Suudi Arabistan öncülüğündeki askeri koalisyonun fayda/zarar muvazenesi
Rusya`nın ani bir kararla Suriye`den çekilmesinde, Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan askeri koalisyonun etkisi göz ardı ediliyor gibi…Özellikle geçen ay Suudi Arabistan komutasında, 35 Müslüman ülkenin katılımıyla, 300 bin asker, 300 savaş uçağı, donanma gemileri, yüzlerce tank ve ağır silahlarla gerçekleştirilen askeri tatbikat, sadece Rusya`nın değil, Suriye`deki tüm aktörlerin yeniden hesaplarını gözden geçirme durumunu oluşturdu.
Rusya`nın hem apar topar Suriye`den çekilmesi, hem Suriye ajandası ile ilgili değişiklik sinyalleri vermesi, hem de Türkiye ile ısrarla gergin tuttuğu ilişkilerinde yumuşama mecrasına kayması, bu tatbikattan bağımsız düşünülemez. Zira hem Türkiye bu tatbikata gözlemci olarak katılıp, koalisyonda rol aldığını sergiledi, hem de Suudi Arabistan, savaş uçaklarını Türkiye`ye/İncirlik Üssüne göndermekle, Suriye`de nasıl bir pozisyon alacağının işaretlerini verdi.
Tabi şunu belirtelim ki, Rusya, Suriye`den eli boş dönmedi. Suriye`de edindiği askeri üsler, 50 yıl boyunca geçerli olacak enerji anlaşmaları, PYD`yi veraseten kontrol kazanımı vs. pek çok şey aldı. Fakat almayı hedeflediklerinin bir kısmından geri adım attığı görülüyor. Çünkü hatırlanırsa Suriye`ye farklı bir eda ile girmişti.
Meselenin diğer bir boyutu da şudur. Rusya, Suriye`de İran`ı yalnız mı bıraktı? Esed`e desteğini sınırlandırdı mı? Bu soruların yanıtı ilerleyen dönemde kendiliğinden cevap bulacaktır. Fakat Rusya`nın; İran ve Esed için, NATO`ya ilaveten Arap âlemi ile birlikte Türkiye`yi karşısına almasının mutlaka “Maliyet-risk ve fayda” analizine tabi tuttuğu kesindir. Afganistan Çeçenistan savaşlarında da bir hayli tecrübe sahibi olan Rusya`nın, elindekilerden de olmadan çekilmesinin faydalı olacağını düşünmesi, kendisi açısından mantıklı bir değerlendirmedir.
Tüm bunların ötesinde asıl vurgulamak istediğimiz husus şudur. İslam ülkelerinin tam olarak arzulanan ve olması gereken bir temelde olmasa bile, velev ki kendi şahsi menfaatleri uğruna bile olsa, kısmî bile olsa; bir araya gelmelerinin neleri sağlayabileceğini göstermesi açısından Suudi Arabistan öncülüğündeki askeri koalisyon, üzerinde düşünülmeye değer bir numunedir. Olumluluk ve olumsuzluklarıyla beraber ele alınmalıdır. Fakat Rusya`nın çekilmesi ise iyiye işarettir.
MEKKE MERKEZLİ İSLAM DÜNYASI BİRLİĞİ VE İSLAM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATININ YENİDEN YAPILANDIRILMASI ÖNERİSİ
Doğruhaber Gazetesi`ni takip edenler, daha önce bu köşede; İslam âleminin mevcut sorunlarından sıyrılmasının ve ümmet birliğinin sağlanmasının yegâne yolunun; “…Mekke merkezli; Hac farizası organizasyonunun fiziki zemini esas alınarak; İslam İşbirliği Teşkilatının da ümmet eksenli olarak yeniden dizayn edilip dâhil edildiği…” bir yapılanmayla mümkün olacağının defalarca işlendiğini hatırlayacaklardır. (Detaylarla ilgili olarak Doğruhaber Gazetesi`ndeki şu makalelere bakılabilir. 22 Eylül 2015 “Ümmet vahdetinde hac organizasyonu ve İslam İşbirliği Teşkilatı`nın etkinleştirilmesi!” 14 Kasım 2014 – “Mescid-î Aksa`ya… Muhafaza çözüm önerisi” 6 Nisan 2012 – “Kürt sorununda İslam İşbirliği Teşkilatı neden iş göremiyor?”)
Elbette kastımız; Suudi Arabistan`ın söz konusu askeri koalisyonu üzerine temellendirdiği gerekçeler ve fikriyatının mevcut durumu değildir. Zira mevcut yapının İslam`a ve Müslümanlara mı hizmet edeceği ya da İslam ve Müslümanlara saldıranlara mı muhafızlık edeceği henüz müphem… Fakat ismindeki “İslam Ordusu” ifadesinden hareketle, tüm hata ve eksiklerine rağmen; şunu izah çabasındayız.
