• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Sosyal medyada, Türkiye`nin değişen dış politikasının nedenlerini ifade ederken, bu değişimi Türkiye`nin içerde ve dışarda bataklığa sürüklenmesine bağladım. Türkiye`nin sürüklendiği bu ahvalin, içerde hükümetin “çözüm süreci”, dışarıda da Suriye politikasındaki hatalarından kaynaklandığını belirttim ve şunu ekledim: “Her iki politikanın da bu sonuçları doğuracağını söyledik. “Haklı çıktık” demek hoşumuza gitmiyor ama hükümet üç konuda bizi dinlemiş olsaydı bu hallere düşmezdi: 1- Gülen Grubu, 2- Çözüm Süreci, 3- Suriye...

Bunun üzerine tanımadığım, gerçek olmayan bazı hesaplar üzerinden, küfürlü/hakaretli bir şekilde, Suriye meselesinde İrancı olduğum ve olduğumuz ile ilgili tepkiler geldi. Buna karşılık ben de, “bizim hiçbir zaman Suriye konusunda İran`ı haklı bulan bir söylemimiz ve İran`a bir desteğimiz olmamıştır. Bu, alçakça bir iftiradır. Bu iftira sahipleri Allah`a hesap vereceklerdir...” şeklinde cevap verdim. Daha sonra tanıdığım ve ilişki içinde olduğumuz bazı Müslüman kardeşlerin de medyada isim vererek “İrancılığım ve İrancılığımız” ile ilgili yazdıklarına şahit oldum. Sonrasında zehir zemberek yazılanlarla beraber, mesele farklı boyutlar kazandı.

Mesele ile ilgili bu yazıyı yazmak zaruret oldu. Her şeyden önce şunu söylemekte fayda var: Bazı Müslüman kardeşlerle Suriye meselesi dâhil yaşanan siyasi olaylarda farklı düşünebiliriz. Bu gayet normaldir ama bu düşünce farklılığımız, birbirimize iftirada bulunma hakkını vermez, vermemeli. Yani bizim, “Türkiye Suriye`de yanlış yaptı, yapıyor” demeye hakkımız var ve biz bunu dediğimizde hiç kimse de bize İrancılık iftirasında bulunmamalı.

Biz Türkiye`nin Suriye politikasını her eleştirdiğimizde, bu kardeşlerimiz her defasında bizim İrancı olduğumuz tepkisinde bulundular. Arkadaşlar, biz Türkiye`de yaşıyor, siyaset yapıyor ve İslami mücadele veriyoruz. Türkiye`nin yanlış politikalarını eleştirmeye hakkımız var, “Suriye bir bataklıktır, savaş Suriye`yi ve Suriyelileri harap eder, sonuçları Türkiye`yi vurur, ümmet içi mezhep savaşına dönüşür, Türkiye bu savaşa dâhil olmamalı” dememiz bizi İrancı veya başka bir ülkeci yapmaz, bilakis bizi Türkiyeli yapar.   

Biz Suriye meselesinde başından beri sizden farklı düşünüyoruz ve (söylemek bizi kahrediyor, keşke öyle olmasaydı ama) yaşanan süreç de bizi haklı çıkardı.

Bizim Suriye politikamız acziyetimizden değil, bilakis yanlış gayretin Suriye`yi bu hale getireceğine dair derin okumamızdan ve basiretimizdendir.

Kaldı ki egemenlerin zalim olduğu zulüm dünyasında acziyet de yaşayabiliriz. Allah bizleri, sahip olduğumuz takatimiz ile sorumlu tutmuş. Masum acziyet, sıradan Müslümanların değil, peygamberlerin dahi yaşadıkları bir haldir. Kuran-ı Kerim`de hayat hikâyeleri anlatılan peygamberlerin çoğu, zalim hükümdarlar ve kavimleri karşısında masum acziyet halleri yaşamışlardır.

Hayatı ile sorumlu tutulduğumuz son Peygamber (sav) bile, masum acizlik hali yaşadı. Kendilerine iman etmiş olanlar çok şiddetli işkencelere tabi tutuldu yıllarca, yapabildiği tek şey, sabırdı ve sabrı tavsiye etmekti. Yasir ailesi işkence altında iken, başlarına varıyor ve kendileri için yaptığı tek şey: “Sabredin ey Yasir ailesi! Size vaat edilen yer, muhakkak ki cennettir” demek oluyor. Şimdi size göre, Peygamberin (sav) acziyeti kınanması gereken bir hal midir!

Habbab b. Eret`in (ra) “Ey Allah`ın Resulü! Yaşadığımız işkenceden dolayı bizim için Allah`a dua etmeyecek misiniz” dediğinde (dikkat edin yakalım yıkalım, memleketi harabeye çevirecek şekilde savaşalım demiyor, dua etmeyecek misiniz diyor), Kâbe`ye yaslanmış şekilde oturan Resullah`ın (sav) doğrularak okuduğu ayeti ve arkasından verdiği örnekleri siz de biliyorsunuz.

