• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

(Aslında bu, yazı dizisinin ilki olacaktı ama bugüne kaldı)

Savaşın, çocuk ve kadın ölümlerinin, tecavüzlerin, enva-ı çeşit acıların olduğu bir zamanda duygular, kinler, adavet zirve yapar. Böyle zamanlarda çoğunluk insanlar akılları ile değil, kendilerine hâkim olan duygularla hareket ederler. Akıl devre dışı kalır. Ve böyle zamanların hâkim duygusu herkesi baskılar. Böyle zamanların propagandası güçlüdür, herkesi etkiler. Böyle zamanların ithamları, etiketlemeleri hâkim piyasada çabuk alıcı bulur.

İşte böyle bir zamanda yaşıyoruz. Suriye`de yaşananlar, hele son Halep`in acıları toplumsal psikolojimizi bozdu. Böyle zamanlarda doğruyu söylemek ve doğru üzerinde kalmak da zordur. Çünkü çoğunluğun hâkim psikolojisi baskılıyor, yaftalıyor, itham ediyor.

Bu hâkim psikolojiye ve baskıya dayanamayanlar da etkileniyor. Kitle psikolojisinin tabiatında olan eğilim devreye giriyor: “Az”a sormuşlar; “-nereye”, “-çoğun yanına” diye cevap vermiş.

Ama bir insan için hele hele inancı, hayatın merkezine almış bir Müslüman için önemli olan böyle zamanlarda hakkı söylemektir ve konuda da kınamalardan çekinmemektir.

Hakkın söylenmesi gereken böylesi zamanlarda susmak, kendisinin ağzına ve gözüne bakan insanlar ile hakka kulak verecek olanları, hâkim kitle psikolojisinin kucağına terk etmektir.

Bu anlayışla imtihanımızı vermeye ve böyle zor zamanlarda hakkı dile getirmeye çalışıyoruz.

İmtihan dünyasında bazen hak ile batıl, haklı ile haksız birbirine karışıyor. İşin başında hak görünen, işin sonunda batıl olarak ortaya çıkabiliyor. İşin başında haklı olan işin sonunda ortaya çıkan haksızlardan biri olabiliyor.   

Açıkta olan hakkı hak, batılı batıl olarak görmek kadar, sonradan ortaya çıkacak hakkı hak ve batılı da batıl olarak görmek de önemli. Çokları burada yanılıyor ve kaybediyor.

Anlaşılması için basit, güncel, acısı taze olan bir örnek vereyim: Gülen hareketi.

Çok az insan Gülen`in ve hareketinin iç yüzünü başından beri gördü. Çoğu insan, suret-i Hak`tan gördü ve destek oldu. İşin sonunda batıl yüzü ortaya çıktı. Ama önemli olan işin başında hak suret içinde batılı, başlangıçtaki hakkın sonundaki batılı görebilmekti. Bu da ferasetle ilgilidir.

Basiret, işin başındaki hakkı ve batılı görebilmektir. Bu çoğu Müslümanda ve yapılarda vardır. Feraset ise, işin sonundaki hakkı ve batılı görebilmektir. Bu ise az Müslümanda ve yapılarda vardır.

Suriye meselesi de basiret kadar ferasetle ilgili bir meseledir. Hatta basiretten daha önemlisi ferasetle ilgilidir.

Suriye meselesinde basiret,  Esed`in zalim olduğuydu. Ama Suriye meselesinde tek başına zalimi tespit etmek, yani tek başına basiret yetmiyordu. Bu zalime karşı atılacak adımların sonucunu, yani işin başında işin sonunu görmek gerekiyordu. Yani feraset de gerekiyordu.

Biz başından beri savaşın bu sonuçları doğuracağını söyledik. Ama savaş taraftarı olan birileri bizim için (üstelik küçümser bir eda ile) “bu arkadaşların kafası karışık” dediler. Bizler Suriye karışır, hem öyle bir karışır ki; bu savaş, bitmez bir savaşa, yıkıma dönüşür, Suriye`nin bölünmesi sonucunu doğurur; bu savaş mazlumu vurur, Türkiye`yi, İran`ı, bütün ümmeti vurur; Irak`a, Yemen`e, Lübnan`a Bahreyn`e bütün İslam coğrafyasına yayılacak ve belki de on yıllar sürecek mezhep savaşlarına dönüşür... Suriye üzerinden Türkiye ve İran`ı karşı karşıya getirmek istiyorlar... Suriye bölünür oraya ABD, İsrail, Rusya ve emperyalist güçler yerleşir... Sonra sıra Türkiye`ye ve İran`a gelir dedik... Bütün bunları ve daha fazlasını dedik...

Bugün ortaya çıkan sonuçlardan dolayı bizi suçlayanlar ve fitne yapanlar, Allah`tan korksun da ellerini vicdanlarına koysunlar... Bunları söylemedik mi?

Ama siz ne dediniz?

Biz Suriye karışır dedikçe, her şeyi bilir, küçümser tavrınızla “bu arkadaşların kafası karışık” dediniz hep. Daha ilerisi, itham ettiniz, iftira ettiniz.

Şimdi sormak zamanı değil mi: Bizim mi kafamız karışık, yoksa Suriye mi karıştı!?