• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Bilindiği gibi 24 Temmuz 1908'de Anayasanın yeniden yürürlüğe girmesiyle o gün çıkan gazetelerin baskı kalıplarını sansür memurlarına vermeyi reddetmesi nedeniyle 24 Temmuz, 1971 yılından beri “Gazeteciler ve Basın Bayramı” olarak kabul edilip kutlanıyor.

O tarihten beri her yıl 24 Temmuz’u sansür kalkmış diye bayram olarak kutluyoruz kutlamasına, lakin aslında sansür hiçbir zaman kalkmadı ve her devirde farklı şekillerde de olsa devam ediyor. Sadece devlet kurumları değil, patronlar, güç odakları, menfaat grupları, reklam verenler, lobiler vs. “mahalle baskısı” oluşturarak basın ve medya kuruluşları üzerinde bir şekilde sansür ve baskı uyguluyorlar.

Evet, sansür ve basın üzerindeki baskı hiçbir zaman kalkmadı. Ama bizler yapılan algıya kanarak, sanki 1908 yılından beri sansür gerçekten kaldırılmış gibi her yıl basın kuruluşları olarak açıklama yapıp bugünü kutluyoruz. Hakikatte ise sansür ve baskılar hiçbir zaman kalkmadı ve insanlık var oldukça da farklı saik ve yöntemlerle devam edecektir. Basında sansür kalkacak demek ham hayalden öte bir şey değildir.

Gazze’de 9 aydan fazla bir süredir israil terör örgütü (İTÖ)’nün dünyanın gözü önünde sivillere yönelik sürdürdüğü katliamlar ve soykırımda 40 Bin’e yakın sivil vahşice katledildi. Bu vahşet, insani kıyım, katliamlar, açlık, ambargo, insani dramları ve ‘Filistin anlatısını’ dünyaya duyurmaya çalışan gazeteciler emperyalist batı ülkelerinde her türlü baskıya maruz kalıyor. Gazze Şeridi’nde ise (hafta sonu rakamlarına göre) vahşeti ve insani trajediyi dünyaya duyurmaya çalışan 162 gazeteci meslektaşımız katledildi. Bütün bunlar yapılırken ulusal ve uluslararası medya kuruluşları, basın özgürlüğünden dem vurup kutlama yaparken, neden bu konu akıllarına gelmiyor? Hani basın özgürlüğü? Hani ifade özgürlüğü? Siz hangi günü ne diye kutluyorsunuz? Üstelik batıda Gazze’deki İTÖ vahşetini gündeme getirmeye çalışan meslektaşlarımız baskının her türlüsüne maruz kaldı, işlerine ve kariyerlerine son verildi. Bütün bu baskılar yapılırken neden basın kuruluşlarından tıpkı devletler ve uluslararası kurumlar gibi ses çıkmıyor. Özgürlük, hayat hakkı, ifade özgürlüğü, özgür irade, çocuk hakları, kadın hakları, insan hakları, özgür basın gibi kavramlar neden sadece batılılar söz konusu olunca geçerli oluyor? Neden söz konusu Müslümanlar ve mazlum coğrafyalar olunca bu hakların bir hükmü kalmıyor?

Gazze’de gerçekler bilinmesin diye, dünya halkları vahşetten haberdar olmasın diye gazeteciler ve basın emekçileri bilinçli ve planlı olarak katledildiği ve buna ses çıkarılmadığı bir ortamda tıpkı diğer özgürlükler gibi basın özgürlüğünden de bahsedemeyiz. Gazeteciler ve ailelerinin bilinçli olarak katledildiği bir ortamda basın özgürlüğünden ve sorunlarından nasıl bahsedebiliriz?

Bu yüzden Gazze başta olmak üzere dünyanın farklı coğrafyalarında baskı altında olan ve katledilen gazeteciler ve sivillerden dolayı ‘24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı’nı, tıpkı ‘10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nde olduğu gibi buruk olarak geçiriyoruz. Gazetecilerin aileleriyle birlikte katledildiği bir süreçte basının sorunlarını dile getirmekten hayâ ediyor ve bunun uygun bir tavır olmadığını düşünüyorum. Cenaze yerdeyken başka meseleyle ilgilenilemez. Bu barbarlık karşısında tüm meslektaşlarımızı ve basın kuruluşlarını Gazze’de ağır şartlarda görevlerini yapmaya çabalayan meslektaşlarımıza destek olmaya ve onların sesi olmaya davet ediyorum.  

Katliam ve soykırımların yaşanmadığı ve meslektaşlarımızın sorunlarının çözüme kavuştuğu gerçek bayramlara kavuşmayı temenni ediyorum.

Selam ve dua ile…