Müslümanlar, zulümleri altında yaşadıkları güçlere karşı silahlı mücadeleye girme acziyeti yaşayabilirler. Uğradıkları zulümlere sabretmeleri ve İslami mücadelelerini güç ve imkanları ölçülerinde sürdürmeleri gerekir. Bu acziyet değil, bilakis ilahi teslimiyettir.

Takatin yetmediği işlerin altına girmek ve sonuçta da beldeleri helake sürüklemek, İslami olarak övülecek gayret değildir. Olsa olsa İslami ölçüleri karıştırmaktır. Evet, İslam`da kıyam vardır, ama şartları oluşan bir kıyam vardır. İslam`da şartları ve sonuçları hesap edilmemiş bir “Deli Dumrul Kıyamı” yoktur.

Türkiye`nin ve diğer savaşa müdahil ülke ve örgütlerin Suriye politikasını ve Suriye`deki varlığını eleştirmemizi, “bunlar, Suriye`de ikinci bir Hama yaşansın istiyorlar” şeklinde yorumlamanızı ise, adil şahitliğe sahip “müslüman vicdanlara” havale ediyorum. 

Bizim endişemiz; ikinci bir Hama yaşanmasını bir tarafa bırakın, Suriye`nin bütünüyle Hama`ya dönüşmesi ve Suriyelilerin bütünüyle Hama`yı ve ötesini yaşayacak olmasıydı. Bugün geldiğimiz noktada Suriye`de bir değil, bin Hama yaşandı.

Varsayalım masum acziyet, belki Suriye`de bir Hama`nın yaşanmasına sebebiyet verecekti ama hikmetsiz gayret, Suriye`de bin Hama`nın yaşanmasına sebebiyet verdi.  Bizim Suriye ile ilgili endişemiz buydu, hatta Suriye`de bin Hama yaşanmasına sebebiyet vermeyi bir tarafa bırakın, ölçüsüz gayretinizle (burada kastım, Suriye`deki savaşa müdahil bütün ülke ve örgütlerdir, sadece bir kesim değil), ümmeti, İslam coğrafyasını, geleceği ateşe verdiniz, bölgeyi siyonizme ve emperyalizme müsait hale getirdiniz.

Bugün Suriye, emperyalizmin amaçlarına uygun bir bölünme yaşıyor. Suriye`deki savaş ateşi, bugün en çok Türkiye`yi vuruyor. Suriye bataklığı, Türkiye`nin kutsallarını alt üst etti ve bugün Türkiye`yi alçalmış bir şekilde İsrail`in, Rusya`nın, Mısır`ın, hatta Suriye`deki zalimin kapısını çalmaya sürükledi.

İslam`da silah kullanmanın ve savaşın şartları vardır. Suriye mevcut İslam coğrafyasında en son silah kullanılacak yerlerden biridir. Bunu Suriye`de savaş halinde olan ve savaş taraftarı olan herkes için söylüyorum. Yezid`e karşı silah kullanacağız dediğinizde, kullanacağınız silah İslam düşmanlarına fayda, Müslümanlara zarar veriyorsa, burada durup hesap yapacaktınız. 

Suriye`de savaş dediğinizde, Suriye`yi tanıyacaktınız, emperyalizmin hesaplarını, bölgedeki güçleri, kendi gücünüzü bilecektiniz. Sonucun bu olacağını görecektiniz.

Kalp gözünüzü ve kulağınızı açın, başından beri dediğimiz bu! Bunu demek, ne Yezid`e taraf olmaktır, ne acziyettir, ne zillettir. Bilakis basirettir, hikmettir. 

Suriye`de savaş denildiğinde bizim basiretle, başından beri tepkilerimiz ve endişelerimiz, sonucun bu olacağını söylemek oldu. Siz isterseniz buna İrancılık deyin, ister acziyet deyin, ister başka bir şey... Herkes hesabını Allah`a verir.

“Haklı çıktık” söylememiz ise bir övünme değil, 500 bin insanın ölümüne, milyonlarca insanın mülteci, dilenci durumuna, uyuşturucu ve fuhuş sektörüne düşmesine, bir ülkenin harap olmasına sebebiyet veren bir savaşı sorgulama ve ülkeyi yönetenleri, “basiret sahiplerine” kulak vermeye davetti! Akılla değil de duygularla hareket etmenin bugün İslam dünyasını düşürdüğü hal ortada. Suriye meselesinde keşke akl-ı selim aktör olsaydı.

Not: Duygularla değil, akılla yazmaya çalıştığım bir yazıdır. İnşallah duygularla değil, akılla okunur.