• DOLAR 32.45
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...
Arap Devrimleri Mecrasını Bulacak
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Söz konusu çevreler, bu olayın demokratik değişim için patlak veren Arap devrimleri üzerinde yoğunlaşmış gündemi saptıracağı gerekçesiyle karşı çıkıyorlar. Ve sanki kanlarını ve canlarını özgürlük adına veren bu devrimciler, İslami mukaddesat ile işgal edilmiş toprakları kurtarmak için çalışan direniş hareketlerine karşıymışlar gibi bir algı oluşturulmaya çalışılıyor.

İsraillileri hedef alan bu saldırı aslında Arap ve İslam toplumları açısından en önemli kutsal mücadeleyi, yani Kudüs’ün özgürleşmesi sorununu hatırlatmayı sağlamıştır. İsrail, Arap diktatör rejimlerinin alçakça göz yumması nedeniyle İslami ve milli onuru ayaklar altına almıştır. Bu diktatör rejimler aldatmaca barış söylemleriyle İsrail’e kırk yıldan fazla devam etmekte olan bir işgal imkanı ve hak etmediği bir güvenlik bahşetmişlerdir.

Eğer bir yerde, bir milletin toprağı işgal edilmiş, halkı ve mukaddesatının onuru ayaklar altına alınıp çiğnenmişse, buna karşı direniş meşru bir haktır. Direnişi gösterenin kim olduğu, siyasi aidiyet ve ideolojisinin ne olduğu önemli değildir. Ve hali hazırdaki Arap devrimlerinin demokratik değişim talepleri şayet direnişi sahiplenmiyorsa, bu nasıl bir değişim olabilir? Arap ve İslam toplumlarının onurunu kurtarmaya yönelik bir direniş hareketinin her hangi bir devrimci tarafından desteklenemeyeceğini düşünemeyiz.

Demokratik değişim talepleri çizgisindeki Arap devrimleri ile işgale karşı direniş hareketleri omuz omuza yürüyen ve birbirini tamamlayan ikizler gibidir. Yan yana duran bu iki çizginin biri diğerini yok saymaz. Eğer; hayır, bu iki çizgi beraber olmaz deniyorsa, bilinmeli ki bu, halkın değil, rejimlerin savunduğu bir şeydir. Oysa direnişte asıl kaynak halktır, rejimler değil. Rejimler bu konuda halklara tabi durumda olmalıdırlar.

Mısır rejimi kırk yılı aşkın bir süre “direniş” gerçeğinden kendisini soyutladı ve İsrail ile aldatmaca barış anlaşmaları imzaladı. Ancak rejim, Mısır halkının vicdanının derinliklerinde var olan direniş ruhunu söküp almada başarısızlığa uğradı. Bu halk İsrail ile normalleşme politikaları sadedindeki bütün baskılara en sert tepkiyi göstermeye devam etti.

İsraillilerin de bu gerçeği görme zamanı gelmiştir. Artık Mübarek dönemi bitmiştir. Mısır eski Mısır değil artık. Bunun bir şahidi de geçen iki gün boyunca Kahire’deki İsrail elçiliği önünde öfkeli kalabalıkların gösterisi olmuştur. İsrail’i protesto eden halk, İsrail elçiliğinin de kapatılmasını istediler.

Mısırda hakimiyeti elinde tutan askeri konseyin çoğu asker altı Mısırlıyı katleden ve Mısır egemenliğini hiçe sayan bu İsrail ihlaline karşılık hızlı ve güçlü adımlar atması gerekir. Ve gelecekte böylesi bir olayın tekrar edilmemesi için garantiler sağlayan bütün işlemleri yürütmesi gerekir.

İsrail kendi vatandaşlarına yapılan saldırıya süratle karşılık verdi ve Refah kentindeki bir eve saldırdı. İsrail bu saldırıda Filistin Halk Direniş Komiteleri sekreteri ve dört seçkin yardımcısını katletti. Peki Mısır’a hükmeden askeri konsey niçin İsrail’in katlettiği askerlerinin öcünü almıyor? Şehid edilen bu askerler tarihin en büyük devrimlerinden birini gerçekleştirmiş bu asil milletin evlatları değiller mi? “Uygun zaman ve mekanda karşılık verilmeli” diyen söylemi duymak istemiyoruz artık. Çünkü bu söylem aciz güçsüzlerin, iradeyi file çeviremeyen ve ülkenin şeref ve onurunu savunmada yetersiz kalanların söylemidir.

Halk devrimleri, bu söylemin sahibi olan rejimlerin geçerliliğine son verdiği gibi, bu söylemin kendisini de rafa kaldırmıştır. Çünkü halk, bu tür alçaltıcı demeçlerin tekrarlanmasından artık bıkmış, bu gibi söylemleri duymaktan da onurunun kırıldığını fark etmiştir. Söz konusu halk devrimlerinden bazısının Filistin bayrağını dalgalandırmadıkları, İsrail ve Amerika bayraklarını da yakmadıkları doğrudur. Ancak bu devrimlerin, bireysel saygınlık ve şerefin sadece bütün bir memleket saygınlığının bir parçası olduğunu anlamış oldukları da diğer bir doğrudur. Memleketin saygınlığı sağlanmadan kişilerin saygın kalabileceklerinden söz etmek doğru değildir.

