• DOLAR 34.664
  • EURO 36.409
  • ALTIN 2950.021
  • ...

Mayıs`ın sonlarında Trump “İlk yurt dışı” ziyareti kapsamında Suudi Arabistan`da olacak. Seçim kampanyasında ve ilk başkanlık günlerinde Amerika`nın Çin ile yaşanan geleneksel örtülü mücadelesini “açıktan savaş” ilanına dönüştüren Trump, “Küresel çete” diye tabir edilen ve siyonist lobilerin merkezde olduğu “derin devlet” engeliyle karşılaşınca Ortadoğu`ya tekrar dümen kırmak durumunda kaldı.

Bu açıdan ilk ziyaretin Suudi`ye yapılacak olması, startı verilen yeni çatışmacı politikanın sembolü açısından önemlidir.

Suudi koordinatörlüğünde yürürlüğe konulacak olan yeni bölgesel politika, ABD/israil kaynaklarınca her ne kadar salt “İran karşıtlığı” üzerinden telaffuz ediliyorsa da, Arap basını ve diplomatik çevrelerinin detaylandırarak verdiği yeni politikanın ayrıntılarına bakılırsa, belli başlı İslami yapıların tümünü hedef tahtasına koyduğu görünmektedir.

Trump`un ziyareti, sahadaki Amerikancı aktörlerin yeni çatışmacı politikalar kapsamında yaptıkları fizibilite çalışmalarının artık ete kemiğe bürünmüş olduğunu göstermektedir. Trump, ziyaret esnasında Körfez ülkelerinin başkanlarıyla ayrı bir toplantı yapacak, İslam İşbirliği Teşkilatı mensubu ülkelerin temsilcileriyle de ayrıca bir araya gelecek. Bunun için Suudi yönetimi hummalı bir hazırlık çalışması içerisine girip 68 milyon dolarlık bir “Misafir bütçesi” ayırırken, Suudi medyasında yer alan haber ve analizler, Suudi üzerinden yürütülen kirli bölgesel politikanın detaylarına ışık tutmaktadır.

Suudi yönetiminin şu sıralar önemsediği ve Trump`un planına dahil olacağı başlıca konular şöyle sıralanabilir:

İran, Yemen, Suriye, HAMAS ve İhvan hareketi.

Suudi`nin önemsediği İran, Yemen ve Suriye meselesini bir tarafa bırakalım. İhvan ve yeni siyaset belgesi bağlamında HAMAS üzerinden yapılan kimi değerlendirmeler, yeni kirli politikanın kapsayıcılığı açısından dikkate değerdir.

İran ve İhvan`ın, özellikle Mursi`nin iktidar olduğu dönemde Suriye sorunu karşısındaki zıt tavırlarından dolayı pek de barışık iki güç olduğu söylenemez. Kaldı ki sonraki süreçte birbirlerine yakınlaştıklarına dair hiçbir belirti de ortaya çıkmadı. Oysa Trump Amerikası`nın köpürttüğü ve Suudi`nin özellikle vurguladığı “İran tehlikesi” olgusuna karşı Trump`un ziyaretiyle ilişkili olarak İhvan`ın da “Şer eksenine” dahil edilmesi oldukça manidardır.

Bu kapsamda Suudi El Arabiyye gazetesinin yaptığı bir yorum oldukça ilginçtir. Daha önce İhvan`ı “Terör örgütü” kapsamına alan Suudi`nin mezkur gazetesine göre HAMAS, şer ekseninin bir ayağı olan İhvan ile bağlarını koparmasının İsrail'i ve Amerika'yı düşman olarak gören direniş ekseninin büyük bir yenilgi aldığı anlamına geldiği yorumuna yer verdi. 

İhvan-ı Müslimin'in İsrail'i hiç bir şekilde meşru kabul etmemesi üzerinden İsrail ile ilişki içinde olan devletleri hain olarak nitelemesinin İhvan'ı İran, Hizbullah ve Suriye'nin oluşturduğu şer eksenine dahil ettiğini belirten El-Arabiya gazetesi, uluslararası arenada İran ve İhvan'ın temsil ettiği siyasi düşüncenin mağlup olduğunu ileri sürerek, HAMAS'ın da bu yeni metinle birlikte mağlubiyeti kabul edip bu eksenden ayrıldığını ilan ettiğini belirtti. 

Gazete, HAMAS`ın “Şer ekseninden” ayrılmasını HAMAS için olumlu bir adım olarak görmemekten hareketle, “Amerikan başkanı Donald Trump'ın bu şer ekseninin faaliyetlerini gayet iyi bildiğini ve HAMAS'ın kıyafet değiştirmiş olmasının Trump'ı kandıramayacağını” öne sürmesi, İsrail`e ait hassasiyetlere “Arap kılıfı” giydirildiğini göstermesi açısından önemli bir noktadır. 

ABD, İsrail ve Suudi öncülüğündeki şer bloku her ne kadar yeni ihanet sürecini “İran tehlikesi” kılıfı ile gizlemeye çalışsa da, hedeflerinde İran`a dönük doğrudan hiçbir müdahale biçiminin olmadığını belirtmekte yarar vardır.

Hal böyle iken HAMAS ve İhvan hareketinin “İran tehlikesi” parantezine alınarak hedefe konulması, yeni çatışmacı politikanın temelde bir “israil`i koruma” projesi olduğunu göstermektedir.

İran, Hizbullah ve Suriye yönetiminin Suudçu koalisyonla sorunlarının olduğunu biliyoruz. Oysa HAMAS`ın, hele ki İhvan`ın Suudçu koalisyonla bilinen ve tehlike addedilebilecek herhangi bir sorunu bulunmamasına karşın bu denli hedefe konulmaları, “İran tehlikesi” kavramının sorgulanmasını beraberinde getirdiği gibi, meselenin odağında israil`in menfaatleri, güvenlik ve yayılmacı hedeflerinin bulunduğunu gözler önüne sermektedir.