"Laik dünyanın, dindarlardan öğreneceği çok şeyler var"
Yazının başlığı, batılı bir yazarın tespiti. “Gündelik hayatın felsefecisi” olarak sunulan ve Türkiye`de kitapları çok sattığı belirtilen Alain de Botton, geçenlerde İstanbul`a gelişinde, medya temsilcileri ile kahvaltıda buluşmuş. Buluşmada şu ilginç, doğru fakat eksik tespitlerde bulunmuş: “Ateistlerin dünyasında belli şeyler yok, ki bunlar dindarların çok iyi olduğu noktalar: Eğitim, sanat, ahlâk, cemaat... Din`de, annene iyi davran, sokaktaki yoksula paranı ver gibi öğretiler var. Bu noktada ateistler, dindarlardan yararlanabilir ve onlardan çok şeyler öğrenebilir.”
Yazar, dindarların eksik hayatlarına değil de dinin en yüce ahlâk olarak hayat bulduğu kaynağa baksaydı, daha kamil bir tespitte bulunurdu. Hakikatı bulmuş olurdu herhalde. O`nun (sav) hayatının her anı, hayret verici yücelik ve örnekliktedir. Meleklerin secde ettirildiği yücelikleri, beşeriyet içerisinde melekleşerek yaşamış ve tarif etmiştir. Hayatında iyilik ve güzelliğe dair öyle kesitler var ki… Kelimeler tarif etmede kifayetsiz…
Mekke`de kavmi, Resulullah`ı (sav), inananları ve kabilesinden onları koruyanları Şib-i Ebi Talip`te ambargoya alır. Öyle ki çocukların açlık ağlamaları ve çığlıkları tüm Mekke`ye yayılır. Sokakta bulunan deri parçalarını ıslatarak kemiren ve ağaç yaprakları yiyen sahabeler, böylelikle hayatta kalmaya çalışır. Öz amcası Ebu Leheb, bölgeye yiyecek sokmamaları için yabancı tüccarların gıda malzemelerini, birkaç kat fazla fiyata satın alır. Bu zulmü, insanlığına sığıştıramayan Hakim b. Hizam (Hz. Hatice`nin yeğeni) gibileri arada bir yiyecek yükledikleri bir deveyi, gece karanlığını fırsat bilerek getirip, Şib-i Ebi Talip`in girişinde sahipsiz salıverirler. Onlar da fark edilerek, tehdit edilip, bu cılız yardımlardan da el çektirirler. Tam üç yıl sürer, bu ağır ambargo...
Sonra hicret ettiği Medine`de de yıllarca kavminin ve destekçi Arap ve Yahudilerin saldırılarına uğrar. Hendek`te 10 bin kişilik ordu ile adeta Müslümanların kökünü kazımak isterler... Hayber`in fethinden sonra, Mekke`de kıtlık başgösterdiği haberini alır. Ellerine düşse, kanını içecek olan kavmini açlık kuşatmıştır. Hemen develere yiyecek ve altın yükletip, ölümü için can atan o kavme hayat gönderir. Aman Allah`ım! Bu ne merhamet, bu ne ahlâk! Ey kalbi ölü batı ve ey insanlıktan düşmüş ateizm ve laiklik! Dindarların bile idrakinde zorlandığı böyle yüce bir ahlâkı tanımamak ve düşmanlık etmek, en büyük bedbahtlık, yaşarken ölmek değil midir?
Dediğim gibi batılı yazar, hakikatin kendisini değil, hakikatin kırıntılarını tespit etmiş. Bu tespitte, aslında dindarlara övgü ile birlikte bir itiraf da gizlidir. Batının ateizm ve laik dünyasında, hayatın ruhu ölmüş. Hayat adına yaşanan ise, müthiş bir ölümdür. Bu ölümün temelinde, batının hayat algısı yatar. Çünkü laik ve ateist batı, hayatı vahşi hayvanların dünyasında olduğu gibi mücadele, çekişme, yok etme ve egemenlik savaşı olarak algılar.
Kendisi dışındakileri -insanlar da dahil olmak üzere- madde olarak gören batı hayatı; bu maddeyi avlama, kendisini de avcı olarak görür. Avlanmada doyumsuz ve ihtiyaçta hudutsuzdur. Yani hayvanların vahşi dünyasından daha vahşidir. (Bırakın öncesini son yüzyılın, hatta son 20 yılın batı kaynaklı savaş ve ölümlerine bakılırsa, vahşetin sınırsız katliamları anlaşılır.)
Bu vahşi hayat algısının kendi insanlarına verdiği ise; “ben” merkezinde yalnızlığa gömülmüş bir hayatı, ölü bir ruh ile yaşamaktır.
Dindarların hayatı ise; medeni varlık dünyasının yardımlaşma, sevgi, şefkat algısı, kardeşçe birlik içinde yaşama üzerine kuruludur. Allah`ın tekvini şeriatındaki (kaitana koyduğu kanunlardaki) hayatı basiretle okurlar: Bulutlar, toprağın yardımına koşar; toprak, bir taraftan hayvanata yuva olurken, diğer taraftan rahmini tohumlara açar, annelik eder. Sonra doğurdukları ile canlılara hayat olur. Güneş, ay ve diğer unsurlar, bu hayatın inşasında yardımlaşır, sırt sırta verip her saniye hayat doğururlar.
Dindarlar, tekvini şeriatın bu maddi bedenine, asıl hayat olan teklifi şeriatın (dini kanun ve öğretilerin) ruhunu yerleştirip, madde-mana bütünlüğünü oluştururlar. Aynı yaratıcının mahlukatı olma kardeşliğini tesis eder, bu kardeşlik içinde bir karıncayı bile incitmezler. Hayat, bu uyum ve kardeşlik (tekvini ve teklifi şeriat) ile hayat olur. Dünyevi ve ebedi hayat bununla elde edilir.
“... Size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah`a ve Resulüne icabet edin.” (Enfal / 24)
Dindarlar, hayat bahşeden “Hayy”a teslim olup, sevgi, merhamet, kardeşlik dairesinde ağyarın derdi ile dertlenirler. Yaptığı bir yardım, karşıladığı bir ihtiyaç, aldığı bir gönül ve dua ile madden ve manen hayat bulur, dünya ve ahiret cennetini yaşarlar.
Paylaşım, sevgi, merhamet, kardeşlikten yoksun ateist ve laik ruh ise sahip olduğu maddeye rağmen ölüdür.
Her iki cihanda hayat bulmak duası ile...