• DOLAR 34.655
  • EURO 36.446
  • ALTIN 2952.23
  • ...

Geçen yazımızda özellikle Ortadoğu`da Trump yönetiminin işbaşına gelmesiyle beraber yeni bir güç denkleminin kurulmaya çalışıldığını belirtmiş, henüz net bir plan ortaya çıkmamış olmasına karşın yaşanan diplomasi trafiğinin bu yönde bazı belirtiler ortaya koyduğunu söylemiştik.

Trump yönetimindeki Amerika, küresel ölçekte Çin; bölgesel ölçekte ise İran`ı birer tehdit faktörü olarak ön plana çıkarmıştır. Dolayısıyla yeni dönemde mücadele stratejisini bu iki faktöre dayandıracak politikalar geliştireceğini ortaya koymuştur.

Bu noktada Amerika, Çin ile mücadele serüveni açısından güç ağırlığını büyük oranda Güney Asya`ya kaydırmak durumunda olacağı için öncelikler listesinde ABD için ikinci sıraya düşen Ortadoğu`da ise daha ziyade bölgesel partnerleri üzerinden bir politikaya yönelecektir.

Bölgede yaşanan işgal ve iç çatışmalarla beraber İran önemli bir manevra alanı bulmuştur. Irak, Suriye ve Yemen gibi yerler, İran`ın önemli manevra alanlarına dönüşmüştür. Bu durum, başta İsrail olmak üzere bölgedeki Arap-Körfez ülkelerinin tepkisini çekmektedir. Obama döneminde İran`la yapılan “Nükleer Anlaşma” ise Körfez-israil tepkisini bariz bir yakınlaşma, işbirliği ve hatta Suudi ile İsrail arasında bir “Gizli anlaşmaya” vardırmıştır.

Körfez ülkelerinin İran`a yönelik yeni politikasını konu alan Wall Street Journal (WSJ) , önemli bir iddia ortaya atarak Trump yönetiminin İran`a karşı NATO`yu andıran askeri bir koalisyon kurma hazırlığında bulunduğunu ve bu koalisyonda Suudi Arabistan, BAE, İsrail, Mısır ve Ürdün`ün yer alacağını yazdı.

Amerika`nın iddia edilen bu planı ne kadar uygulanır zaman gösterecek. Ancak bu planın, 2015`te Obama`dan umutlarını kesen Suudi Arabistan ile İsrail arasında imzalandığı söylenen “Gizli anlaşmanın” maddelerinden birisi olduğu söyleniyor.

*          *          *

Haziran 2015`te CFR`de Elliot ABRAMS`ın moderatörlüğünde düzenlenen bir foruma konuşmacı olarak katılan İsrail ve Suudi diplomatların burada çizdikleri “mutabakat” çerçevesinin “Gizli anlaşmanın” maddelerini de teşkil ettiği belirtiliyor.

Türkiye`nin bölgesel politikasının temelini oluşturan “beka hassasiyetini” içeren maddelerin de bulunduğu anlaşma maddeleri, Suudi diplomat Enwer Eşqi tarafından CFR`de şu şekilde sıralanıyordu:

1- Araplar ve İsrail arasında barış sağlanması.

2- İran`da siyasi sistemi değiştirme.

3- Körfez İşbirliği Konseyi Birliği.

4- Yemen barışının sağlanması ve Körfez`deki istihdam demografisini dengelemek    

     için Aden Limanı`nın canlandırılması.

5- Körfez ülkelerinin yanı sıra Arap ülkelerini korumak için Amerikalı ve  

    Avrupalıların yardımıyla bir Arap Gücü oluşturulması.

6- Arap dünyasında İslami ilkelere dayalı demokrasinin temellerinin hızla kurulması.

7- Büyük Kürdistan`ın kurulması için barışçıl yollarla İran, Türkiye ve Irak`ın   

     emellerini zayıflatıp Kürdistan lehine bu 3 ülkeyi parçalanması. (http://www.cfr.org/development/regional-challenges-opportunities-view-saudi-arabia-israel/p36615)

*          *          *

Arap-Körfez ülkeleri tehdit algılamalarında önceliği İran`a verirken, ABD ve israil`in İran`ın yanında Türkiye de dahil tüm bölge ülkelerini kapsayan daha geniş bir planlama içerisinde olduklarını herkes bilmektedir.

