Sokaklara Dökülüp Etrafı Yakıp Yıksak mı Ne!
Hakkımızda verilen cezalarla alakalı “dağa mı çıksak ne!” diye bir yazı yazmış ve bu yazıyla devlet işleyişindeki çarpıklığa dikkat çekmeye çalışmıştım. Yazının meramını ve imasını ıskayalan bir kısım okuyucu, garip bir şekilde yazdıklarımı dağa çıkmak üzerinden değerlendirip yine garip denecek eleştirilerde bulundular.
Halbuki benim gözler önüne sermek istediğim şey; devletin elinde silah olan, etrafı yakıp yıkan, kamunun ve halkın mallarına zarar verenleri muhatap aldığı ve hatta pazarlıklar neticesinde bir anda yüzlerce tutukluyu serbest bıraktığı, ancak kan dökmeyen, cana ve mala zarar vermeyen, bilakis maddi-manevi ıslah çalışmalarında bulunan insanlara ise ağır cezalar verdiğiydi. Aynı devlet kafası-zihniyeti, gezi parkı protestolarında da bu tavrı sergiledi.
Bülent Arınç; etrafı yakıp yıkan, halkın canına ve malına zarar veren eylemcilerin temsilcilerini muhatap aldı. Onlarla aynı masaya oturdu. Onları dinledi ve taleplerini aldı. Bu manzara, ister istemez İslami ve insani faaliyetlerden dolayı yıllarca ceza alan insanların zihinlerinde bir sorgulamaya sebep oluyor: “Sokaklara dökülüp etrafı mı yakıp yıksak ne!” Birkaç ağacın sökülmesine ve binaların yıkılmasına gösterilen bu şekildeki tepki muhatap alınmayı gerektiriyor da çocukların yüreklerindeki hayat ve sevgi ağaçları olan babalarının sökülüp alınması ve insan binasının yıkılması, muhatap alınmayı ve görülmeyi gerektirmiyor mu?
Elazığ Cezaevi`ndeki Müslümanları ziyaret ettim. Hani iki yıl önce dernek faaliyetlerinden dolayı suçlanan ve 150 yıl ceza verilenler var ya... İşte o insanların da içinde bulunduğu mazlum Müslümanları cezaevinde ziyaret ettim. Tabi bir de onların üç beş yaşlarındaki çocuklarını, eşlerini, ihtiyar anne-babalarını gördüm. Cezaevi ziyareti için bekleyen o çocukları ve aileleri müşahede ettim. Bunlar, sessiz sedasız zulümler çekiyor ve acılar yaşıyorlar. Dağa çıkıp sokaklara dökülmedikleri, kan döküp cana-mala zarar vermedikleri için de görülmüyor, muhatap alınmıyor ve sahip çıkılmıyorlar.
Diğerleri bir tarafa -ağaç sökülmesine tepki gibi insani gerekçelerle Gezi Parkı protestolarına destek amacı ile- göstericilerin yanında yer alan bazı Müslüman yazarların Müslümanlığının gerekliliği değilse de insanlıkları da mı gönül parklarındaki babaları sökülen bu çocukları bugüne kadar görmelerini ve bir gün olsun onların yanına gidip destek vermelerini sağlamadı?
Bu tür sorgulamalardan bazı kimseler olmadık manalar çıkarıyor. Biz devletin dağdakilerle de sokaklardakilerle de görüşmesinden rahatsız değiliz, eleştirimiz de buna değil. Elbette devlet sorunları çözmek adına görüşecek. Bizim derdimiz ikiyüzlü bir dünyanın çarpıklığı, haksızlığı, zulmü, acıları... Ve bizdeki sancıları… Yoksa elhamdülillah itikadımız gereği zulme uğrasak da tepkimizin hak ölçüsünce olması lazım. Hak da teori de Kur`an`dır, pratikte Resulullah`tır. Bizim işimiz; kendimizin, insanların ve dünyanın ıslahıdır. Bu amaçla ancak sokaklara iner ve dağa çıkarız.
Dağları severim ve fırsat buldukça da dağlara çıkarım. Hele memleketimin dağlarına… Çünkü dağlar müthiş bir tefekkür ortamı ve Allah`ın Celal sıfatının tecellisinin kudret harikası… Oralarda ilahi kudret karşısındaki acizliğimizi, hiçliğimizi görür ve fıtri bir meyl ile Allah`a sığınırız.
Hafta başında memleketteydim. Bu fırsatla uzun zamandır özlediğim dağlarına çıktım. Memleketimin dağlarının sevimli yönlerinden biri de bu ülkenin mazlum şehitlerinden Şeyh Said`in aile fertlerinin burada medfun oluşu…
Gezi Parkı protestolarına değinmişken gündemde olduğu için birkaç hususa değinmek istiyorum. Her ne kadar bu protestolar insani hassasiyetler öne sürülerek başlamışsa da geldiği nokta, hükümet aleyhtarlığıdır. Bu aleyhtarlıkta buna benzer fırsatlar oluşturmaya çalışan Ergenekon ve hedef ortaklarına gün doğdu. Olayların bu hale gelmesinde hükümet ve devlet kurumlarının hataları yok mu? Elbette ki var. Hem de bazıları bilinçli hatalar yaptı.
Özellikle polisin ilk günlerdeki aşırı müdahalesini şahsen masum olarak değerlendirmiyorum. Çünkü yılların tecrübesine sahip polis, tahrik ve kışkırtma açısından sokakların yumuşak karnını iyi biliyor. Bu yüzden polis içindeki cemaat yapısının bu olayları bilerek tahrik ettiğini düşünüyorum. Çünkü son günlerde Emniyet içindeki istihbarat birimi sorumlularının değiştirilmesinden rahatsızlıkları vardı. Müzakere süreci rahatsızlıklarını ve diğer rahatsızlıkları de eklerseniz polisin bu yaklaşımının arkasındaki sebep az çok anlaşılıyor.
Zaman Gazetesi`nin Mısır temsilcisinin Erdoğan`ı diktatörlere benzetmesi (gerçi bu yalanlandı, ancak Zaman yazarlarının son günlerdeki yazılarında Erdoğan`ı açıkça bir diktatör olarak görürcesine eleştirmeleri) bu rahatsızlıkların boyutunu gözler önüne seriyor.
Hak üzerine olmak duası ile...