DARBE; Külahlı mı Olsun; Kalpaklı mı?!
“Külahlı Darbeci”, darbe girişiminde bulunacak kadar “Sızıntı” planlarını yürütürken kamuoyunu ve dahi tüm özel/kritik makamları hep oluşturduğu “Şubat Soğuğu” hipnotizması üzerinden aldatarak aldatagelmişti.
Lakin planladığı darbe girişimini, bir parola haline getirdiği Şubat`ın soğuk günlerinden birinde değil de sıcak bir Temmuz gününe denk getirmesi belki de “7 Şubat`ın” soğuğunda yaptığı ilk kalkışmanın başarısızlığından kaynaklanmıştır!
“Külahlı darbeci`nin” darbeye gidecek süreçte, sicilleri darbelerle dolu olan “Kalpaklılar” üzerinden kamuoyunu etkileme yöntemine başvurup “Sızıntı” girişimlerini büyük oranda başarması toplumsal alanda karşılığı bulunan bir strateji olarak belirmişti.
Şu günlerde “Şubat Soğuğu” üzerinden yıllardır oynanan tiyatronun bir benzerini bu kez “Kasım`ın sıcaklığı” üzerinden izleyip hipnotize edilmemizi hedefliyorlar.
“Şubat Soğuğu`ndan” ilham alan “Kalpaklılar”, denenmiş bir kısır döngüyü tekrar denemek adına bu kez “Kasım sıcaklıkları” ile felekin çemberini delik deşik etmeye koyulmuş bulunuyorlar.
Karşımızda tescilli iki darbeci odak bulunmakta;
Biri “Külahlı”, öbürü “Kalpaklı!”
“Külahlı”, “Kalpaklı darbe” ile korkutup “ancak ben engellerim” dedi;
“Kalpaklı”, “Külahlı darbe” ile korkutup “ancak ben engellerim” demeye getiriyor. İkisi de kamuoyunun duyguları üzerine oynadı, oynamaya devam ediyorlar.
* * *
Darbeyi “10 Kasım`a” mı Denk Getireceksiniz?!
Bu hafta medya ve siyaset kurumu dahil neredeyse herkesin gündemi “Kasım`da gelecek darbe” iddiasıyla meşgul oldu.
İddialar tabii ki ürkütücüydü.
Öyle bir tablo çizildi ki, meğer 15 Temmuz sadece küçücük bir antrenman imiş;
-Bu kez FETO hepimizi kıtır kıtır kesecek!
-Kürdüyle Türküyle, Alevisiyle Sünnisiyle, PKK`sıyla IŞİD`iyle herkes eline silah almış birbirine sıkacak!
-Bu da yetmezmiş gibi PKK`nin tüm çabalarına rağmen sokaklara çıkmayan Kürt aşiretler, İngiliz rüşvetiyle PKK hesabına sokakları yakıp yıkacaktı!
Bitmedi!
-Bir de Kıbrıs`ta hazır kıta bekleyen tamı tamına “10 bin İngiliz asker”, Akdeniz`den çıkarma yaparak Türkiye`yi işgal edecekti!
Senaryodaki her şey bir tarafa, önce İngilizleri bir güzel tebrik edelim;
Amerika ve İngilizler dahil yüzlerce müttefikleriyle ve yine yüzbinleri aşan asker sayısıyla zaptedemedikleri Afganistan`ı, Irak`ı, İngilizler onbin piyadeyle üstelik Türkiye gibi bir ülkeyi tencerede kaynatıp bir güzel midelerine indirecekler!
Öyle bir senaryo ki;
Okuyanın ilk düşündüğü şey, ölüm şeklinin nasıl olacağıydı!
Eh… Madem darbe “Kasım`da” olacak…
Madem hepimiz “Kasım`da” nalları dikeceğiz…
“10 Kasım” deseydiniz de, bari daha bir anlamlı olsaydı!
* * *
Şafak Kaç?
Şafak Aydınlık!
Senaryoya önce “şekil yönünden” bir göz atalım!
Bir gün öncesinde Aydınlık gazetesindeki bir köşe yazısı, senaryonun fragmanıyla döşendi. Fragmanda kaynak tabii ki “emekli istihbaratçı askerden” başkası değildi!
Zaten bu tür kapsamlı bir senaryoya işlerlik kazandırmak elbette ki “İstihbaratçı” tecrübesi gerektirmekteydi.
Sonraki gün, fragmanı yayınlanan senaryo dehşet içeriğiyle manşete çıkarılıp hepimizin kucağına öyle bir şutlandı ki, ölümümüz gözlerimizin önünde canlanıverdi!
Burada da şeklen bir “operasyonel” deneyim söz konusuydu. Haber bayağı öyle bir yankı uyandırdı ki, neredeyse okumayan kalmadı.
“Haber şehveti”, elbette ki reyting derdindeki hiçbir gazetenin geri çeviremeyeceği bir durumdur.
Hal böyle iken…
Kasım senaryosunu yazan kişi Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı iken…
Aydınlık gazetesi de Vatan Partisinin “resmi yayın organı” niteliğinde bir gazete iken…
Neden bu kadar önemli bir haberin sadece fragmanı ile yetinip Yeni Şafak`a armağan etmeyi tercih etmektedir?!
