Geçtiğimiz günlerde 26 ilde yapılan bir araştırma sonuçlandı. Katılımcılara basit ama derinlikli bir soru yöneltildi: “Ne sıklıkta namaz kılarsınız?” Gelen cevaplar düşündürücüydü. Katılımcıların yalnızca yüzde 18,8’i “Beş vakti düzenli kılarım” derken, yüzde 44,5’i hiç namaz kılmadığını söyledi. Cuma, bayram veya şükür namazlarıyla yetinenlerin oranı ise yüzde 36,7’de kaldı. Bu tablo bize acı bir gerçeği fısıldıyor: Türkiye’de düzenli namaz kılanların oranı, beşte bire bile ulaşmıyor.

“Alnı secdeli” olarak anılan bir toplum nasıl oldu da bu noktaya geldi? Oysa namaz, hayatın akışını değiştiren bir vakitti. Bugün ise ezan okunuyor ama hayat aynı hızla devam ediyor.

Bunun sebebi nedir?

Dünyanın hiç bitmeyen meşgalesi mi?

Modern hayatın yüklediği yorgunluk mu?

Yoksa elimizden düşmeyen telefonların ve sosyal medyanın bitmeyen akışı mı?

Hepimiz biliyoruz aslında, zamanımızı çalan şeyler ortada. Bir vakit namaz için gereken on dakikayı ayırmayanlar, saatlerini ekran başında tüketebiliyor. Gözler mavi ışığa kilitlenmiş gönüllerin nuru ihmal ediliyor.

Eskiler boşuna dememiş: “Namaz kılmayandan hayır gelmez.” Misafirliğe giden, evin kurallarına uyardı. Namaz vakti gelince, ev sahibiyle birlikte secdeye varırdı. “Namazsız evin bereketi kaçar” derlerdi. Çünkü secdesiz ev huzursuz olurdu. Bugün evlerimiz secdesiz kaldı; huzur da gitti, bereket de.

Müslüman bir ülkede namaz kılanların oranın yüzde 18 olması düşündürücü. Bu rakam toplumun manevi nabzının zayıfladığını gösteriyor. Nabız zayıfladığında, hastalık başlar.

Namaz, Müslüman’ın hayatında sadece bir ibadet değil; aynı zamanda kimlik, aidiyet ve duruştur. Ancak teslimiyeti erteler olduk “Şu işim bitsin, kılarım” ama işler hiç bitmiyor. Günün yoğunluğu, yarının yorgunluğu derken vakit akıp gidiyor.

Oysa namaz, hayatın yükünden kurtaran bir mola. Günde beş kez dünyadan kopup huzura erme fırsatı. Biz ise bu molaları iptal ediyor, kendimizi dünyaya zincirliyoruz. Sonra da “Neden huzursuzum?” diye soruyoruz.

Sabah uyanır uyanmaz elimiz telefona gidiyor. Uyumadan önce sosyal medyayı kontrol ediyoruz. Oysa eskiler yatsıyı kılıp tesbihatla uyurdu. İçimizi paylaşmak için butonlara basıyoruz, halbuki asıl paylaşmamız gereken Rabbimizle yaptığımız dua ve secdedir.

Bir toplumun değişimi, istatistiklerden önce evlerin içinde başlar. Evde baba namaz kılmazsa, çocuk kılmayı öğrenmez. Anne secdeye varmazsa, evin manevi direği eksik kalır. Bugün gençlerin namaza ilgisiz olmasının sebebi, evde bu atmosferi görmemeleri. Çünkü namaz, sözle değil, örnekle öğretilir.

Geçenlerde şehir içi bir otobüste yanımda 60 yaşlarında bir hanım oturdu. Şimdiki gençlerin saygısızlığından yakındı. Ona dedim ki: “Sadece gençler mi suçlu? Biz büyüklerin de payı yok mu? Çocuklarımızı değerlerinden kopardık. Ne verdik ki ne bekliyoruz?” Kadın iç çekti, “18 yaşında bir oğlum var, gece gündüz namaz kılıyor. Psikolojisi bozuldu” dedi. Şaşırdım: “Nasıl yani?” “Gündüz kıldığı yetmiyormuş gibi gece de namaz kılıyor, gece keşke o alarm çalmasa” dedi. Evladının secdesini psikolojik sorun sayan bir anne… İşte geldiğimiz nokta bu. Bir yanda evladını namazdan alıkoymaya çalışanlar, diğer yanda çocuğuna namazı sevdirmeye uğraşanlar. Sonuçta toplum, her beş kişiden sadece birinin namaz kıldığı bir hale geldi.

Çözüm, modern hayatın koşuşturmacasında bir dur deyip namazı hayatımızın merkezine koymak. Çocuklarımıza secdenin huzurunu hissettirmek. Çünkü namaz yalnızca bireyi değil, toplumu da ayakta tutar.

Evlerimiz secdesiz mi kaldı?

Eğer cevabımız evetse, huzursuzluğun nedenini uzaklarda aramaya gerek yok. Yüzde 18… Bu oran, geçmişin mirasıyla bugünkü hayat tarzımız arasındaki mesafeyi gösteriyor. O mesafeyi kapatmak bizim elimizde. Çünkü huzur ekranlarda değil, ancak secdede bulunur.