• DOLAR 34.667
  • EURO 36.381
  • ALTIN 2943.08
  • ...

Bugün 15 Temmuz!

Meş`um FETO darbe girişiminin birinci yıldönümü…

FETO`nun darbe girişimi ile “taçlandırdığı” ihanet süreci üzerine ne söylense azdır. FETO resmen bir ahtapottu ve ahtapotun kollarının erişebildiği her kişi, her grup, her camia, her STK kumpas ve şantajlarla burun burunaydı.

Kimileri kumpas ve şantajları iliklerine kadar yaşadı,

Kimileri son anda uçurumun kenarından döndü,

Kimileri kumpas ve şantajların sırada bekleyen potansiyel adaylarıydı.

Bu manada başarısız darbe girişimi sonrası FETO`ya yönelen tasfiye süreci, açıkçası toplumsal kesimlerde büyük bir “rahatlamaya” yol açtı.

FETO öncesi süreçte vesayetçi ceberutlar tasfiye yemişti. Ceberutlaşan FETO için de tasfiye sürecinin başlaması, “rahatlama” hissine adeta doping yaptırmış, bu da FETO tasfiyesine yönelik ciddi bir toplumsal destek oluşturmuştu.

Bu duygularla başlayan FETO`yu tasfiye süreci üzerinden tam bir yıl geçti. Tasfiye adına çok şeyler yapıldı. FETO ile anılan kişiler, kurumlar bir bir tasfiyeye uğradı. Ancak şöyle bir terslik de gözlerden kaçmamaktaydı: Tasfiye sürecinde toplumsal hissiyat daha ziyade “yukarılara” göz dikerken, tasfiyeler büyük oranda “aşağıdakiler” üzerine yoğunlaştı. Örgütsel yapının ana omurgası “Ticaret ve İhanet” katmanları üzerine kurulu iken, operasyonlar, tutuklamalar, ihraçlar büyük oranda “İbadet” katmanı üzerine gerçekleşti. Oligarşik bir yapı olan bürokratik katmanda tasfiyeler yapılmadı değil, ama bu tasfiyeler toplumsal beklentilerin çok altında kaldı. Siyaset ayağına dokunulmaması ise toplumda resmen hayal kırıklığına yol açtı. Kaldı ki tasfiyelerde çoğunlukla etkin araştırma-soruşturma mekanizması by-pass edilerek salt “ihbar” mekanizması üzerinden uygulamalara girişilmesi, beraberinde birçok mağduriyet vakalarını getirdi.

Hepinizin dikkatini çekmiştir;

İlk etapta sokakta, çarşıda, pazarda, parklarda, kahvehanelerde koyulaşan sohbetlere kulak kabarttığınızda istisnasız herkes FETO tehlikesinin arz ettiği boyutları konuşurdu. Hatta birçok sohbet Fethullah Gülen`e en galiz küfürlerle başlar, yine en galiz küfürlerle biterdi. Şu da gitti, şunu da aldılar, onu da işten attılar deyip bir nevi “Oh olsun!” demeye getirirlerdi.

Son zamanlarda FETO konusu yine insanların kendi aralarında konuştukları en önemli konular arasında. Ancak bariz bir eğilim farklılığı artık gözlerden kaçmıyor. Elbette kimse FETO`yu savunmuyor. Ancak uygulanan bazı yanlış politikalar, insanların vicdanlarında tepki oluşturacak kimi “hukuki” veya operasyonel uygulamalarla oluşan bir takım mağduriyetler, OHAL sürecini ve süreç kaynaklı KHK`ları deyim yerindeyse geri dönüşüme tabi tutup torpil ve rant kapısına dönüştüren bilindik kişiler, kurumlar ve “teşkilatlar”, memur alımlarında uygulanan mülakat sisteminin rayından çıkarılması gibi durumlar, artık insanların en fazla konuşup öfke kustukları başlıca alanlar haline gelmiştir.

