• DOLAR 34.652
  • EURO 36.463
  • ALTIN 2955.704
  • ...

Dönemin Başbakanı Adnan Menderes, sadece bir tarım ülkesi olarak bırakılmak istenen Türkiye için ciddi kalkınma hamlelerine girişmişti. 1950`de başlatılan kalkınma hamleleri, batıdan gerekli desteği göremeyince 1958 yılında durma noktasına gelmişti. Kaynak sıkıntısı. kalkınma hamlelerini işlemez hale getirirken, Menderes Türkiye için sanayileşme hayalleri kurmaktan vazgeçmiyordu. Oysa kalkınma hamleleri ve sanayileşme alt yapısı için yapılan hesaplamalara göre 300 milyon dolar sıcak paraya ihtiyaç duyulmaktaydı.

Soğuk savaşın cephe ülkesi olması ve Kore savaşında Amerikan askerleri için deyim yerindeyse “Paratoner” işlevini başarıyla tamamlamış bir ülke olarak Türkiye`nin ihtiyaç duyulan bu meblağın temini için Amerika`dan yana bir beklentisi oluşmuştu.

1959`da güvenlik konseyi seçimleri vesilesiyle Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan Amerika`ya gidiyor. Gitmişken o tarihteki başkan Roosevelt ile görüşüyorlar ve ondan bu 300 milyon Dolar krediyi talep ediyorlar.

Roosevelt`in yanıtı ise aslında Türkiye`ye biçtikleri aşağılayıcı role ışık tutuyor. Roosevelt bu kredinin neden istendiğini soruyor. Menderes ve ekibi, sanayileşme altyapısı için gerek duyduklarını söylüyorlar. Müttefik olduğumuz için de bunu ABD`den istemekte çekince duymadıklarını dile getiriyorlar. Fakat Roosevelt`in yanıtı, hayır oluyor. Türkiye`nin NATO ittifakı içinde bir tarım ülkesi olduğunu ve NATO`nun tarım ihtiyaçlarını karşıladığını belirtiyor. Bu kurulu düzeni bozmayın şeklinde bir reddediliş yaşanıyor.

***

Ancak ABD ve NATO ne kadar Türkiye`nin sanayi alanında kendilerine bağımlı bir ülke olmasını dayatıyorlarsa, Menderes de bir o kadar sanayileşmenin gerekliliğine inanıyor. Menderes hükümetinin bu canhıraş arayışının farkında olan dönemin Sovyetler Birliği yönetimi, soğuk savaşın öcü ülkesi olmasına rağmen Ankara`daki diplomatları aracılığıyla dönemin başarılı diplomatlarından olan Semih Günver`e, ihtiyaç duyulan 300 milyon dolarlık kredi konusunda yardımcı olabileceklerini bir şekilde iletiyorlar.

Bu haber, dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu`ya iletiliyor, o da Menderes`e durumu arzedince Menderes`i bir heyecan sarmaya başlıyor. ABD ve NATO, Türkiye`nin sanayide bağımlı ülke konumundaki bilinçli ve ısrarcı inadının belki de daha fazlası sanayileşme konusunda Menderes`te baş gösteriyor.

Menderes hükümeti, Sovyetler`in teklif ettiği krediyi ne şekilde ve hangi kılıfa sokularak temin edilebileceğine kafa yormaya başlıyor. Çünkü soğuk savaş en kesif yıllarını yaşıyor. İçeride “Komünizm tehlikesi” kampanyaları en üst seviyede, dışarıda ise bu kamplaşmanın en kritik cephe ülkesi konumunda bulunuyor.

En sonunda bir formül bulunuyor; Moskova`da düzenlenecek Tıp Kongresi`ne dönemin Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Lütfi Kırdar başkanlığında bir tabip heyeti gönderilmesi ve alınacak kredinin “sağlık yatırımı” olarak gösterilmesi kararlaştırılıyor. Bu karar, Lütfi Kırdar`ı evinde ziyaret edip durum değerlendirmesi yapan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Adnan Polatkan tarafından alınıyor.

Lütfi Kırdar`ın yaklaşık on gün süren görüşmeleri sonrası Sovyet yönetimi kredi talebine olumlu cevap veriyor.

Bu durum karşısında heyecana kapılan Menderes, Sovyetler Birliği`ni ziyaret edeceğini Nisan ayında açıklıyor. İşte bu durum, aslında bir yönüyle de Adnan Menderes ve ilgili iki bakanının idamına yol açan 27 Mayıs darbesinin de fitilini ateşliyordu.

Nisan ayında ilan edilen ziyaret, Haziran ayında gerçekleşecekti ki 27 Mayıs darbesi gerçekleşiyordu.