Yapılan bu Elat operasyonu bizce Arap devrimlerinin seyrini doğru mecrasına aktarmış ve devrimleri altmış beş yıldan beri bölgedeki bütün sıkıntıların sebebi olan en tehlikeli ve en önemli hastalığı ortadan kaldırma istikametine yönlendirmiştir. Şüphesiz bu en önemli tehlike İsrail barbarlığıdır. Bu en büyük tehlike olan İsrail azgınlık ve barbarlığı, aynı zamanda Arap halklarının direniş ruhunu kırmaya çalışan Arap başkentlerindeki zalim diktatör rejimlerin de kaynağı ve besleyicisi olmuştur.

Bölgede Amerikan politikalarına destek veren Arap rejimleri devrimleri destekler görünerek onları saptırmaya çalışıyorlar. Bakın, başta Amerika ve Arap rejimleri bu Elat operasyonu karşısında şaşkına dönmüş vaziyetteler. Bu diktatör Arap rejimler, Filistin’in ve onu işgal eden İsrail’in kendilerine hatırlatılmasını bile istemiyorlar.

İsraillilere karşı yapılmış bu eylem zamanlaması itibariyle de batının demokrasi ve özgürlükler çerçevesindeki ikiyüzlülüğünü bir daha ortaya koydu. Batı sözde, diktatör Arap rejimlerinin yıkılmasını istiyor. İşte bu Elat operasyonu batının ve özellikle de Amerika’nın bu yalancılığını ortaya koydu. Hak ve özgürlüklerden yana iseler, neden Filistin halkının sürekli çiğnenen haklarını sürgün edilen halkını, kendilerine karşı işlenen insanlık suçlarını görmezlikten geliyorlar? Niçin İsrail’in cinayetleri ve ihlallerinin hesabını sormaya yanaşmıyorlar?

Kahire’deki İsrail elçisi İzak Lifnun’un olayları takip etmek için Kahire’deki bürosuna döndüğünü duyduğumuzda şoke olduk. Bu elçinin Kahir’ye dönmemesi gerekirdi. Belki İsrail füzesinin altı Mısırlıyı katletmesinden ve katil uçaklarının Mısır hava sahasını ihlal etmesinden sonra, İsrail elçisinin kovulması, akabinde de elçiliğin kapatılması gerekirdi.

İsrail’in bu ihlalleri Mısır’da hakimiyeti elinde bulunduran Askeri Konseye, Camp Davit anlaşması dosyasını gözden geçirme ve Sina yarımadası üzerindeki Mısır hakimiyetinin bütünüyle geri alınması fırsatını vermiştir. Ve hatta İsrail’in bu anlaşmalara bağlı kalmaması dolayısıyla tedrici bir şekilde bu anlaşmanın iptali gerçekleşmelidir.

Arapları ve Müslümanları küçük düşürmeye dayalı İsrail politikaları Amerika ve batının desteğinde yürümektedir. Savaşta da barış masasında da kaybetmiş diktator Arap rejimleri de İsrail karşısında hazır ol vaziyetine geçerek buna destek sağlamışlardır. Aslında şiddet içeren bu eylemlerin sorumluları da bu rejimlerdir. Gelecekte de meydana gelecek şiddet olaylarının sorumluları İsrail ve bu diktatör Arap rejimleridir. İsrail, barışı katlederek şiddetin tohumlarını ekmiştir. “El kaide” örgütü şayet bu Elat saldırısını yapmışsa, onu buraya getiren İsrail’in aşırı sağcı hükümeti ile onu seçmiş olan İsraillilerdir. El kaideye zemin hazırlayan İsrail politikalarıdır.

Unutmamamız gereken bir şey de şudur: “El kaide”nin yeni lideri Dr. Eymen Zevahiri, Camp Davit anlaşması sonrasında Enver Sedat’ı öldüren Mısır “El Cihad” örgütünün içinden çıkmış biridir. Şayet Elat saldırısını “El Kaide” planladıysa bu demektir ki, Zevahiri İsraillileri öldürmeyi öncelikleri arasına almış bulunmaktadır.

Arap coğrafyası her tarafıyla köklü değişimlere sahne olmaktadır. Ve Arap baharı, eninde sonunda muhakkak Filistin’e de ulaşacaktır. Çünkü Filistin Arap dünyasının kalbidir. Şimdilerde bu coğrafyanın dış organlarında başlayan değişim merkeze doğru ilerleyecektir. Ve biraz gecikse de bu bahar Küdüs’e de ulaşacaktır inşallah.

Kaynak: Abdulbari Atvan / Al-Quds Al- Arabi

Çeviri: Selahaddin Yıldırım / Doğruhaber

 

 

 

 

 


 

Bu haberler de ilginizi çekebilir