Adayabilmek En Sevdiğini!
Başkasının derdiyle dertlenen, uykuları kaçan evladının saçlarını şefkatle okşarken Başkasından sana ne yavrum, başın belaya girer. Sana bir şey olursa ben ne yaparım diyen; iyiliği emretmek, düşene yardım etmek, acımak, merhamet etmek gibi güzel davranışlardan uzak tutmaya çalışan bir anne, evladını neye adamıştır acaba?
Adanmak… Tıpkı Meryem gibi… Daha doğmadan ve adanmışlığından habersiz… Kendini karnında taşıyanın yeminine boynunu bükmüşçesine doğmak… Teslim olmak adayan gibi… Nedenlere, niçinlere sarılmadan… Boğazına takılan hıçkırıklara aldırmadan… Sorgusuz sualsiz, anne sıcaklığına muhtaç iken adanmışlığa yürümek… Meryem gibi…
Adanmak… Bazen İsmail (AS) gibi… Kaçıp saklanmadan “Baba, gördüğün bir düşten ibarettir” demeden… “Emrolunduğun şeyi yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın” (Saffat: 102) diyebilmek… Babanın teslimiyetine sabır yüklemek… İblisin tüm çabaları beyhude… Adayan baba gibi adananda da aynı teslimiyet…
Adanmak, hep Meryem’i ve İsmail’i getirir akla. Onların adanmışlığı, Rableri katında makamlarının yükselişiydi aynı zamanda. Babasız bir peygambere anne olmak ve birçok Peygamberin soyu olmak… Allah böyle kabul ediyordu, Hanne ile İbrahim (AS)’in adaklarını. Adayanın adağı O Yüce Zatın kudretiyle büyüyüp dal budak salıyordu o günden ta kıyamete dek. Kolay değil anne-babanın kendi öz evladını adayabilmesi. Elbette mükâfatı da büyük olmalıydı.
Adamak farklıdır, adanmak ise daha da farklı… Kendi canından bir parçayı, O’nun rızasını gaye edinerek...