Başlıktaki anlam belirsizliğinin dışında başlığın içerikçe de ihtilaflı olduğunun farkındayım. Bir virgül kullanmakla noktalama işaretlerimden birini kaybetme endişesinden değil bu belirsizlik. Farklı bakışların zenginlik olduğu bilinciyle böyle bir giriş yapma ihtiyacı hissettim.
Başlığı görünce eminim çoğunuzun dilinden "CHP hep aynı CHP değil mi, fabrika ayarlarına nasıl dönsün ki" ifadeleri dökülmüş, bu ifadeleri kullanmamış bile olsanız bu meyanda bir düşünce zihninizin bir köşesinde ateşböceği kadar da olsa bir ışık saçmıştır.
“Fabrika zaten bozuk değil miydi ki, ayarlarına nasıl dönebilir” düşüncesinde olanların dışında “ithal bir fabrikanın bu topraklara ne gibi bir faydası oldu da ayarlarına dönülsün” diye düşünenler de yok değil.
Hele partinin kuruluş yıllarını düşünenlerin partiyi insan öğüten bir patoz makinesine benzeteceklerinden zerre kadar kuşkum yoktur. Zaten hiçbir icraatı olmayan partinin tek ürettiği şeyin insan kıyma makinesi olduğu hepimizin malumu. Öyle ya İskilip’ten girsek Kastamonu’dan çıkar, Piran’da pir-i faniye selam çakıp Dersim dağlarına ulaştığınızda insan öğüten patozun bu topraklarda neler ifade ettiğini net bir biçimde anlamış oluruz. Ders kitaplarında zikredilen beş savaşın toplamında on üç bin insanımızı kaybettiğimiz halde sadece Dersim’de – resmi rakamlara göre – on üç bin insanımızın insanlarımız(!) tarafından öldürüldüğünü göz önüne getirdiğinizde patozun ne iş gördüğünü daha açık ve net bir biçimde idrak etmiş oluruz.
Gelelim partinin fabrika ayarlarına...
CHP, dünyada kendi çalışma kataloğu ile çalışmayan ender fabrikalardan biridir. Yönetmelik ve parti tüzüğünü okursanız demokrat bir parti beklentisine girersiniz. Kendi gerçekliğine ya da sol jargonla ifade edecek olursak pratiğine baktığınızda yeri gelince faşist ve dayatmacı iken inanç bakımından Katolik inancına taş çıkartacak kadar bağnazdır. Gücü eline geçirdi mi de buyurgan ve kudurgan bir tarza bürünür. Yani aslında CHP demokrat libası giymiş diktatöryel bir zihniyete sahiptir.
Bu topraklara hiçbir zaman kök salmadı yüzyıllık serencamında. Hep serada himaye edilen bir bitki gibi kaldı. Suyunu plastik borulardan aldı, ısısını naylonlara borçlu, hâl böyle olunca da kök salması imkânsızlaştı. Zaten yüzyıllık parti geçmişine baktığımızda iki parti olarak girdiği hiçbir seçimi kazanamamış olması da bunun göstergesi değil mi? Tek parti olarak demokratçılık oyunu oynadıkları dönemdeki birinci(!) olma başarısı ile yıllardır övünüp durur. Öyle bir birincilik ki ikincisi olmayan bir birincilik. Karşısına kardan adam çıkarılsa kaybedeceğini bilen CHP'nin son yıllardaki tek demokratçılığı kurultaylardaki birden fazla adayın varlığı idi. CHP, sırf bu sayede sağ partilere ağır eleştirilerde bulunuyordu. Sağ olsun, Özgür Özel ya da Yılmaz ÖZDİL' in deyişiyle "mesir macunu" o demokrat libasını da paçavraya dönüştürdü.
Şaibeli gelişinin şaibeli bir gidişe gebe olacağını düşünen Özel, tek aday olarak kurultayda birinci(!) olarak genel başkan seçildi.
Ha bu arada Silivri’deki aslanın(!) yeri de boş bırakılarak bir diyet borcunu ödemeyi de ihmal etmedi. Sonuçta bir satılık delegenin kırk yıl hatırı vardır.