Böylesi bir askeri girişim, Rusya`nın o pervasız tavırlarına çekidüzen verdiriyorsa, ümmet dokusuna uygun bir benzer yapılanmanın, daha hangi güçlerin kendisine çekidüzen verip İslam coğrafyasını terk edeceği konusunda kuşku bırakmıyor…
Öyle ise, Suudi Arabistan`ın bu çıkışını çeşitli gerekçelerle red etmek yerine; belki bu oluşu, bir aşama olarak görüp, arzulanan ve olması gereken Ümmet Birliği için eksik kalan unsurları da buraya taşımaya bir zemin ve fırsat kılınabilir. Çünkü bu yapı “Fizikî olarak” üç önemli hususla zaten ilintilidir. 1- Doğal olarak Mekke merkezlidir. 2- Hac Organizasyonuna fiilen katılmak zorunda olan İslam ülkelerinden 35 tanesi bu organizasyonda yer almıştır. 3- İslam İşbirliği Teşkilatı`na üye ülkelerin çoğunluğu buradadır. (İ.İ. Teşkilatı ülke olarak değil, “Ümmet Halkları” temelinde yapılandırıldığında, ümmetsel temsiliyet sorunu aşılmış olur.)
Bu askeri koalisyon yapılanmasının eksik ve olumsuz yönü ise şudur. Suudi yetkililer çeşitli platformlarda bu yapının ana gayesinin “İran`ın yayılmacı politikalarını önleme” olarak ifade etmişlerdir. Resmî gayesi ise “Işid, El-Nusra gibi Radikal örgütlerle mücadele” olarak deklare edilmiş. Nitekim Yemen, Bahreyn ve Suriye politikaları da bu beyanları teyit ediyor.
Bu durumda, bu yapı mevcut haliyle, İslam`a ve Müslümanlara hiçbir fayda sağlamayacağı gibi, İslam iç savaşına ve Müslüman kanı akıtmaya sebebiyet vereceği gerekçesiyle –Allah muhafaza- bir fitne aracına da dönüşebilir.
İran`ın da bu yapıyı bir çatışma cephesi haline getirme gerekçeleri üretme yerine, bunu bir “Ümmet Birliği Platformu” haline getirme yönünde destekler ve katkı sunarsa, hatta kurucu unsur olarak rol üstlenirse, hem İlah-î Rıza`ya mazhar olur, hem de ümmetin takdirini kazanır. Zira İslam ve Müslüman olmak bunu gerektiriyor.
Gelinen noktada İslam İşbirliği Teşkilatı devreye girerse, hatta Türkiye`nin İran ve Suudi Arabistan arasında arabulucu rol üstlenmesi halinde bu daha da kolaylaşır, hem İslam ülkeleri ve Müslüman halklar arası gerilim düşer. Hem de söz konusu birlik için zemin oluşur. İran da bu koalisyonun dışında kalmamalıdır.
Bazı Müslüman Münevverlerin işaret ettikleri “İslam Âleminin Birleşmiş Milletleri” fikri bundan çok da farklı bir şey değildir. Tersi yönden, bu yaklaşımı “hayalcilik” olarak görenlere gelince; şunu görmelidirler.
I. II. Dünya savaşlarından sonra 22 ülkeye bölünen Arap âlemi ortak bir askeri koalisyon kurmuşsa ve savaştığı Osmanlı`nın temsilcisi Türkiye`ye de rol düşmüşse ve birliğin dışında sadece ağırlıklı olarak Şia dünyası kalmışsa, demek ki hayalin büyük kısmı gerçeğe dönüşmüş. Kaldı ki bugünkü pek çok gerçek dünün hayalleriydi. Birbirlerini soykırımdan geçiren mezhep savaşları ile paramparça olan Avrupa, birlik sağlıyor, hayal olmuyor da zaten yakın tarihe kadar ana gövde olarak birliğini muhafaza eden İslam âlemi için, bu neden hayal olsun?
Böylesi bir birlik durumunda, İslam âleminin en önemli iki sorunu olan Filistin meselesi ile, İran, Irak, Suriye ve Türkiye`deki Kürtlerden dolayı yabancı odaklara malzeme haline getirilen Kürt Meselesi de hâl yoluna girerler. Ümmetin bütün Azaları İslam`dan kaynaklı haklarına İslam adaleti zemininde kavuşma imkânı bulur.
Aksi takdirde Suudi Arabistan`ın bu Askeri koalisyonu ve İran`ın mevcut karşı tavrı, bir şiddetli İslam iç savaşının ilk aşaması olur. Bunu önlemek, en azından ihtar ve ikaz etmek her Müslümanın İslami sorumluluğudur. Bu yazı bir yönüyle bu amaca da mebnidir.
Ümmet birliğinin ümidi duası ile; Allah`a emanetsiniz.