• DOLAR 34.659
  • EURO 36.459
  • ALTIN 2950.85
  • ...

Suriye sahasına devletler bazında doğrudan müdahil başlıca dört ülkeden bahsedebiliriz;

ABD, Rusya, İran ve Türkiye.

Rusya ve İran, genel uygulamalarda birlikte hareket ediyorlar.

Rusya ve Türkiye arasında zaman zaman lokal alanlarda birliktelik görüntüsü ortaya çıksa da genel anlamda uyuşmazlık söz konusudur.

ABD ile Rusya, karşı karşıya gelmeme noktasında bir koordinasyon görüntüsü sergileseler de başlıca iki rakip durumundadırlar. Çünkü geleceğe dönük Suriye öngörüleri oldukça farklı durumdadır.

Türkiye ile İran, aslında ikisi için de önemli bir mevzu olarak ön plana çıkan PYD meselesi konusunda neredeyse aynı duyguları paylaşmalarına karşın kıran kırana bir rekabet yaşayan iki bölge ülkesi konumunda bulunuyorlar.

Suriye`deki çatışmaların gidişatı aslında doğrudan müdahil olan söz konusu dört ülkenin ilişkisine endekslenmiş durumdadır. Bu ülkeler anlaşırsa yaşanan sorunlar büyük oranda suhulete kavuşabilir. Ancak uyguladıkları stratejilerin birbirine zıt olması, buna bağlı olarak gelecekteki Suriye tasavvurlarının çokça farklı olması, her seferinde çatışmalarla sonuçlanan farklı stratejilerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır.

Geçen zaman şu gerçeği de gözler önüne serdi:

Sahaya doğrudan müdahil olan ülkelerden herhangi birisini dışlayarak yaşananların üstesinden gelmek mümkün olamamaktadır. Müdahil herhangi bir ülke veya blok, belki rakiplerini göz ardı ederek tek başına sorunları çözmeyi deneyebilir. Ama mevcut stratejisi bloke edilen herhangi bir ülke bile tek başına tüm rakip stratejileri alt üst edebiliyor. Çünkü sahadaki zemin ve şartlar daima buna elverişli ortamlar sunmaktadır.

Mesela son kertede tüm stratejiler Menbiç ve Rakka üzerine odaklanmış durumda. Menbiç ve Rakka hattında stratejisi en fazla bloke edilen ülke olarak da Türkiye ön plana çıkmaktadır. Türkiye için Suriye stratejisinin bittiği nokta söylemlerinin piyasada geçerlilik kazandığı bir anda Urfa`da “El Cezire ve Fırat Bölgesi Suriyeli Aşiretler ve Kabileler Genel Kurultayı” adı altında elliye yakın aşiret liderinin bir araya gelerek “El Cezire ve Fırat aşiretleri ordusu” adıyla yeni bir oluşuma gittiklerini deklare ettiler. Bu durum, tıkanan Menbiç-Rakka stratejisinin aslında ne denli farklı bir çıkışa gebe olduğunun göstergesi niteliğindedir.

Böyle bir toplantı ve askeri oluşum ilanının Suriye`deki sorunlara çözüm olacağını kimse iddia edemez. Ama Münbiç-Rakka hatında rakip ülkelerin Türkiye`yi dışlayarak uygulamaya koydukları adımları belli oranda sekteye uğratabilecek nitelik taşıdığını iddia etmek de pekala mümkün gözükmektedir.

Aşiretler toplantısının Urfa`da yapılmış olması, tabii ki Türkiye`nin Suriye stratejisi bağlamında gerçekleşmiştir. Toplantıda ilginç kararlar alınmış ve enteresan vurgular ön plana çıkmıştır. Rusya, İran, Suriye rejimi ve Hizbullah işgalci güçler olarak ilan edilip mücadele vurgusu ön plana çıkarılırken işgalci konumuyla ABD`ye laf edilmemiş olması bir başka ilginç noktayı teşkil etmiştir. Katılımcıların uluslar arası destek talebinin yanı sıra PYD ve IŞİD`e karşı mücadele kararlılığı iki noktadan önem arz etmektedir.

Birincisi; Katılımcılar PYD ve İŞİD bölgelerinde ikamet eden aşiretlerdir. İsimlendirmelerinden de anlaşılacağı üzere PYD kontrolündeki Cezire bölgesinden Fırat`a kadar olan alandan gelen katılımcılar söz konusudur. Dolayısıyla İran, Rusya ve Hizbullah karşıtı söylemleri yerleşik konumlarıyla çok da orantılı görünmemektedir. Daha ziyade siyasi bir mesaj ve yardım talebinde bulundukları “Uluslar arası” güçlere bilinen mesajlar söz konusu olmaktadır.

İkincisi; Rusya ve müttefikleri ile beraber IŞİD ve PYD`yi hedefe koyup “Uluslar arası” baş aktör ABD`ye laf edilmemiş olması, Türkiye`nin Rakka operasyonu için öngörüp ABD`ye kabul ettiremediği PYD/YPG`yi byy-pass etme isteğinin bu kez sahadaki aşiretlerden gelmiş olmasıdır.

Aşiretlerin ABD/Rusya/YPG karışımı mevcut Rakka stratejisini ne kadar etkileyebileceğine dair elimizde net bir veri bulunmamaktadır. Ancak bu bölgelerde aşiret olgusunun güçlü olması ve güç ve imkânlar bakımından sahadaki bilinen yerel örgütlenmelerden geri kalır yanlarının olmaması, bu kartın pek de göz ardı edilmemesi gerektiğini göstermektedir. İsim isim hangi aşiretlerin bu oluşuma destek verdiği bilgisi medyada yer almadı. Ama katılan aşiretlerin öne çıkan belirgin kimlikleri Arap, Kürt ve Sünni olmaları şeklindeydi. PYD kontrolündeki Cezire kantonunun eşbaşkanının bile Arap aşireti lideri olması ve on binlerce silahlı militana sahip olduğu gerçeğini göz önüne alırsak, bu kartın sahadaki dengelerde oluşturabileceği sarsıcı etkileri tahmin etmek mümkündür.

Peki, bu kart sadece Türkiye`nin tasarrufunda mıdır, derseniz, o da ayrı bir sorun. Aşiret liderlerinin çoğunu harekete geçirmede her zaman birden çok faktörün etkili olduğu, istek ve arzuların karşılanması oranında kimilerini saf değiştirip farklı yönlerde harekete geçirmeye müsait bir zeminin her zaman mümkün olduğunu unutmamak lazımdır.

Türkiye`nin aşiretler üzerinden attığı yeni adım, aynı zamanda ABD`ye sunduğu PYD/YPG`nin saf dışı bırakılıp bunların yerine ÖSO`nın kullanılması planının bir başka versiyonudur. Bir tür işbirliği çağrısıdır.

ABD`nin bu adıma ne tür bir karşılık vereceği belli olmasa da, Türkiye`nin “Astana ortaklarının” bundan hiç de hoşnut olmayacağını öngörmek mümkündür. Hatta bundan hareketle Astana`nın ateşkes ve çözüm noktasından bir adım daha uzaklaşacağını tahmin etmek hiç de zor değil.