• DOLAR 32.482
  • EURO 34.817
  • ALTIN 2440.958
  • ...

Filistin ve Kudüs meselesi, bir asra yaklaşan bir süreden beri İslam âleminin kanayan en büyük yarasıdır. Filistin, siyonist devletin kurulduğu 1948'den beri gerçek sahiplerinden arındırılmış, dünyanın dört bir yanından getirilen Yahudi göçmenlerle doldurulmuştur. Zorla yerlerinden, yurtlarından çıkarılan bir milletin toprakları üzerinde kurulan bu gayr-ı meşru yapı, bölgemizdeki istikrarsızlık ve huzursuzluğun temel nedeni olmaya devam etmektedir.

Emperyalist zorbalar tarafından, onların bölgedeki çıkarlarının teminatı olsun diye kurulan bu devletin ne zamana kadar yaşayabileceğini Allah'tan başka kimse bilemez. Ancak, bu devlet var olduğu sürece bölgemize barış ve huzurun gelmeyeceğini de bilmek gerekir.

İsrail'in bölgeye monte edilen yabancı bir unsur olduğunu, onu kurduran batılılar da çok iyi bildiklerinden her münasebetle “israil'in güvenliği” söylemini bu sebepten öne çıkarma ihtiyacını duyuyorlar. Bölgede meydana gelen her kıpırdanma ve siyasi, askeri, ekonomik değişimlerin hepsi bu amaçla yakın takibe alınır, gerekli önlemler geciktirilmeden yürürlüğe konur. 
Irak'ın işgali, Sudan'ın parçalanması, siyonist askeri güçlerin ikide bir komşu devletlere yaptığı saldırılar, Suriye'de diktatör rejim ile muhaliflerin ülkeyi harabeye çeviren çatışmalarına seyirci kalmak, hep İsrail korsan devletinin güvenliğini garanti etmek ve ömrünü uzatmak içindir. Arap baharı süreciyle Mısır ve Tunus'ta iktidara gelen İslami akımları başarısız kılma girişimlerinin yegâne amacı da budur.

Kurulan bu ırkçı devletin varlığını sürdürmesi için Batı dünyası  maddi ve manevi desteğini bir an olsun esirgememiştir. Filistin ve Filistinlilerin başına gelmiş tüm acı ve musibetlerden siyonist caniler kadar onları ekonomik ve askeri açıdan kayıtsız şartsız desteklemeye devam eden ABD ve Avrupa ülkeleri de sorumludur. Filistin dramından dolayı Allah katında en büyük sorumluluk ise Müslümanlarındır. Çünkü Kudüs bütün bir ümmetin değeridir. Onu özgürleştirmek de her Müslüman için dini bir vecibedir.

Batı dünyası, bölgedeki istikrarsızlık ve huzursuzluğun odağı olan bu yapıyı daha ne zamana kadar desteklemeye ve beslemeye devam edecek? İsrail'in saldırgan politikalarını destekleme işinin kimi batı ülkelerinde gizli bir yasa şeklinde uygulandığını görüyoruz. Bunun en taze örneği olarak Trump'un İsrail ziyaretini gösterebiliriz. Önceki dönemde de kendisinin aleyhinde var gücüyle çalışan Netanyahu'nun ayağına giden Obama olmuştu. Demek ki ABD'de kim iktidara gelirse gelsin değişen bir durum olmuyor ve İsrail`i  destekleme yasası mütemadiyen işliyor.

Peki, ABD başta olmak üzere batı dünyası İsrail'i desteklemekten ne zaman vazgeçebilir? İslam ülkeleri ne zaman güçlenir ve birlik olurlarsa o zaman. Öyle ise Müslümanları parçalayan her girişim İsrail'in bekasından yana bir çabadır. İslam birliği için ortaya konan her gayret de İsrail zorbalığını durdurmak ve Filistin'i özgürleştirmek için yapılan bir cihad`tır.
Batı dünyası, İsrail'in kurulmasında  ve onun varlığını devam ettirmesi için sağladığı destek ile İslam dünyasından kendine yönelecek muhtemel tehdidi önlediğini düşünüyor, ama yanılıyor. Çünkü bu, Müslümanları İsrail'in arkasında duran batıya karşı daha çok biliyor. Kimi batılılar da bu gerçeği anlamış fakat bu hakikatin tamamen anlaşılması için biraz daha zamana ihtiyaç var galiba.

Bugün, Filistinlilerin tek başına bu sorunu çözemedikleri ortadadır. Çünkü Filistinlilerle işgalci siyonistler arasında büyük bir güç dengesizliği var. Filistinliler hem dış destekten yoksun, hem de kendi aralarındaki ihtilafları çözebilmiş değiller.

Arap Baharı süreciyle başlayan değişimler ve geçiş sürecinin Mısır gibi ülkelerde oluşturduğu istikrarsızlıklar ile Suriye'de devam eden savaş, Filistin meselesini geri plana itmiş olsa da bu davanın İslam dünyasının ‘atan kalbi` olduğunu unutmamak gerek. Hayat kaynağı ‘kalbimizi` koruyamazsak, her şeyimizi kaybedeceğimiz gerçeğinden asla gafil olmamak gerekir.