• DOLAR 34.103
  • EURO 38.146
  • ALTIN 2875.028
  • ...

Türkiye hareketli günler yaşıyor. Salı günü önce 80 ilde hala izahı yapılamayan elektrik kesintisi yaşandı. Sonrasında Çağlayan Adalet Sarayı`nda DHKP-C`li militanların rehine eylemi oturdu gündeme. Akşam saatlerinde iki militan öldürüldü, yaralı savcı da hastanede hayatını kaybetti.

Çağlayan Adalet Sarayı`nda bunlar yaşanırken, dünyanın en büyük adliyesi olarak inşa edilen Anadolu Adalet Sarayı`nda 236 Balyoz sanığı hakkında beraat kararı verildi.

Vatan Emniyet Müdürlüğü`ne yapılan saldırı ile beraber gündemin yoğunluğu içinde bu karar güme gitti. Hoş bu olaylar yaşanmasa ne olacaktı, Balyoz sanıklarının topyekün beraatlerine karşı mı çıkılacaktı! Hiç zannetmiyorum, çünkü bu kararın arkasında görüldüğü kadarı ile hükümet var. Son birkaç aydır hükümete yakın medyaya dikkat ederseniz, Balyoz ve Ergenekon`dan yargılanan generaller çıkarılıp, masumiyetleri işlenmek suretiyle aklanıyor ve hatta kendilerinden özür bile dileniyordu.

Balyoz dava dosyasına sahte deliller sokulmadı mı, elbette ki sokuldu. Gülen Grubu polislerinin bu konudaki maharetlerini çok iyi biliyoruz ama dosyalar hakkındaki bu usulsüzlük, Balyoz sanıklarının masum olduğunu göstermez.

Darbe planlarını bir tarafa bırakıp, düz bir mantıkla hareket etsek dahi 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin dışında bu ülkede derin devlet eliyle işlenen binlerce cinayet ve suç var. Derin devlet dediğimiz de askerin, ordunun ta kendisi. Siz bunun adına ister Ergenekon deyin, ister Balyoz deyin, isterseniz Jitem deyin, adına her ne derseniz deyin, devletin derin ayağı ordu var bunun arkasında.

Peki, bugün geldiğimiz nokta ne? Darbeci kaldı mı içeride? Bir bir hepsi çıkmakla kalmıyor aynı zamanda beraat de ediyorlar. Yarın kaldıkları süre için bir de tazminat davaları açarlar (uyduruk delillerle haksızlığa uğrayanları hariç tutuyorum) ve toplamda trilyonlarca lira tazminat da alırlar. Bu paralar da halkın cebinden çıkacak sonuçta. Nasıl bir adalet ama!

Devletin adaleti böyle bir şey; halk, çocuklarının katillerinden hesap sorulmasını isterken, devlet askerlerin tazminatını onların cebinden almış olacak. Halkın cebinden almış olduğu para ile halkın çocuklarının katillerine tazminat ödeyecek.

12 Eylül, 28 Şubat, Ergenekon, Balyoz ve Jitem derin devlet ile hesaplaşmak için sembol dosyalardı. Derin devletin suç dosyaları bunlardan ibaret değildi. Açılmış başka dosyalar da vardı. Mesela 22 Ekim 1993`te asker tarafından Lice`de işlenen ve 16 kişinin öldüğü katliam hakkında zaman aşımına bir gün kala dava açıldı ama dava dosyası, bu şehirden o şehre kaçırıldı ve sonunda İzmir`de dava durduruldu. Yine Van Bahçesaray ilçesi Sündüs Yaylası`nda asker eli ile işlenen ve 14`ü çocuk 24 kişinin vahşice katledildiği katliamın dava dosyası 21 yıl sonra kerhen açıldı ama davada bir arpa boyu dahi mesafe kat edilmedi.

Bu gidişle ortada ne 12 Eylül kalır, ne 28 Şubat, ne Ergenekon ve Jitem. Balyoz buhar oldu bile.

Ortada kim kaldı? Derin devletin mağduru cezaevlerindeki binlerce insan. Mesela 29 yıldır cezaevinde olan Rıdvan Çağrıcı. Katliama uğramış, işkenceler görmüş ve çoğu işinden atılmış mağdur bir halk. Bir de yıllardır babalarının yaşayıp yaşamadığını bilmeyen veya en azından babalarının mezarlarına dahi sahip olamayan binlerce çocuk! Mesela Cevzet Soysal`ın çocukları.

Halbuki böyle mi başlamıştık? Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü olacaktı, kimsesizlerin sahibi, mazlumların hamisi, sessiz yığınların sesi olunacaktı. Mazlumların, kimsesizlerin oyu alındı ama kimsesiz ve sahipsiz kalan, sesleri duyulmayan yine onlar oldu.

Hatırlar mısınız, Erdoğan 2010 referandumuna destek için halktan oy isterken mecliste yaptığı konuşmada, 22 yaşında darağacına götürülen Mustafa Pehlivanoğlu`nun, ailesine ve nişanlısına hitaben bıraktığı yürekleri dağlayan mektubunu okumuş, ağlamaktan dolayı birkaç dakika da konuşamamıştı. Konuşmasının sonunda ise şunları söylemişti: “30 yıl sonra bu işkencelerle, zulümlerle, insanlık dışı suçlarla milletçe hesaplaşacağız. Gencecik ölümlerle hesaplaşacağız. Mustafa`nın, Allah`ından bulurlar dediği gün, işte 12 Eylül 2010 günüdür...”

Referandum yapıldı, seçimler kazanıldı, ne Mustafa`nın, Allah`ından bulurlar dediği gün yaşandı, ne de diğer mazlumların yüreklerindeki ateş söndü. Bırakın mazlumların yüreklerindeki ateşin sönmesini, tahliye ve beraat kararları ile yüreklerdeki bu ateşe benzin döküldü ve mazlumlar bin kez daha kahroldu. Hukuk, üstünlerden yana işledi yine, hem de hükümetin yardımı ile...

Ülkenin itibarı için katrilyonları harcayıp saraylar inşa edebilirsiniz, hatta dünyanın en büyük adalet saraylarını da inşa edebilirsiniz ama ülkenizde hukuk zalimlere işleyip, mazlumları unutuyorsa, Allah`ından bulurlar denilen günün ateşi sizi de yakar.

Bu şekilde devam ederse Ak Parti`nin bela nev`inden ilahi tokada müstahak olacağı gün uzak değil. Bu ister iç çekişme yoluyla olsun, ister dışarıdan saldırılarla veya korkudan muhabbet beslediği eski derinler eliyle olsun...