İzzeddin el-Kassam, Ezher’de İslami ilimler okuduğu öğrencilik yıllarında batı karşısında yenik düşen, batı medeniyetinden medet uman Müslümanların nasıl tekrar ayağa kalkabileceğinin hesabını kitabını yapmaktaydı. Müslümanlar neden geri kalmışlardı? Müslümanları nasıl tekrar ayağa kaldırılabilirdi sorularına cevap aramaktaydı. Gündemine bu ehem konuları alan İzzeddin, bilgiyi idrake dönüştürüp algı yöneticileri ve manipülatörlerinin ekmeğine yağ çalmadı. Filistin topraklarına çöken meşum Siyonist terör şebekesini ortadan kaldırmanın planlarını kurdu. Bunun için;

1.) İçtihat kapısını açarak sorunlara güncel çözümler üretmek,

2.) İslam’ı bidat ve hurafelerden arındırmak,

3.) İstibdat ve dikta rejimlere karşı şurayı savunmak,

4.) Sömürgeciliğe karşı İslam birliğini tesis etmek,

5.) İslam topraklarını parçalayarak düşmanlarına karşı güçsüz bırakan mezhepçilikle mücadele etmek.

İzzeddin’in zihni bütün bu konuşmalar ve çare arayışlarla doluydu artık. Ezher’de okuduğu derslerin tamamı, İslam’ın köklerine ve gerçek ruhuna dönmesini hedefliyordu. Batılıların empoze ettiği gibi, bu kötü durumun müsebbibi asla İslam Kültür ve Medeniyeti değildi. Aksine özden uzaklaşıp batının “mimsiz” medeniyetinde kurtuluş arandığı için bu kötü duruma düşülmüştü. Batı Medeniyeti denince akla; ‘Bir uygarlık veya medeniyet; kentsel gelişme, kültürel seçkin sınıf tarafından empoze edilen sosyal sınıflaşma’ gibi albenili bir anlam ifade etse de bu tanım hakikatten uzak ve eksik bir tanımdır. Oysa Batı Medeniyetinin “mimi” düşünce edeniyeti kalır. Edeniyet; aşağılık ve alçaklık demektir. Hakeza, ilim tahsili için bulunduğu Ezher Üniversitesi, ona bu bilinci kazandırmış, kurtuluşun Kur’an ve Sünnet-i Seniyye’ye sarılmakla mümkün olacağını idrak etmişti.

İzzeddin, Osmanlı’nın diğer Suriye vilayetlerinden gelen öğrenciler için ayrılan ve Rivak el-Şevvam olarak adlandırılan bölümünde kalıyordu. Burası, mescidin hemen bitişiğinde yer alan bir yatakhaneydi. Ve yatakhane kısmının dışında, güzel bir kütüphaneye de sahipti. İzzeddin, ilim aşkıyla her sabah erkenden kalkar ve günün derslerini mutlaka önceden tekrar ederdi. Sabah namazından önce kalkmak ve çalışmak, zaten Cebele’de iken de sahip olduğu bir alışkanlıktı. Burada, Cebele’de olduğundan çok daha fazla çalışıyordu ve kolayca uyum sağlamıştı Ezher’in kurallarına. İslam tarihi, fıkıh, tefsir ve siyer gibi derslerin yanı sıra coğrafya ve aritmetik de okuyorlardı. İzzeddin, sadece derslerle sınırlı kalmıyor, geri kalan zamanının da neredeyse tamamını kütüphanede geçiriyorlardı.

İzzeddin el-Kassam’ın ders aldığı hocalarının başında Muhammed Abduh geliyordu. Ezher’de okumak için ilk kez 1865 yılında Kahire’ye gelen Muhammed Abduh, İzzeddin’in doğduğu sene İngiliz karşıtı isyana katıldığı gerekçesiyle Beyrut’a sürgüne gönderilmişti. Abduh, Beyrut’ta boş durmamış ve kurduğu ders halkalarıyla yüzlerce talebe yetiştirmişti. Ardından Paris’te Cemaleddin Afgani’yle birlikte “el- Urvetü’l Vüska” dergisini çıkarmaya başlamışlardı. Ancak Paris’te fazla kalmayacaklardı. Kısa bir süre sonra önce Tunus’a ve ardından Beyrut’a gelen Muhammed Abduh’un en büyük isteği tekrar Mısır’a geri dönebilmekti, ki sonunda dönmüştü de. Muhammed Abduh’un, İzzeddin’i en çok etkileyen görüşlerinin başında Kur’an’ın sadece hastalara ya da ölülere okunan bir metin olmak yerine toplumsal hayatın orta yerinde olması gerektiği görüşüydü. El-Kassam bunun için Muhammed Abduh’un derslerinin en sıkı takipçilerinden birisiydi.

Önce Fransız ardından da İngiliz işgalinin Mısırda yarattığı tahribat çok ağırdı. Halk büyük bir yoksulluk içerisindeydi. Müslümanların topraklarının işgalden kurtuluşunun yolunun ilmi ve cihadi bir şuura sahip olmaktan geçtiğini biliyordu. İzzeddin’in temelini attığı El-Kassam Tugayları ilmi, zikri, ve cihadı hayatının eksenlerine yerleştirdiği için dimdik ayaktadırlar.

Rabbim, Gazzeli mazlum ve mücahitleri Ramazan’ın hürmetine muzaffer eylesin inşallah!