BM, Gazze’de açlığın beşinci aşamaya yani en son ve en ölümcül evreye ulaştığını raporladı. Bu, "kitlesel ölümler" anlamına geliyor. İnsanlık bu vahşeti gözleriyle görüyor ama sessiz. Gazze, canlı yayında ölüyor. Göz göre göre, hepimizin gözleri önünde...

Açlık, yalnızca bir gıda krizi değildir. O, vicdanların çöktüğü, insanlığın yok olduğu, ahlakın ve merhametin mezara gömüldüğü bir çığlıktır. Gazze’de yaşanan tam da budur. Annelerin sütü kesilmiş. Bebek maması yok, ekmek yok, su yok, ilaç yok. Bir baba, küçücük yavrusunu açlıktan kaybediyor ve sadece şunu söyleyebiliyor: “Süt yoktu... mama yoktu...”

Yiyecek bulmak için yardım dağıtım merkezlerine giden siviller orada can veriyor. Yürüyerek gidip kefenle dönüyorlar. Kurşunla, bombayla ölmeyenler açlıktan ya da çaresizlikle ölüyor. Siyonistlerin saldırıları, insani yardımın girişini kısıtlayan abluka, Gazze’yi adım adım toplu mezara dönüştürüyor. Artık sadece savaş yok, açlık var; sadece yıkım yok, suskunluk var.

Gazze, sadece bir coğrafyadan ibaret değil. Gazze, insanlığın vicdanıdır. Ama görüyoruz ki insanlık âlemi her geçen gün biraz daha izzetini, onurunu, vicdanını yitiriyor. Çocuklar ölüme terk ediliyor. Anneler, son lokmalarını bebeklerine verip hayata veda ediyor. Babalar, ekmek ararken hedef oluyor. Peki dünya ne yapıyor?

Dünya susuyor.

"Demokrasi" naraları atan ülkeler suskun. "İnsan hakları" savunucuları dilsiz. BM kararları kâğıt üzerinde kalıyor. Kınamalar, açıklamalar, toplantılar, mesajlar... Hepsi boş. Oysa Gazze’de insanlar bombalarla değil, açlıktan ölüyor. Un çuvallarının döküldüğü yollarda, evlerine bir lokma ekmek götürmek isteyen babalar.

İçimiz yanmıyorsa, yandığımızı bile fark etmiyoruz demektir. Sessizliğimiz, zulme ortaklıktır. Dizi izler gibi ölüm sahnelerini izliyoruz. Haber bültenlerinde birkaç saniyelik görüntüleri izliyor vah vah diyerek geçiştiriyoruz. Birkaç paylaşım yapıyoruz.

Peki ya sonra?

Sonrasında hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz hiçbir şey olmamış gibi. Alıştık, alıştırıldık ne yazık ki!

Gazze Şeridi'nde açlık ve soykırım artıyor, insanlar açlık, yokluk ve susuzluktan ölüyor. Kıtlık çocukların, annelerin ve yaşlıların yüzlerinde ölümcül varlığını gösteriyor. Ama buna rağmen küresel bir sessizlik ve felaket devam ediyor. Bu zulmü durduracak, Siyonistleri engelleyecek herhangi bir eylem yok.

İstanbul’da düzenlenen 17. Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı’na, soykırımcı israili destekleyen şirketler de davet edilmiş. Sayın Cumhurbaşkanı orada Gazze'ye dair mesajlar verdi. Yerli üretimden, savunma sanayimizden, SİHA'larımızdan söz etti. Ama soruyorum, zulmü engellemeyen gücün ne anlamı var? Güç dediğin, masumların hayatını kurtarmak içindir. Sahip olduğumuz ama kullanmadığımız güç, güç değildir. Vicdandır, ahlaktır, duruştur esas olan.

Artık söz değil, fiil gerek. Kınamak yetmez. Açıklama yetmez. Sessizlik çığlıkların üzerine örtülen soğuk bir kefendir. Dünya ya bu suskunluğa son verecek ya da bu suskunluk hepimizi boğacak.

Bugün Gazze’de yaşananlara karşı içimiz yanmıyorsa ve imkânlarımız dâhilinde bir şey yapmıyorsak, Allah’ın adaleti mutlaka tecelli edecektir. Zulmedenlerle birlikte, susanlar da hesaba çekilecektir. Zuntikam olan Allah’ın azabı, sadece zalime değil, zulme göz yumanlara da yönelir.

Yeter artık! Gazze’ye sahip çıkın. Siyonist vahşete müdahale edin. Vicdanınızı harekete geçirin. Bugün bir şey yapmıyorsak, yarın çok geç olabilir. Bu dünya birlikte yaşanacaksa, önce insan olmak gerekir.

Yaşanan bu vahşete karşı güçlü bir şekilde haykırmak, bu açlığa son vermek için yetkili makamlar üzerinize düşeni yapın. Açlık suçunu durdurun.

Sessiz kalanlara gelince onların utanacak yüzleri varsa suskunlukları yüzlerinde bir utanç olsun.

Şimdi herkes safını seçmeli. Sonumuz cennet ya da cehennem olacak. Herkes nerede durduğuna baksın.