Aradan yıllar geçmiş, iki arkadaş okullarını bitirmiş, memleketlerine dönmüştü.

Birbirleriyle konuşup ortak bir günde buluşmak için sözleşmişlerdi.

Nihayet o gün gelmiş, konuşulan gün, saat ve mekânda bir araya gelmişlerdi.

Klasik fasılların ardından, çok sevdiği arkadaşının söz ve davranışlarında bazı gariplikler sezmişti.

Ramazan ayı olmasına rağmen arkadaşı yiyip içiyordu.

İlk başlarda normal karşılasa da sonraları iyice rahatsızlık duymaya başlamıştı.

Zira arkadaşı satır aralarında dini değerlere atıfta bulunuyor; ancak kötülüyor aşağılıyor gibiydi.

Bir şey dikkatimi çekti diye başladı söze...

­-Sen Efendimizin (s.a.v) ismini söylerken hiçbir saygı sıfatı kullanmıyor, salavat getirmiyorsun. “Tanrı olsaydı” gibi garip laflar ediyorsun, Yoksa Allah’ın var olduğuna mı inanmıyorsun diye sordu Müslüman?

-Evet, diye karşılık verdi ateist…

-Müslüman: Seninle bunca yıllık arkadaşız, elbette senin ebedi bir ateşte kalmanı istemediğimden, tövbe etmeni ve bu yanlış yoldan dönmeni isterim dedi.

-Ateist: Müslüman kardeşim sen önce kendini ebedi ateşten kurtarmak için tövbe etmelisin. Zira ben Allah’ı dilimle inkâr ederken, sen dilinle Allah vardır diyorsun; ancak Allah yokmuş gibi yaşıyor, sanki yaşantınla O’nu inkâr ediyorsun!

Müslüman bir an donup kaldı, derin düşüncelere daldı. Kısa bir donukluğun ardından, Müslüman durumu kurtarmak için “ama” diye söze girmeye çalıştı…

-Ateist: Lütfen sözlerimi bitirmeme müsaade et, diyerek kaldığı yerden devam etti…

Geçmişte seninle okuduğumuz kitaplarda, âlimleriniz imanı tanımlarken, ‘’İman; söz, amel ve kalp ile tasdiktir.’’ demişlerdi. Oysa siz sadece söz ile söylersiniz. Amel yok. Kalp ile tasdik edip etmediğinizi de ben bilemem; ancak şunu diyebilirim, kanaatimce inanma biçiminizde bir sıkıntı var gibi!

Öte taraftan, peygamberinizin “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” sözünü, amelin içinden çıkardınız; dini sadece namaz, oruç, zekâttan yani şekilden ibaret sandınız; ihlas, ihsan, sevgi, hoşgörü, adalet, doğruluk vb kalbin amellerini ihmal ettiniz. Bütün bunlar Allah’ın emri değil de insanların emriymiş gibi davrandınız.

Öyle ya zina eden, hırsızlık yapan, tefecilik ve faize bulaşan, iftira atan, zalimi, haini, kul hakkı yiyen, yaptığı kötülükleri işlerken Allah’tan değil de kullardan korkuyor, kullardan utanıyor, kullardan saklanıyordu?

Madem Allah her yerde hazır ve nazırdır, diyorsunuz. O halde neden günah işlerken Allah’ı değil de kulları dikkate alıyorsunuz, dediği esnada telefonu çaldı. Kısa bir görüşmeden sonra başka bir gün kaldığımız yerden devam etmek şartıyla müsaade istedi ateist.

Müslüman donup kalmıştı, ateistin dediklerini düşündü uzun uzun…

Haksız sayılmıyordu diye geçirdi içinden, gerçi Allah’a inandığım için ebediyen cehennemde kalmayacağım; ama neden sürekli kendimi bununla avutuyorum diye kızdı kendine, sanki cehenneme birkaç saniyeliğine girip çıkacağım dermiş gibi...

Aklına …Onların derileri kızarıp kavruldukça, yerlerini başka derilerle değiştireceğiz ki, azabı hiç aralıksız tatmaya devam etsinler…” ve “Istıraptan dolayı oradan her çıkmak istediklerinde, oraya geri döndürülürler ve: Tadın bu yakıcı azabı! (denilir)” ayetleri gelmiş ve ürpermişti.

Evet, kesinlikle tövbe etmeliyim. Ramazan ayını ve içinde saklı Kadir Gecesinin kadrini bilmeli, beni İslam’dan, Kur’an’dan ve ahlak’tan uzaklaştıran herkes ve her şeyden uzaklaşmalı; bana Allah’ı hatırlatacak insanlarla yakınlaşmalıyım. Kim bilir belki de bu ramazan ayı benim için son fırsattır, diye düşündü…