İsviçre çakılarını bilirsiniz. Sadece birkaç çeşit bıçağı değil, normal makas, tırnak makası, tirbuşon, mini pense, tornavida diye uzayıp giden 33 küçük aleti bir bıçağın içine sığdırmışlar. O kadar fonksiyonun küçük bir alete adaptesi ilginç ve elbette hoş bir hüner hatta öyle ki saati ve ilacı gibi kendi devletinin ismini de böylece markalaştırıyor.
Türkiye de öyle bir çakı. Yalnız faydasız, tutarsız, alakasız ve anlamsız çok tuhaf işlerin bir mozaiği gibi duruyor. Son zamanlarda yeni eklenen bıçakları saymazsak bir sürü garabetle dolu. Çakı üzerinde düşünsek herhalde listesi, şöyle olurdu: Hangi kilide ait olduğu belirsiz anahtarlar, kravat iğnesi, çengelli iğne, olta iğnesi, ayakkabı tokası, saç tokası, çay kaşığı sapı, menteşe, musluk vidası, kesme şeker makası gibi vs.
Ekonomisinin, dünyanın en yüksek faizlerinden biriyle yönetildiği ya da yönetilmeye mecbur edildiği bir ülke burası.
Tarihinin, dünyanın en operasyonel kurgularından biriyle yazılıp oynatıldığı bir ülke.
Yaşam tarzının dünyanın en çirkin, en uyumsuz taklitlerinden biriyle zorla batı modernitesine monte edildiği bir ülke.
Sanatından akademisine, kültüründen sermayesine, sporundan gelenek göreneklerine kadar kendini tarif eden ne varsa dünyanın en mantıksız müdahalesiyle halka yabancılaştırıldığı bir ülke.
Firavunun, erkek çocukları öldürüp kadınları diri bırakmasını hatırlatır bir edayla, “kadının beyanı esastır” gibi hiçbir hukuk normunda karşılığı olamayacak güzellemelerle, çarpık uygarlaşma ile, kontrolsüz kentleşme ile, demografik salıvermişlikle, kendi eliyle kendi neslini korkunç hızda tüketen bir ülke.
Eğitim ve medya gibi bütün resmî ve gayri resmî aparatlarıyla ayarsız paganistler yetiştirirken, hâlâ dinini önemseyen yığınların bir o yana bir bu yana savrulmaktan, örselenmekten, yorulduğu bir ülke.
Siyasetle ve bürokrasi ile çözüm arayanların köşeleri tutunca sistemi düzeltmek yerine sistemin açıklarını kullanarak kendi çıkarlarını büyüttükleri bir ülke.
Neyin doğru neyin yanlış olduğuna hakkaniyetle selim vicdanla, izanla, insafla ve adaletle değil en basit tarafgirlik refleksiyle karar verildiği bir ülke.
Velhasıl, Üstad’ın; "Bir kadına bir jandarma elbisesi giydirilmez. Bir ihtiyar hocaya tango bir kadın libası giydirilmediği gibi, körü körüne taklit dahi çok defa maskaralık olur" diye ahvali özetlediği bir ülke.
Eh bu kadar anormalliğin olduğu bir memlekette fuhşun, zinanın haramlığına dair hutbe verdi diye, batıdan fonlanarak semirmelerine ses çıkarılmayan çevrelerin Diyanete höykürmeleri gayet alışılmış sıradan işlerden oldu.
Varıp da bizzat dinlemedikleri hutbelerin peşine düşmelerinin sebebi tabi ki, hem sembolik de olsa devletin dine yaklaşma tehlikesini sezmeleri, hem de Cuma namazına düzenli gidenlerin sayısının neredeyse erkek seçmenlerin yüzde seksenine tekabül etmesi.
Ordusu zayıflamış bir Mısır, nasıl ki uluslararası güçler için felaket ise, Kemalizm’i sarsılan bir Türkiye de, başta terör rejimi olmak üzere, küresel sömürü düzeni için yolun sonu demektir.
Bu nedenle, Diyanetin en doğal, en tehlikesiz, en anlaşılır bir konuda hutbe vermesine göster(t)ilen tepki, bir tehdittir. Eğer Diyanet, az daha cesaret gösterirse, gürültülerini darbe iması çığırtkanlığına vardıracaklardır.
Fakat sonuçta Diyanetin de devlete bağlı olduğu gerçeği onları bir nebze rahatlatan bir husustur. Yoksa Mehmet Görmez Hoca’nın başkanlığı döneminde sıkça dile getirdiği özerk bir Diyanet’in halk üzerindeki etkisi ile doğrudan devlet idaresindeki bir kurumun etkisi çok farklıdır.
Şimdi daha samimi hutbeler beklemek herkesin hakkı. Öyle suya sabuna dokunmayan sözler değil yahut genel ifadeler değil, kim yaparsa yapsın, ülkedeki her türlü harama, çirkefe ve yanlışa karşı dinin hükümlerini açık ve net biçimde dile getireceği hutbeler.
Hem verin bir hutbe, yerli üretim zındıklar, palyaçolar, sirk maymunları onunla oyalansınlar, daha ne istiyorsunuz.