• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Suriye`deki savaş dördüncü yılını bitirdi, beşinci yılına girdi. Geride bıraktığımız dört yıla baktığımızda ortaya çıkan tablo korkunç; 300 binin üzerinde ölü, yüzbinlerce yaralı, yüzbinlerce yetim çocuk, milyonlarca mülteci, harabeye dönmüş bir ülke, rejim ile savaşın dışında birbirleri ile çatışan gruplar... Suriye nasıl bu hale geldi?

17 Aralık 2010`da üniversite mezunu olduğu halde, seyyar satıcılık yapan Muhammed Buazizi yaşadığı baskıdan dolayı Tunus`ta kendisini cadde ortasında yakmıştı. Bu olayın etkisi ile yıllardır rejimin zulmü altında olan Tunus halkı ayaklanmıştı. 23 yıldır ülkeyi yöneten Zeynel Abidin Bin Ali ülkeyi bırakıp kaçmak zorunda kalmıştı.

Tunus`taki ayaklanmalar diğer Arap ülkelerine de sıçradı, Mısır ve Libya`dan sonra Suriye halkı da onlarca yıldır yaşadıkları diktatör rejimin baskısına başkaldırdılar. Suriye halkını umutlandıran, Tunus ve Mısır diktatörlerinin, halkın ayaklanmasından sonra bir ay gibi kısa süre içinde devrilmiş olmaları oldu. Ocak`ta Zeynel Abidin Bin Ali ve Şubat`ta da Hüsnü Mübarek devrilince, Suriye halkı da 15 Mart 2011`de ayaklandı.

Dera`da başlayan ayaklanma tamamen barışçıl gösteriler şeklindeydi. Rejimin bütün baskısına rağmen altı ay kadar sürdü bu barışçıl gösteriler. Rejim, halkın haklı taleplerine müspet karşılık vermek yerine, hep aşırı şiddet kullanarak gösterileri bastırma yoluna gidince, silaha sarılan muhalif cepheler oluştu.     

Ne olduysa bundan sonra oldu ve “Arap Baharı”, “Arap Azabı”na dönüştü.

Tunus, Mısır, Libya önemliydi ama Suriye, Ortadoğu üzerine hakim olmaya çalışan güçler için çok daha önemliydi. İngilizlerin ifadesi ile “Suriye üzerinde doğrudan bir hakimiyete sahip olunmadıkça, hiç kimse Ortadoğu`yu hakimiyeti altında tutamaz.” Suriye Ortadoğu`ya hakim olmanın anahtarıydı.

Suriye`nin jeopolitik olarak bu konumsal önemi ile birlikte, egemenlerin dünya denkleminde yer aldığı cephe de onu hedef tahtasına oturtuyordu. Bir taraftan Hamas ve Hizbullah gibi direniş gruplarına verdiği destekten dolayı israilin hedefindeydi, diğer taraftan Rusya`nın Akdeniz`deki en önemli müttefiki oluşu ve Rus askeri üssünü barındırması ve İran`ın yanında yer alışından dolayı da ABD`nin hedefindeydi.

Rusya, İran ve Hizbullah bloğu bölgedeki çıkarlarını korumak ve Esed sonrası muhtemel kayıpları ve tehlikeleri yaşamamak için Esed`e her türlü desteği verdiler.

Arka planda ABD ve AB ülkelerinin olduğu bloğun ön cephesinde ise Suudi Arabistan ve körfez ülkeleri ile birlikte Türkiye yer aldı ve Esed karşıtı silahlı muhaliflere destek verdiler. Esed`i kısa sürede devirecekleri hesabı yaptılar.

ABD son günlerde yaptığı açıklamada, Esed`in kalması gerektiği ve Suriye`nin çözümü için Esed ile müzakereler yapılmasından yana olduğunu söyledi. Aslında uzun zamandır ABD ve AB ülkeleri bu yolda Türkiye`yi yalnız bırakmışlardı. Onların Suriye`deki savaşa çözüm getirme gibi bir niyetleri yok. Başlangıçta da amaçları Suriye`yi karıştırmaktı, Suriye`de iç savaşın çıkması üzerine yapmışlardı hesaplarını. Yatırımları da bu yöndeydi.

Suriye üzerine bugüne kadar çok şeyler yazıldı ve söylendi.

Geldiğimiz noktada belki birçok şey manasını da yitirdi. Elbette bu savaşın bir haklısı ve haksızı vardı. Kim ne derse desin, başlangıçta Suriye`de haklı ve mazlum olan halktı ve zalim olan Esed idi. Ama sonraki süreç içinde hem bilfiil sahada savaşan ve hem de dolaylı olarak müdahil olan güçlerin varlığı ile yaşanan gelişmeler haklılık, haksızlık tablosunu alt üst etti. Suriye savaşını şu anda da temelde haklılık, haksızlık üzerinden okumak ve değerlendirmek zor değil elbet ama artık bu yetmiyor. 

Bir de bu savaşın kazananları ve kaybedenleri var. Suriye savaşının gerçek kaybedeni halk oldu. Bir diktatörün zulmü altında yaşıyor olsalardı dahi düşük ölçekte bir yaşama sahip insanlardı; bir evleri, işyerleri ve işleri vardı. Şu anda 300 binin üzerinde ölüleri, yüzbinlerce yetimleri ve milyonlarca mültecileri var. Bu mültecilerin çoğunluğu da çevre ülkelerde insanlık onurunu kaybettiler, dilenci durumuna düştüler, kimisi de uyuşturucu ve fuhuş sektörüne sürüklendi.

Diktatör Esed de kazanamadı.

Peki, Türkiye ve İran kazandı mı? Onlar da kazanmadı, hatta çok yönleri ile kaybettiler.

Suriye`nin  bir tek kazananı oldu şu ana kadar; emperyal dünya ve İsrail.

Suriye`deki bu durumun daha ne kadar süreceğini kestirmek zor, işin başında yaptığımız uyarıların ve Türkiye-İran endeksli ortaya koyduğumuz önerilerin de bu saatten sonra ne kadar çözüm olacağı ve bir mana ifade edip etmediği tartışılır ama herkesin Suriye konusunda şapkasını önüne koyması ve muhasebesini yapması lazım. Hele hele elinde silah olan ve Suriye`deki silahlı savaşı destekleyenlerin...