Bu noktada Türkiye`nin takınacağı tavır ve yeni güç denkleminde geliştireceği politika daha fazla önem arz etmektedir. Son süreçte Türkiye ile ABD arasında Suriye üzerine artan diplomasi trafiği ve Türkiye`nin yine Suriye politikası bağlamında Trump yönetiminden beklentileri söz konusudur. Ki tüm beklentiler PKK/YPG`nin dışlanması üzerine kuruludur. Cumhurbaşkanı Erdoğan`ın son Körfez ülkeleri ziyareti bu bağlamda yeni denklemde konum arayışı veya etkileme hamlesi olarak değerlendirilebilir. Cumhurbaşkanı`nın Bahreyn`de sarf ettiği “Fars milliyetçiliği yayılmacılığı” tezi her ne kadar salt İran karşıtlığı üzerinden basında bir dalgalanmaya sebep olduysa da, Amerikan planları salt İran`la sınırlı değildir.

Bugün Türkiye`nin Suriye politikasının en önemli önceliği PKK/YPG ve kantonlar meselesidir. Kaldı ki Fırat Kalkanı`nın birinci sebebi de budur.

*          *          *

Türkiye`nin son süreçte iş tuttuğu Rusya`nın “Kürt kartına” olan aşkı ve PYD/YPG`ye olan bakışı, ilerde Rusya ile yeni sorunlar yaşanmasına adaydır. Belki de Türkiye`nin son Körfez diplomasisi ve Trump yönetimiyle yakınlaşma çabası Rusya ile Amerika arasında bir denge politikası oluşturma çabası da olabilir. Ancak Amerikan/İsrail/Suudi tezleri de bu noktada Rusya`dan geride değildir.

Ruslar; PKK/YPG`yi terör örgütleri olarak görmemektedir, hatta yeni Suriye anayasa taslağında “Kültürel özerklik” dahi yer almaktadır. Geçen hafta PYD öncülüğünde Moskova`da düzenlenen “Kürt konferansı” da sanırım Türkiye`ye verilmek istenen mesajlarla doludur. Rusların bu tavrı belki de Türkiye`nin yeni partner arayışları için iyi bir gerekçe teşkil edebilir. Ancak alternatif partner ya da “müttefik” olan ABD de bu noktada Ruslardan geride değildir.

Trump`un Suriye`de bir “güvenli bölge” arzusunun depreştiği bellidir. Bunun için ilk danışıp destek istediği kişinin Kral Selman olması da Türkiye açısından manidardır. Bu noktada Suudi diplomatın CFR`de sıraladığı maddelerin sonuncusuna dikkatinizi çekerken geçen haftalarda eski Ankara Büyükelçisi Jeffrey`in Senato Dış İlişkiler Komitesi`nde bu bağlamda yaptığı konuşma yine Türkiye açısından manidar olsa gerek.

*          *          *

Jeffrey; Suriye,  güvenli bölge, YPG gibi hususlarla ilgili konuşmasının satırbaşları şöyleydi:

-          Hem Fırat Kalkanı Harekatı ile kontrol edilen alan, hem de Fırat`ın doğusunda kalan Kantonlar kalıcı hale getirilmeli ve Suriye`nin egemenliği dışına çıkarılmalı.

-          Suriye ve İran`ın muhalefet üzerinde mutlak zaferini önlemek için ABD, Suriye içinde eğitim ve lojistik destek birlikleri bulundurmak dahil kuzey Suriye`de Türk bölgesini, Rojava`yı, YPG bölgesi Afrin`i, Rakka etrafında bir kurtarılmış bölgeyi desteklemeli.

-          Türkiye ile YPG arasındaki uzlaşma bu çabaları güçlendirecektir. ÖSO`yu silahlandırma seçeneği masada kalmalıdır. Bu şartlar, Rusya`yı İran ve Suriye`den ayırmak için en iyi çözümü sunar”

Eğer Türkiye, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İlnur ÇEVİK`in ABD basınında yer alan sözlerine binaen Fırat`ın Doğusu ile sınırlı kalmak şartıyla bir PYD kantonunu tolere etmeye hazır ise, o halde Türkiye artık oluşan yeni ittifakın da üyesidir denilebilir.

Belirtilen alandaki kantonları hala “kırmızı çizgi” olarak görmeye devam edecekse, o halde daha çok diplomatik ve askeri manevralara şahitlik edeceğiz.

Peki, tüm bu olup bitenler karşısında Rusya-İran-Irak-Suriye cephesi oturup seyretmekle mi yetinecek?

Rusya`nın güvenilmez olduğunu düşünebilirsiniz. İran`ı eleştirmekle kalmayıp yerden yere de vurabilirsiniz. Ama Amerika/Arap/İsrail bloğunun da faziletli bir blok olmadığını bilmelisiniz.