• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

“TBMM`nin hilafetin kaldırılması kararından sonra Osmanlı Hanedanının son mensupları 3 Mart 1924`te Sirkeci`den kalkan özel bir trenle yurt dışına gönderilerek sınır dışı edildi” diye haber yapıyordu o günün gazeteleri. Hilafet kaldırılmış ve Osmanlı Hanedanı sürgün ediliyordu. Hanedan mensuplarının trene binme görüntüleri de resim olarak haberle birlikte veriliyordu.

Sürgün edilenlerin başında da Sultan Vahdettin geliyordu. Hanedan mensuplarının dışında da pek çok kimse ya sürgün edildi veya M. Kemal ve arkadaşlarının hışmına uğramamak için yurt dışına kaçmak zorunda kalmışlardı. Bunların içinde Osmanlı`nın son Şeyhü`l-İslam`ı Mustafa Sabri Efendi ve ailesi de vardı.

Sürgündeki Osmanlı Hanedanı mensuplarının hayatı büyük acılar içinde geçti. Çoğu sefalet içinde yaşadı. Bazıları kapıcı oldu, geçimini sağlamak için yabancı diyarlarda, kimi ayakkabı tamircisi... Hanedan mensuplarının günahları, zulmü, yanlışı yok muydu? Elbette vardı, ben Osmanlının özellikle son dönem padişahlarının, dini tam olarak yaşamadıklarını ve temsil etmediklerini çok iyi biliyorum. Ancak kendilerine yapılanlar dünya ve insanlık tarihi boyunca bir millet ve ülke adına yapılan en kötü şeylerdir.   

Peki, ne oldu da vatan kurtarıldıktan sonra bunlar yaşandı? Ve bu yaşananlarla ne yapılmak istendi?

M. Kemal, kafasına göre bir meclis oluşturup istediği kanunları meclisten geçirerek bu halkın tarih ve dinle bağlarını koparmayı hedef aldı. Çok büyük mağduriyetler ve tahribatlar yaşatarak bunu başardı da.

Halbuki Sultan Vahdettin, M. Kemal`i kurtuluş hareketi başlatmak için Anadolu`ya sefer emri ile görevlendirirken, amacı kendi saltanatını kurtarmak değil, vatanı kurtarmaktı. Görünürde vatan kurtulmuş olsa da hakikatte vatan ile birlikte saltanat da din de elden gitti. Sultan Vahdettin`in niyeti iyi ama tercih ettiği adam yanlıştı.

Mustafa Sabri Efendi sonradan bu mesele hakkında Sultan Vahdettin ile aralarında geçen diyaloğu şöyle anlatıyordu:

“Padişahın M. Kemal Paşa`yı Anadolu`ya göndereceğini kestirince, bir din borcu olarak, kendisi ile görüşmek ve buna mani olmak istedim. Çünkü endişelerim vardı... Meseleyi padişaha açtım. Padişah devamlı şöyle diyordu:

“Efendi hazretleri, vaziyet belli; ben vatanımı kurtarmak istiyorum; ne pahasına olursa olsun, vatanımın kurtarılmasını istiyorum. Efendi hazretleri, anlaşılıyor ki siz saltanatımın tehlikeye düşeceğinden korkuyorsunuz. Onu korumamı istiyorsunuz.”

Bunun üzerine:

“Efendim, benim endişem sizin saltanatınız için değildir. Bendeniz, din için korkuyorum. Saltanat giderse yerine bir saltanat daha bulunur. Fakat din giderse, yerine bir din daha gelemez... Eğer mutlaka bir asker gönderilecekse, başka birini araştıralım. Bana da bir söz hakkı tanıyın. Siz bu dinin halifesisiniz, ben de Şeyhü`l-İslamıyım. Din cihetinden sizin kadar ben de mesulüm... ” dedim.

Baktım, padişahın M. Kemal`e tam itimadı var, gece de ilerledi, horozlar ötmeye başladı, sabah oluyor, son sözlerimi tekrar edip bitirdim. Padişah bu sözlerim üzerine müteessir oldu: “Evet gayemiz bir ama görüş ayrılıklarımız var” dedi.

Mustafa Sabri Efendi sonradan hatıratında bu konuya değinirken, padişah o gece horozları dinlediği kadar beni dinleseydi, bunlar başımıza gelmezdi, diyor.   

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra bu memleketin uğradığı en büyük musibet hilafetin kaldırılması oldu. Hilafeti kaldıran da Sultan Vahdettin`in vatanı kurtarsın diye görevlendirmiş olduğu M. Kemal oldu. Evet, M. Kemal vatanı zahiren kurtardı ama gerçekte İngilizler ve Fransızların yapmak istediklerini, onlar adına yaptı. Şayet Sultan Vahdettin o gece uzak görüşlü Mustafa Sabri Efendi`nin söylediklerini dinleseydi ve doğru adamı görevlendirseydi, belki bunlar yaşanmazdı. Evet, belki İngiliz, Fransız ve Yunanların işgali biraz daha uzun sürecekti ama eninde sonunda bu imanlı halk, memleketi onlardan temizleyecekti. Ve asli değerleri üzerine devam edecekti. Ama yanlış bir tercih belimizi kırdı.

Tarihten ders çıkarmak lazım. Bugün de İslam Coğrafyası ve Türkiye kritik süreçlerden geçiyor. Gerçek dost ve düşmanlar iyi belirlenmezse, akıbet kaçınılmaz olur.

Samimi ve iyi niyetli olmak yetmiyor. Doğru zamanda doğru adamlarla yol almak gerekiyor. Yapılan uyarılara da kulak vermek gerekiyor. Kritik zamanlarda yanlış adamlarla alınan yanlış yol, telafisi imkânsız kayıplara sebebiyet verir. Bu ülkede bunu çok yaşadık ve maliyetler ağır oldu. Yenilerini yaşamak tarihten ders almamaktır. Tarihten ders almayan da hem kendisini, hem memleketi, hem de dini tehlikeye atar.