakkındaki şu sözleri olsun:
“İlim öğreniniz. İlmin Allah için öğrenilmesi Allah korkusu sağlar. İlmi öğrenmek; ibadet, müzakeresi; tesbih, ilimden söz etmek; cihad, bilmeyenlere öğretmek; sadaka, lâyık olanına öğretmek hususunda gayret göstermek; Allah`a yakınlıktır. İlim, yalnızlıkta can dost, tenhada arkadaş, dini konularda kılavuz, sıkıntı ve belalara karşı sabır aracıdır. İlim dostlar yanında vezir, yabancılarla birlikte bulunurken yakın destekçidir, cennet yolunun ışığıdır. Allah Teâlâ, ilim sayesinde toplumları yüceltir, kendilerini hayırda peşlerinden gidilen efendiler, kılavuzlar yapar, iyilikleri anlatılır, davranışları gıpta ile izlenir, melekler dostluklarına can atar, kanatlarıyla kendilerini okşarlar. Yaş ile kuru her ne varsa, denizdeki balıklar ve haşeratlar, karadaki yabani ve evcil hayvanlar, gökler ve yıldızlar hep onlar için mağfiret isterler.” (İhya-u Ulumiddin 1.cilt)
Abdulgafur Batmaz / İnzar Dergisi / Kasım 2011