Yaşa Değil, Başa Uyulur
YAŞA DEĞİL, BAŞA UYULUR
Şüphesiz, bir baba; dünya hayatında evladına öğrettiği doğru inanç ve güzel ahlaktan daha hayırlı bir miras bırakmış olamaz. Hayırlı bir evlat için de yanlış yolda bulunan ana ve babasına doğru yolu göstermesi, onları hakka ve hakikate irşat etmesi kadar bir vefakârlık, bir sadakat bulunamaz. Elbette bir baba bildiklerini ve inandıklarını en güzel bir şekilde evladına iletip öğretecektir. Ama bazen bu kabiliyet babada değil evlatta bulunur. Hatta İbrahim aleyhisselamın babası “Azer” gibi baba, dalalette olan bir putperest bile olabilir. O takdirde de ona uyulacak mı?
İşte o zaman evlat, İbrahimî bir bilinçle hareket etmeli ve İbrahim aleyhisselam gibi babasına değil itaati, doğru yolu göstermesi ve nasihat etmesini bilmelidir. Bu konuda büyüğümdür, edepsizlik olur diye düşünmemeli ve çekinmemelidir. Çünkü bu iş yaşla, büyüklükle, küçüklükle alakalı değil, akıl ve seciyeyle, ehliyet ve istikametle alakalıdır. Bu yetenekler, bu hasletler kimde mevcut ise akıl vermek, rehberlik etmek de onda olmalı ve onun hakkıdır. Elbette babaya karşı edeple hürmet edilecek ve onu rencide edecek şeylerden sakınılacaktır. Ama onun cehaletine ve dalaletine uyulmayacak, tabi olunmayacaktır. Bilakis bu durumda babalar nefse, enaniyete kapılmadan doğru yol üzerinde bulunan evladına uymalı ve gerçeğe teslim olmalıdırlar.
Emevi Halifelerden Ömer Bin Abdülaziz halifelik makamına oturunca, civardan birçok heyet onu tebrik etmeye gelir. Bir gün yine bir heyet gelir ki, bunların önünde genç bir adam yürüyordu. Teşrif edilip içeri alındıklarında da genç adam, yaşlılardan önce varıp kavim reisleri için hazırlanmış mindere oturuverir. Bunu gören halife, ona: “Ey genç adam! Şu senden daha yaşlı bulunanlara saygı göstersen, olanlardan birinin oraya oturmasını müsaade etsen daha iyi olmaz mı?” der. Genç adam: “Ey müminlerin emiri! Eğer bu iş yaşta olsaydı ümmet içerisinde sizden çok daha yaşlı insanlar vardır; o takdirde halifelik onların hakkı olurdu.” deyince, halife: “Eh şimdi anlaşıldı ki, kavmin reisliğini de o mindere oturmayı da hak etmişsin” der.
Kur’an-ı Kerim’de Enbiya Suresi’nin 78 ve 79. ayetlerinde belirtildiğine göre, Hz. Davut ile Hz. Süleyman, halkın ekinleri hakkında hüküm verirlerken meselenin doğru çözümü Allah tarafından Hz. Süleyman’a bildirilir. Ve bir baba olan Davut aleyhisselam bunu görünce hemen bunun Allah tarafından verilen bir hüküm olduğunu anlar ve kendisi de oğlu Süleyman’a uyar. Dahası kendisi daha sağken oğlunun peygamber seçildiğini görünce hükümdarlığı da ona bırakır.
Demek ki, bir baba peygamber de olsa, hakikatin oğlunun görüşünde olduğunu görünce Davut aleyhisselam misali hemen ona uymalı, hakka teslim olmalıdır. Azer gibi kibirlenip gururlanmamalı, yüz çevirmemelidir. Çoğu zaman mümin babalar ve hatta peygamberler dahi samimiyetlerinin ölçülmesi için bununla imtihan edilebilirler. Zaten Davut aleyhisselam da böyle sınanmıştı. Şu halde mümin babaların bu noktaya iyi dikkat etmesi gerekir. Aslında onlar bu durumda küçüklerine değil, hakikate boyun eğiyor, hakka teslim oluyorlar.
