Vesayetin Kültüre Dönüşmesi
Türkiye’de çok fazla değişim ve dönüşüm yaşanıyor. Bu, dünyanın yaşadığı değişim ve dönüşümlerle kıyaslandığında elbette doğal bir şeydir. Ancak Tıpkı dünyada değişmeyen şeyler olduğu gibi Türkiye’de de değişmeyen şeyler oluyor. Belki bu sabiteleri çoğu zaman fark etmiyoruz. Ancak Asıl can sıkan ve görülmesi gereken husus da budur aslında.
Dünyada vesayetler çok değişmiyor. Dünyaya hükmedenler, sermaye sahipleri genelde aynıdır. Sermayeye de, paraya da, siyasete de, kültür ve teknolojiye de onlar hükmetmeye çalışıyorlar. Genel anlamda başarılı da oluyorlar. Aynı durumun Türkiye’de de benzer olması dikkatlerden kaçmıyor. Maalesef bizde de vesayetler asla bitmedi. Gelişen ve değişen zamana göre vesayetlerin renkleri, taktikleri, isimleri, çeşitleri değişiyor. Vesayet üsleri, kurumlar ve erkler arasında dolaşıp duruyor. Ancak hep devam ediyor. Bunun bir kültüre dönüşmesi, sistem ile halk arasındaki uyuşmazlığı bağıra bağıra ifade etmektedir. Türkiye, sistemi vesayetlere muhtaç kalmayacak şekilde halka uyduracağına, halkı sisteme kurban etmeyi tercih etti hep.
Laik, Kemalist, milliyetçi ve batıcı kodlar, bizdeki vesayet merkezinin ideolojisini oluştururken bunun toplum nazarında meşrulaştırılması bugüne kadar tamamlanamadı. Her ne kadar statükoyu korumayı, hükmetmeyi ve gücü ellerinde tutmayı başardılarsa da bugüne kadar gönüllere hükmetme, toplum vicdanında meşru olma ve yerlileşme anlamında hiçbir zaman istedikleri noktaya gelemediler. Ancak ciddi anlamda yol aldıkları da inkar edilemez. Kemalizm’in meşrulaştırılması operasyonları son zamanlarda ciddi anlamda arttı. Bu operasyonların bir kısmı algı şeklinde yapılırken önemli bir kısmı da güvenlikçi politikalar ve klasikleşmiş operasyonlar şeklinde cereyan etmektedir.
Son yılların en önemli meşrulaştırma operasyonlarından bir tanesi de; İslamcılık veya dindarlık olarak tarif edilen geleneğin Kemalizm ile uzlaştırılması sürecidir. Bu amaçla yapılan son operasyon, muhtemelen yüz yıllık meşrulaştırma sürecinin en kapsamlı ve en iddialı operasyonudur. Türkiye’de Müslümanlar veya İslamcılık, Laik, Kemalist ve batıcı cumhuriyet rejimine, cumhuriyet sistemine bugüne kadar hep muhalif kaldı. Hiçbir zaman meşru görmedi. Uzlaşmaya yanaşmadı. Belki illegal yöntemlere tevessül edilmedi. Bir karşı koyuş veya yıkma anlamında ciddi bir muhalefet ortaya konulmadı. Ancak hiçbir zaman da barışmadı. Bu muhalefet hep gelişti. Cumhuriyetin kurulduğu günden beri Atatürkçülükle, şapkayla, Laiklikle, batıcılıkla uzlaşmamakta direnen muhafazakar, dindar kesimler, vesayetçilerin sopasını da hep enselerinde hissettiler.
Baskı ve dayatmalar, bu cenahın gücünü kırmadı. Direnişlerini bitirmedi. Aslında terörize etmeye bile yetmedi. Bu muhalefet hep büyüdü. Baskılara rağmen karşıtlığını muhafaza etti. Yasaklar, din ve vicdana yapılan engellemeler direnişe, mücadeleye, büyümeye ve özünü muhafaza etmeye hizmet etti sadece. Statükoculuğun tahammül edemediği dönemler oldu. Bu dönemlerde direk müdahaleler bile yapıldı. 28 Şubat postmodern darbesi bunlardan bir tanesi idi mesela. Yakın tarihe kadar muhaliflerle mücadele stratejisinde hep kavga etmeyi tercih eden statüko, bunun başarısız olduğunu ve kavga kültünün 80-90 yıl sonra da olsa, aynı zamanda karşıtlığı da besleyerek büyüttüğünü görünce bunun böyle olmayacağı anlaşıldı.
Şimdi meşrulaştırma anlamında farklı stratejiler işler hale getirildi. Kemalizm’in etnik anlamda Kürtlerle uzlaştırılması sürecinden geçen yazıda söz etmiştim. Onun başarılı olup olmayacağı hususunu zaman gösterecektir. Ancak operasyonun diğer ayağı olan; İslami muhalefeti sistem ile veya Kemalizm ile uzlaştırma sürecinde ciddi mesafe aldılar. Gelecek yazımızda bu konuyu devam ettireceğiz inşallah.