Hani haber/senaryo kaynağı “temiz” bir kişilik olsa,
Hani mensubu olduğu odak “temiz” bir odak olsa…
Gerçi “temizlemeye” gayret göstermediler değil!
“Büyük komutan… Deneyimli istihbaratçı… Apo`yu getiren/götüren/sorgulayan, falan filan!”
Güzellemeler birbirini izledi!
Hayat hikayesini bile sonradan eklemlediler senaryoya, ama;
Leke olmasın diye mensup olduğu partisini gizlediler…
Parti başkanı Bekaa`da Öcalan`a çiçek demetleri sunduğu esnada Öcalan`la aynı binada oturduğunu sümen altına sürdüler…
JİTEM bağlantısını tamamen körelttiler…
Ulusalcılığından bile arındırdılar!
Ne de olsa geleceğe dair işleyen “Ulusalcı” bir plan işlemekte!
İstikbal senaristin yüzüne tebessüm edecek,
Atilla ağabey, Fidanları ezip geçecek ve Müsteşar koltuğuna oturacaktı!
Sahi, son zamanların modası haline gelen “Sübliminal” mesajlarla mı karşı karşıyayız?
Asker… Yeni Şafak… Aydınlık!
Şunu sorayım da, mesajı siz çözün;
-ŞAFAK kaç?
-Şafak AYDINLIK!..
* * *
Cemaat-Tarikatları “Kalpak`a” Hapsetmek
Bir de senaryoya “esas yönünden “ bakmak var!
Laik düzenbazlığın gayrı meşru darbecisi “Külah” ile anılıyordu ya!
Fırsat kollayan “Kalpakçı grup” 15 Temmuz sonrası bir furyaya dönüştürdü, cemaat-tarikat düşmanlığını!
Tamam!
Türkiye`yi bekleyen tehlikeler var.
15 Temmuz, en önemli hamlelerden biriydi. Ancak denedikleri yöntem tutmadı. Üstelik 15 Temmuz girişimi, salt yönetime el koyma girişimi de değildi. Bölgesel ve küresel koşullardan kaynaklanan uluslar arası bir girişimdi. Bölgesel bazda şu an süren kriz dalgası sürdükçe de sadece Türkiye değil, bölgesel krizle ilişkisi olan tüm bölge ülkeleri farklı atakların hedefi olmaya devam edecek.
Şöyle bir gerçek var;
Uluslar arası aktörler, dizayn esaslı hamleleri genellikle içerden beslenip uluslar arası bağlantıları olan gruplar üzerinden gerçekleştirmektedirler.
İlginçtir ama, bu tür bağlantılara sahip şu anda Türkiye`de iki etkin odak vardır;
“Külahlılar” ile “Kalpaklılar!”
“Kalpakçı” mısın, “Tarikatçı” mısın?!
Külahlılar, Kalpaklılar üzerinden yaptıkları propagandalarla kurumları devralıp etkinlik kurdular.
Kalpaklılar ise aynı yöntemle Külahlılardan boşalan direksiyonun başına geçmek için çırpınmaktadırlar.
Bu arada yer kapma yarışında her türlü ihtimale karşı Kalpaklı grup, olanca hızıyla cemaat-tarikat düşmanlığı yapmakta, FETO üzerinden dehşet senaryolar piyasaya sürmektedir. Bununla da yetinmeyip bir de “alternatif” olarak kendilerini “Nuh`un gemisi” olarak göstermektedirler.
Güya daha beter şeyler olacak ve bundan korunmak için tek alternatif “Millici, Vatanperver” grup olacak.
Öyle bir “Millici, Vatanperver” fırtınası estiriliyor ki, bu jargon neredeyse “suret-i haktan” görünen “bizim diyarın sakinlerini” bile esir durumuna düşürmek üzeredir.
Ağzını açan önce FETO`ya saydırır, ardından da “Millici, Vatanperver” edebiyatı!
Oysa bu jargon, tipik bir “Ulusalcı/Darbeci/Kalpakçı” jargonundan başka bir şey değildir ve tamamen “cemaat-tarikat” olgusu karşısında konumlandırılmıştır.
* * *
İt, Ata Binerse İzini Kaybettirir!
Artık durum o kadar karmaşıklaştırılmaktadır ki, konuşan darbe özlemcisi “Ulusalcılar” Reisçi gibi takdim edilmekte, “Reisçi” geçinen medyayı ise sanki “Ulusalcılar” idare etmektedir!
Bazen kimin elinin kimin cebinde olduğunu anlamak için kahve falı bile yetersiz kalmaktadır.
Öyle bir karmaşa oluşuyor ki;
Sosyal medyadan paylaşılan şu mesaj, karmaşayı tarif etmeye yeter mi bilemem:
“İt, ata binmiş, it ot yerken at et yemeye niyetlenmiş, at iti son hız hedefine taşıyor, itin izi yok, atın da dizgini...”
Mesaj ne kadar karmaşık olsa da mevcut tabloya oranla yine de sade gibi duruyor.
Hani meşhur “At izi it izine karıştı” sözü vardı ya!
Bazen öyle şeyler oluyor ki, bırakın izleri ayırdetmeyi;
Kişneyen at mı, havlayan it mi, onu ayırdetmek bile ayrı maharet ister!