***

Soğuk savaş döneminin Doğu Bloku baş aktörü olan Sovyetler`le bu denli bir ekonomik ilişkiye girmek, doğal olarak siyasi yumuşamaya da kapı aralayacaktı. Sovyet yönetimi, bu yönde bir adım atmakla cephe ülkesi olan Türkiye`yi, Batı Bloğu ile mücadele sürecinde nötr bir konuma düşürmeyi hedeflerken, Amerika ve NATO`nun bu yönde atılacak herhangi bir adıma müsaade etmesi mümkün değildi. Türkiye`nin jeopolitik konumu ve uluslar arası mücadelede kullanılabilen en ucuz ülke olması ABD-NATO açısından hayati önemdeydi. Bu denli kullanışlı bir ülke, deyim yerindeyse Menderes`in kalkınma ihtiraslarına feda edilebilecek bir ülke değildi.

Bu yönüyle 27 Mayıs darbesi tipik bir ABD-NATO darbesiydi. Türkiye`nin Batı bloğu ile ipleri gevşetmeye yol açacak başka türlü ilişkilere darbe ile karşılık verilmişti. Nitekim Batıya rağmen dengeleri değiştirme potansiyeli taşıyabilecek her türlü ilişki ihtimalleri, daima ABD-NATO için “kırmızı çizgi” özelliğini korumuş ve bugünlere kadar taşımayı sürdürmüştür. Aynı zamanda bu tür durumlar daima tasfiye operasyonlarına maruz kalmıştır.

***

Ergenekon operasyonlarını hatırlarsınız. Devletin kumanda merkezine yerleşmiş bu kesim, aynı zamanda Türkiye`nin geride kalan kirli ve karanlık hafızasının da baş aktörü konumundaydı. Bu kesime yönelen operasyon ve tasfiyeler için ilk başlarda “Devletin kendi bağırsaklarını temizlemesi” benzetmesi yapılmıştı. Bir yönüyle belki doğruydu bu benzetme, ama asıl neden bağırsakların temizlenmesi değildi ve hiçbir zaman da olmadı. Çünkü bağırsaklar bir yönden temizlenirken diğer yönden de bugün etkilerini yaşadığımız başka türlü kirli malzemelerle bu bağırsaklar doldurulmaktaydı. Ergenekon denen kesimin ABD-NATO ile ters düşmesi ve bunun sonucunda “Avrasyacılık” fikrinin etkili ağızlardan açıklanmaya başlanması, operasyonel sürecin fitilini ateşlemeye yetmişti.

***

27 Mayıs darbesinin odağında Ruslarla yakınlaşma meselesi vardı.

Ergenekon tasfiyelerinde Rusya bağlantılı “Avrasyacılık” faktörü ön plandaydı.

O halde Türkiye`nin ABD-NATO ile son süreçte yaşadığı derin sorunların zorunlu kıldığı Rusya açılımı…

Ve tıpkı Adnan Menderes gibi CB Tayyip Erdoğan`ın ilan edilen Moskova ziyaretinin son NATO bağlantılı FETÖ darbesi ile ilişkisinin, darbe girişimine neden olan faktörler içerisinde en büyük paya sahip olduğunu iddia etmek, abartılı bir yaklaşım olmasa gerek.

Türkiye`yi çevreleyen coğrafya, ateş topuna dönüştürülmüş durumda. Türkiye ateş çemberinde ve ABD-NATO, bu ateş çemberine sürüklediği Türkiye`ye hiçbir şans tanımamakta ısrarlı. Uygulanan ince stratejilerle Türkiye`nin önündeki muhtemel alternatiflerin tümü elinden alındı.

Her şey bitti denilen bir anda kısa zaman öncesinin iddialı söylemlerini bir tarafa bırakan Türkiye, “özürden” başlayarak Rusya ile yapısal ilişkiler kurmaya yöneldi. Bu seferki ilişki biçimi, iki komşu ülke ilişkisinin doğal seyrinin ötesine taşıyan bir ilişki biçimiydi. Çünkü bu kez Rusya ile denenen ilişkinin en bariz özelliği, Batı açısından “alternatif ilişki” temellerine dayanmaktaydı.

ABD-NATO, çiftlik olarak gördükleri ülkelerin rakip ülkelerle “kontrollü” ilişkilerine ses çıkarmaz. Ancak ilişki biçimi “alternatif” bir eğilim taşımaya başladığı anda ipleri koparmak, ABD`nin geleneksel entrikacı politikasının vazgeçilmezlerindendir.