Peki, halk nazarında artık bıkkınlık uyandıran bu tür uygulamaların sonu nereye varacak?

Biliyorsunuz gerek uluslararası vesayet sisteminin esaretinden kurtulmak, gerekse de içeride öngörülen sistem değişiklikleri her yerde sancılı geçmektedir. Türkiye`de de bu anlamda sancılar yaşandı, yaşanıyor. Hükümet ve Tayyip Erdoğan faktörü, “Başkanlık referandumu” ile önemli ve bir o kadar da kritik bir aşamayı geçmeyi başardı. Ancak yeni sistemin kilometre taşını oluşturacak 2019 seçimleri gündemde ve herkes tüm planlarını artık 2019`a göre ayarlamaktadır.

Başkanlık referandumunda oy farklarının azlığı, Erdoğan karşıtlarını fazlasıyla umutlandırmış bulunmaktadır. Bu anlamda toplumsal öfkeyi artıracak en küçük bir adım dahi, 2019 seçimleri için Tayyip Erdoğan`ın aleyhine, dolayısıyla karşı cephenin lehine sonuç verecektir. İlginç olan nokta ise, öfkeye de yol açsa, memnuniyete de yol açsa her türlü uygulamanın faturası, Tayyip Erdoğan`ın bizzat hanesine yazılmaktadır. Ak Parti ya da başkanlık için kullanılan ve kullanılacak her oy, bizzat Erdoğan faktörü gözetilerek kullanılmaktadır. Bu anlamda siyasetten bürokrasiye, kolluk uygulamalarından adalet mekanizmasına, genel merkezden yerel teşkilatlara kadar yürütülen tüm uygulamalar, halk arasında doğrudan Tayyip Erdoğan`ın kişiliğiyle ilişkilendirilip değerlendirilmektedir.

X milletvekili, Y teşkilatı, Z belediyesi kimsenin umurunda değildir. Seçmen kitlesinin ana gövdesi olumlu ya da olumsuz her şeyi doğrudan Erdoğan`ın şahsıyla değerlendirmektedir.

Bu bakımdan halen yürürlükte olan olağanüstü süreçte, “kripto” denen ne idüğü belirsizleri bir tarafa bıraksak bile bir çok yanlış, hatta kasıtlı uygulamaların uygulayıcıları çoğunlukla “Ak Partili” veya “Aşırı Reisçi” diye bilinen/geçinen kişiler, gruplar, teşkilatlardır. Bunların hoyratça uygulamalarına yönelen tepkiler ise doğrudan Erdoğan`ın kişiliğine yönelmekte, onun hanesine “zarar” olarak yazılmaktadır.

Açıkçası bu yönde seyreden ve giderek toplumda kalıcı etki bırakmaya dönüşen bu süreç, artık sürdürülebilir olmaktan çıkmış durumdadır.

Evet, FETO tehlikesini, barbarlığını 15 Temmuz`un yıldönümünde yine konuşalım. Ancak halkın canıyla, kanıyla oluşan bir sürecin giderek halkın aleyhine dönmeye başladığını da görmezden gelmemek lazımdır.

Belirttiğim gibi;

İnsanların yoğun olduğu mekanlara bir gidin ve FETO-15 Temmuz bağlamında artık neler konuştuklarına azıcık kulak kabartın. Geçen bir yıllık sürenin, insanların gündemlerinde ne denli bir olumsuz değişime yol açtığını bizzat müşahede etmiş olursunuz.

Acı da olsa maalesef gerçek budur. Ancak daha da acı olanı, oluşan linç kültürünün yaşanan yanlışlıkları dile getirmeyi imkansız kılmasıdır. Bu çerçevede türeyen ve her türlü yanlışı “FETO” ile örtmeye çalışan linç ekibi, görünürde “Aşırı Reisçi” geçinse de, gerçekte “Reis`e”  “Harakiri” yaptırmakla görevliymiş gibi bir izlenim vermektedir.