İDEV, İHH gibi birçok vakfın katılımıyla DİB ve TDV öncülüğünde 27-29 Haziran tarihleri arasında Ankara’da düzenlenen Aile ve İyilik temalı fuar, bir yönüyle ülkedeki farklı kesimleri aile temelinde buluşturup meseleye kısmen birlikte çözüm arama anlamına da geldiği için takdiri hakediyor.

Ailenin önemine dair söz bitmez. Farklı vesilelerle söylediğimiz hususları özetlemeye çalışalım.

Aile arayışı fıtridir, batılıların ifadesiyle içgüdüseldir. Çünkü doğarken ağlamak, sadece gıda açlığının değil aynı zamanda sıla/bağ kurma açlığının da ilânıdır.

Peki her dinin, düşüncenin, ideolojinin, sosyal çevrenin, milletin, devletin en temel rezervi aile iken bunun zayıflaması karşısında endişeye kapılmamak mümkün müdür?

Geçmişte nice medeniyet, ailesini tüketerek tarih sahnesine veda etti. Bunun en trajik olanları Yunan’lardır, Roma’lılardır. Önce kadını değersizleştirdiler, sonra aileyi bıraktılar, aile gidince geride herhalde edep kalacak değildi. Edep gidince köklerini kuruttular.

Narsist, hedonist ve yalnız bireyler. Ve bunların ötesinde küresel seviyede örgütlü hale gelen ve ele geçirdiği sanat aleminden sonra dünyanın ekonomi ve siyaset gibi birçok sahasında kapıları zorlayan cinsi sapkınlıklar da cabası.

Tek çözümün, Kur’an ve Sünnetin safi orjininde olduğunu yer yer itiraf etseler de gururları kendilerine gelmelerine mâni oluyor.

Prens Charles, 15 yıl önce Oxford Üniversitesi'nde verdiği bir konferansta şöyle diyor:

"Kur'an, Müslüman kadınlara mülk edinme, miras, boşanma, nafaka, iş kurma hakkını 1400 sene önce vermiştir. Kur'an'ın, 1400 yıl önce kadına verdiği haklar, benim büyük annemin bu çağda bile yabancısı olduğu haklardır. Bu konuda da Avrupa, İslam'ın çok gerisindedir."

Teslimiyetin kırıldığı şu enaniyet asrında, çok ciddi önlemler alınmadığında yönümüzü çevirdiğimiz jelatinli karanlığın bizi etkilememesi mümkün değildi ve öyle de oldu.

Burada durup birkaç soru sormak gerekiyor:

1- “Evleniniz çoğalınız, ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı övüneceğim” diyen bir Nebevî irşada rağmen müslüman bir ülkede çocuk sayısındaki sert düşüşün nedeni, acaba Peygamber(sav)’in Sünnetinin neredeyse sıfırlanan gelenekle beraber pratikten tekrar nazariyelere geri dönmesi midir?

2- Gençlerin evliliğini kolaylaştıracak planlar, neden çok yavaş yürüyor?

3- Erkeği evden uzaklaştırmadan da kadını korumanın yolu olamaz mıydı? Buna neden kafa yorulmadı?

4- Yalnız yaşayanların oranı neden son 10 yılda yüzde 70 artarak 5,5 milyonu aştı?

5- Cinsi sapkınlıklara karşı birçok ülke ciddi tedbirler alırken bu ülkede niçin konu çok sınırlı önlemlerle geçiştiriliyor?

6- Müslüman bir toplumda bu kadar çok ten teşhirciliğini kimler nasıl yayıyor? Müstehcenliğin sınırsızlığına nasıl müsamaha gösteriliyor?

7- Kadını güçlendirme deyince ilk akla gelen her sahada kadın istihdamını artırma fikrinin yan etkileri üzerinde neden durulmuyor? Üstelik bunun doğurganlığın düşmesine yol açtığı ortadayken.

Daha bir çok soru var yalnız işin özünü de kaçırmamak lazım. Egemen küresel anlayış, yoğun biçimde pazarladığı konforun zaruri kıldığı aşırı kurumsallığa dayanarak ahlâkı, hukuka bağladığı için yönetim aygıtı, en alttaki bireye varıncaya kadar toplumun otokontrolünü üslenmeye başladı. Bu da fedakârlığı zayıflattı. Diğergamlığın azaldığı bir toplumda ise farkındalığı törpülenmiş yani duyarsızlaşmış insan kümeleri artacak demektir.

Peki hepimize düşen sorumluluklar nelerdir?

İmanın altı şartından biri olan ahiret inancı, bu sorumluluğun doğal dayanağıdır. Çünkü Allah korkusu, bize hesap şuurunu, bu da ortak payda için endişeyi yükler.

Öte yandan aileyi ıslah faaliyetlerinin mihveri sayılacak niyet ve nazarı (bakış açısını) besleyecek yedi tavsiyeyi 7 T kuralıyla özetlemek mümkündür: Temizlik, Tutarlılık, Temsil, Terbiye, Teşhis, Tedbir, Tartı/Takdir.

Hangi din ve dünya görüşünden olursa olsun hiç kimsenin hayır diyemeyeceği bu maddelere kısa kısa değinelim.

Gelecek yazıda inşallah.