Türkiye kamuoyu, basınıyla, siyasetçisiyle, yöneticisiyle şu anda FETÖ denen kullanışlı araca yoğunlaşmıştır. Darbe girişimiyle bağlantılı “dış destek” söylemi soyut anlamda dillendirilse de henüz tam anlamıyla irdelenmiş değildir. Puslu hava dağıldığında belki de “dış faktör” önemli oranda ifşa edilebilecektir.

Başarılı geçen darbelerde “dış faktör” genellikle görmezden gelindi, kamuoyunun tüm dikkatleri, darbeye zemin hazırlamak için oluşturulan ve bir çoğu yapay olan “iç faktörlere” çekildi.

Ancak bu kez darbenin “başarısız” geçmesiyle girişimin arkasındaki “dış faktör” tüm çıplaklığıyla kendini ele verdi. Türkiye`nin önümüzdeki süreçte açığa çıkan geleneksel “dış faktör” karşısında takınacağı tavır, aynı zamanda “bağımsız ülke” söylemleri için de önemli bir test alanı oluşturacaktır.

***

NATO, hep “savunma paktı” olarak tanımlanır. Oysa Roma İmparatorluğu`nda meşhur arena dövüşlerini ve dövüş için kullanılan gladyatörleri bilirsiniz. Gladyatörlük zamanla öylesine bir hal aldı ki, bunun için “Ludus” adı verilen gladyatör yetiştirme akademileri bile kuruldu, en iyi çarpışacak gladyatörler yetiştirilmeye başlandı.

Arenadaki dövüşe çıkan gladyatörlerin özenle seçilen kıyafetleri vardı. Şekillerini bir tarafa bırakırsak, gladyatörlerin üzerindeki kıyafetler aynı zamanda hangi milletten olduklarını da göstermekteydi.

Ne kadar benzerlik kurulabilir bilemiyorum. Ama ilk etapta “Savunma Paktı” olarak kurulan NATO, özellikle Türkiye`yi her zaman “Darbe arenası” olarak görmüş, darbeci gladyatör yetiştirmek yönünden de hep Roma`nın” Ludus`u” işlevini görmüştür.

Gladyatörlerin giysileri nasıl ki milliyetlerini açıklayıcı bir tarz içeriyorduysa, darbe gladyatörü olarak seçilen cuntacıların aidiyetleri, söylem ve eylemleri de benzer şekilde hangi güç odağına yaslandıklarını göstermesi açısından önemlidir.

Bu bağlamda son darbe girişiminde kullanılan FETÖ çetesinin sırtındaki giysiye bakılınca zaten aidiyeti, hangi modern “Ludus`ta” yetiştirilip darbe sahasına sürüldüğü rahatlıkla anlaşılmaktadır.

Bu yönüyle modern gladyatör yetiştiren Amerikan NATO`su, Türkiye için hiçbir zaman “Savunma Paktı” işlevini icra etmemiştir. İcra ettiği tek işlev, “Darbe akademisi” rolü olmuştur.

***

27 Mayıs 1960 darbesini gerçekleştiren cuntanın sözcüsü, ilk darbe bildirisinde “NATO`ya bağlılık” sadakatini tez elden ilan etmişti.

Şayet başarılı geçseydi, “15 Temmuz cuntasının” da ilk açıklaması “NATO`ya bağlılık” üzerine şekillenecekti.

27 Mayıs darbesi, bugüne kadar hep iç şartlar üzerinden irdelendi, Adnan Menderes`in “Türkiye`ye yaptığı kötülükler” ön plana çıkarıldı.

Şayet başarılı olsaydı, 15 Temmuz darbesi de hep iç şartlarla izah edilecek, “Tayyip Erdoğan`ın işlediği kötülükler” üzerinden efsaneleştirilecekti. 

Ancak olmadı. ABD/NATO`nun açıktan desteklediği son darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Bu başarısızlık sadece FETÖ çetesinin başarısızlığı değil, aynı zamanda ABD/NATO`nun da başarısız darbe girişimi olarak kayıtlara geçti.

Bu başarısız girişim pahalıya patlamış olsa bile, girişimin başarısızlığa uğraması aynı zamanda darbe arenasına çevrilen Türkiye`nin önüne yeni fırsatlar da koymuştur. Bu ülkenin artık darbe arenasına dönüşmekten kurtulması fırsatı…

Bundan sonra darbe girişiminin hesabının sorulmasına paralel olarak Türkiye`nin tipik “Darbe akademisine” dönüşen başta NATO olmak üzere etkin güç odakları karşısında alması gereken cesur tavır!..

Türkiye, darbenin püskürtülmesi ile yakaladığı bu fırsatı değerlendirecek mi? Bu yönde cesur kararlar alıp uygulayabilecek mi?  Bundan sonrası için asıl önemli mesele artık budur.