Şorba-ye Gawan
Molla A. Bari Hocamız anlatmıştı: “Bizim oralarda çobanlar, sabahları hayvanları otlatmaya götürürken, ellerindeki bir kapla da köy evlerinden yemek toplarlar. Çoban her evden ne verilirse yiyecek olarak, hepsini bu kaba koyar. Kimi ayran verir, kimi pilav, kimi çorba, kimi makarna…Verilen yemeklerin bir tek kapta toplandığı bu yeni karışım yemeğe “şorba-ye gawan”(çoban çorbası)derler. Bazen çobanın kabındaki yemek; acısı, tatlısı, tuzlusu-ekşisiyle uygunsuz ve muzur bir karışıma dönüştüğü için, çobana zarar verirdi. Öğle öğünü olarak bu yemekten yiyen çoban, akşamlara kadar sancılar çeker. Bu sancıların acıları içinde saatlerce kıvranırdı…”
Niye aktarıyorum bu hikayeyi…Efendim, malumunuz tutuklusu bulunduğumuz dosyanın iddianemesi hazırlandı ve elimize geçti. Medyaya da yansıdı. Gerçi medya üzerinden yansıdığı kadarıyla iddanamenin bina edildiği omurganın, emniyet patentli suni üretim bir omurga olduğunu anlatmıştık. Sun`i ve uydurma olan bu iskeletle, dosya hukuki yaşamda hayat bulamayacağını düşünmüştük.
Daha sonra iddianeme elime geçip de iddianemeyi okuyunca, aklıma ilk gelen Molla A.Bari`nin anlattığı “şorba-ye gawan` oldu. Trajikomik bir durum ama gerçekten de iddianememiz tam bir şorba-ye gawan…Güler misin, ağlar mısın! Gazaplanır da güler misin, tevekkeltu alallah deyip sabreder misin!
Zülmun mel`un yüzüne her ne kadar gazaplansak da Rabbimize tevekkül ediyor ve gönül cennetinde yaşıyoruz, elhamdulillah. Gelişmeleri ise, kader yazgısında kaderden emin bir şekilde takip ediyoruz. “Men amene bil-kaderi, emine minel-kederi”(Kadere iman eden, kaderden emin olur.) İddianame gerçekten de hukuk adına bir ucube. Emniyet birimleri ne vermişse savcı adeta Cebrail(as)`ın getirdiği vahiy gibi algılamış olmalı ki hiç sorgulama gereği duymamış. Sorgulamış olsaydı, suç unsuru olarak uydurulmuş bir kısım komplaları, emniyet birimlerinin suratına hukuk şamarı olarak patlatırdı.
İddianamenin benimle ilgili kısmında, ismim dışındaki her şeyin yalan-yanlış olduğunu söylesem abartmadan ifade etmiş olurum, diyebilirim. Bütün suçlamalara değinemeyeceğim ama medyaya yansıyan temel bir suçlamayı izah etsem, savcının çoban çorbası anlaşılır herhalde.
28.01.2011 günü sabah namazında gözaltına alındım. Ben gözaltında iken, sözde yöneticisi olduğum örgütün Avrupa sorumlusu, e-mail adresime bir mesaj göndermiş. Bana tahliye olan Hizbullah`ın ana dava sanıklarının yurt dışına kaçırılma talimatı veriyormuş. Polisin elinde olduğum gün geldiği iddia edilen bu şifreli mesaj, yirmi yedi(27) günde ancak çözülebilmişmiş…
Deveye sormuşlar; “Neren eğri?”, “Nerem düzgün ki” diye cevap vermiş. Dikkat edin! iddia edilen Avrupa sorumlusu, mesajı internet üzerinden göndermiş. Bizim ise, gözaltına alındığımız haberleri dost-düşman, sağır sultan tarafından internet üzerinden, duyulmuş.
Kaldı ki bu nasıl ilişkidir, ismini ilk olarak gözaltında duyduğum Avrupa sorumlusu(!) ile -bu mesajın dışında- ne bir görüşmem, ne bir mesajlaşmam(veya) başka bir mesaj ne de bir diyaloğum olmuş. Herhalde ben gözaltına alındığım gün sorumluluğuma getirilmiş olmalı ki, kendisini bana tanıtma imkanı bulamamış. Sorumluluğu alır almaz da geçmiş bilgisayarının başına ve benim gözaltında olduğumu bildiği halde, ilk icratı olarak bana yurtdışına adam kaçırma talimatı vermiş. İşin daha garibi, dosyamdaki diğer kişiler de yine Avrupa`daki bu sorumlu ile beraber, sözkonusu şahısları günlerce önceden yurtdışına kaçırmakla suçlanıyorlar. Kaçanı kaçırmışlarsa, gözaltında olduğum gün gönderilen mesaj benden kimi kaçırmamı istiyorlar…
Bu anlattıklarımdan yola çıkarak polis hakkında kötü düşünmüyorsunuz değil mi! Yok canım, namuslu Türk polisi böyle şeyler yapar mı hiç!!
Görüyorsunuz birini suçlamak ne kadar basit ve ucuz. Tüfeğin icadından sonra zaten bozulmuş olan mertlik, şu internet-cep telefonlarının icadı ile namertliğe, alçaklığa dönüştü. Savcısı, kriminal incelenmesi, adli tıbı, istihbaratı, emniyetiyle devlet gücü olanlar, birini suçlu göstermek istesin… Kim kurtulabilir ki, Müslümanları kırmızı renk olarak gören bu azgın boğalardan…Bir mesaj yeter…
İşkencenin kalktığından dem vurulur. Işkence niçin yapılırdı? Suçlamaların işkence ile itirafı sağlanır, sanık suçlu olarak cezalandırılmaya çalışırdı. Zihniyet değişmedikçe emniyet birimlerine yol çok…Dedim ya bir mesaj yeter.
Mahkeme heyetine tavsiyem: Savcının kabındaki bu ucube “şorba-ye gawan”dan içmeyin. Karın ağrısı çekmeseniz de akıl ve vicdan sancılarını çekersiniz. Tabi insanlığınızı ve gerçek hukukçu kimliğinizi kaybetmemiş iseniz…
Adaletin hüküm-ferma olma duası…