Evet, iş bilenin, yol yürüyenin, kılıç kuşananındır. İşi bilene, yolu kat edene ve kılıcı kuşanana bırakmak gerekir. Bu hususta yaşa değil başa bakılır. Zira "Akıl yaşta değil baştadır." Nice yaşlı başlar vardır ki, yaşlılığın ve sözde güngörmüşlüğün enaniyetine kapılır ve kendisiyle birlikte yığınları da dalalet vartalarına götürürler. Ve nice aklı başında büyükler vardır ki, hakikat belirince, onu getirenin yaşına başına bakmadan enaniyetini bir yana koyup hemen uyarlar. Böylece kendisiyle birlikte nice yığınların da kurtuluşuna vesile olurlar. Ancak insanlık tarihine baktığımız zaman, bu ikinci kategoriden yaşlıların çıkması çok ender olmuştur. Ömürlerinin çoğunu cahiliyede geçiren ve bu yolda tecrübelerine güvenen yaşlılar, daima peygamberlere karşı çıkmış, şeytani hislerine mağlup olarak hak davanın önünde en büyük takoz olmuşlardır.
Validemiz Hz. Aişe’nin dediği gibi, İslam’dan önce Medine’de yaşanan Buas Savaşı gibi savaşlar, İslami tebliğin Medine’de yayılması için ilahi bir lütuf olmuştur. Sanki bu savaşlarla Medine halkına özel bir isteklendirme sağlanmış ve olumsuz tüm engeller ortadan kaldırılmıştır. Çünkü bu savaşlar, Medine`de yaşlı insan bırakmamıştı. Artık Medine`de henüz yeni yetişip savaş çağına gelmiş genç ve dinamik bir nesil vardı. Bu nesil atalarından bir miras gibi devraldığı savaşçılık mesleğine yabancı olmadığı gibi önünü tıkayacak, engelleyecek yaşlılar da kalmamıştı. Birkaç tanesi kalmış idiyse de bunu engellemeye güçleri yetmedi.
Nitekim Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Medine’ye teşrif buyurunca Medine’nin dört yaşlısından üçü, kavimleri Müslüman olunca ve etraflarında kimse kalmayınca mecburen kendileri de gelip Müslüman oldular. Bunlardan sadece Amr Bin Camuh Müslümanlığını güzelleştirdi ve Uhud Günü şahadet mertebesine yükseldi. Geriye kalanlardan ikisi Abdullah Bin Ubey ve Ced bin Kays, ömürlerinin sonuna kadar gizliden İslam düşmanlığını yaptılar. Bir iç karışıklık çıkararak, bir dış mihraklarla, Yahudilerle işbirliği yaparak hep Müslümanların aleyhine çalıştılar. Ve nihayet –Kur’an’ın nassıyla sabittir ki- münafık olarak öldüler.
Bunların dördüncüsü ve en yamanları olan Ebu Amir ise, yaşlılığın yanında kâhinlik ilmini de bildiği için, tamamen nefsine uyup istiğna etti. Uhud, Hendek ve Huneyn Savaşlarında Müslümanlara karşı müşriklerin saffında yer aldı. Dahası Mescid-i Dırar olayını arkadan planlayıp yönettiği gibi İslam aleyhinde birçok oyun ve entrikalar çevirdi ve nihayet İslamiyet bütün Arap yarımadasına hâkim olunca çaresiz olarak Mısır’a kaçtı. Hz. Peygamber (s.a.v)’in vefatından sonra Mısır da fethedilince: “Çöle gidiyorum, orada kurtlar beni parçalayıp yiyecek” dedi ve başını alıp Afrika çöllerine daldı. Ve çölde kurtlara yem olarak, kâfir olarak öldü gitti. Çünkü o, bir zaman kendine böyle beddua etmiş, Allah’ın Resulü (s.a.v) de âmin demişti.
Allah hidayetten sonra delalete düşürmesin. Şüphesiz hidayet Allah’ın elindedir. Allah, birine hidayet dilemeyince kul hiçbir şey değiştiremez.
“Sen sevdiğine hidayet veremezsin; ancak Allah dilediğine hidayet verir. Allah bilir siz bilmezsiniz.”
“Hidayete tabi olanlara selam olsun.” Hidayet yolu üzerinde izzetle direnenlere, sabru sebat edenlere esenlikler ve mutluluklar olsun dileğiyle Allah’a emanet olun.
MEHMET ŞENLİK / İnzar Dergisi / Ekim 2011