• DOLAR 34.654
  • EURO 36.373
  • ALTIN 2928.244
  • ...

Türkiye Cumhuriyeti devleti, doksan küsur yıllık tarihi geçmişine çok şey sığdırdı. Gün geldi, insanoğlunun en tabii hakları ellerinden alındı, gün geldi, dini, milli, kültürel, siyasi talepler toplu kıyımlarla bastırıldı, gün geldi, insanların yaşam hakları bile çok görülerek ellerinden alındı.

Nice badireler atlatılırken her bir badireye karşı zaman zaman insanlar da farklı tepkiler ortaya koydular. Hatta kimi zaman uygulanan kıyım politikaları, insanları ellerine silah alarak karşı koymaya bile itti.

Neticede bugün gelinen bir nokta var ki, geçmişle kıyaslandığında tüm eksikliklerine rağmen bugüne kadar yakalanmış en iyi noktalardan biri denilebilir. Bu “iyi noktaya” gelinmesinde şüphesiz ki baskıcı politikalara bir şekilde itiraz eden herkesin, her kesimin belli oranda bir katkısı olmuştur.

Geçmişte uygulanan politikalara karşı ellerine silah alarak tepki verenlere, geçmişte yaşanan şartlar bağlamında haklılık payı verilebilir. Ancak bugünkü şartlar itibariyle bunu haklı görmek için geçerli hiçbir sebep bulunmamaktadır. Bunun en bariz örneği de PKK ve hala kullandığı silahlarıdır.

Elbette ki her türlü şartlarda, ideolojik arka plana sahip “silahlı devrimci hülyaların” motivasyonuyla en uç yöntemleri kullanmaktan yana tavır koyacak belli gruplar hep olacaktır.

Ancak Kürt toplumu adına ortaya çıkanların hala bile silahı en belirgin araç olarak kullanmayı sürdürmeleri her halde en fazla Kürt halkını rahatsız etmekte, günlük yaşamını ve hatta meşru isteklerini dahi alt üst etmektedir.

Aslında silahın meşruiyet zemininin tükendiğini artık örgüt de görmektedir. Yıllar yılı örgütün silahlı yöntemlerle oluşturduğu bir birikimi, tecrübesi hala bulunmaktadır. Buna bir nevi “sermaye birikimi” de diyebilirsiniz. Zeminin tükenmesine karşın örgütün hala silahı en etkili seçenek olarak kullanmasını, yıllar içerisinde biriktirdiği “sermaye birikimine” bağlamak mümkündür. Buradan hareketle örgüt, zeminin müsait olmamasına rağmen hala silahı en etkin araç olarak kullanmasını aynı zamanda “sermaye tüketimine” yöneliş olarak da okumak artık mümkündür.

Bunu nereden anlıyoruz?

Aslında bunu anlamak için ortalıkta bir sürü done bulunmaktadır. Halkın örgüt bağlantılı siyasal araçlara, nedeni ne olursa olsun, verdiği destek oranı ile silahın belirleyici olduğu mecralara karşı takındığı tavır arasındaki uçurum, bunun en bariz örneğidir. Namlu ucuna dayalı “Öz yönetim” şarlatanlığına karşı siyasal mecraya en büyük desteği vermiş mahallelerin “Öz yönetim” ilanlarına karşı mahallelerini terk edişleri, herhalde sıradan bir sosyolojik vaka değildir.

Elbette halkın silahlı çatışma ortamına dönük bakışına çok farklı örnekler verilebilir. Siyasal destek oranının silahlı mecraya tahvil edilememesi, şu anda örgütün önündeki en büyük handikaplardandır. “Serhildan” çağrılarının halktan karşılık bulmaması, üzerinde durulmaya değer başka bir konudur.

“Öz savunma`nın”, ortalık karıştığında “savunma” pozisyonunu unutup zorla halkı “Öz savunma” (Kalkan) olarak kullanmaya yeltenmesi, ayrıca bir değerlendirme konusudur. İşin enteresan tarafı, bunun örgüt tarafından da görülüyor olmasıdır.

Evet, bu durum tüm çıplaklığıyla örgüt tarafından görülüyor. Hatta iliklerine kadar bunu hissediyor.

Nasıl mı?

Örgütü, alevlendirdikleri silahlı çatışma dönemlerinde serdettikleri açıklamalarını, açıklamalardaki temel vurgu ve gerekçelerini yakından takip edenler bilir. Mesela beş ya da on yıl önceki açıklamalarında ana temayı “Kürt inkârı, asimilasyon politikaları, sivilleri de hedef alan devletin yıkıcı operasyonları” gibi başlıklar oluşturuyordu. Çünkü o zaman böyle bir jargon için müsait zemin vardı. Haklılıklarını vurgulamak için genel hatlarıyla “devlet politikaları” irdelenip bilmem kaçıncı “mücadele hamlesine” vurgular yapılırdı.

Bir de şu anda, yani AKP faktörünün ön plana çıktığı son döneme, özellikle kendi deyimleriyle “Türkiye demokrasi güçleri” ile girdikleri nekahet dönemindeki mesajlara dikkat edin. Süreç sonrası başlayan yeni çatışma evresinde silahı yeniden en etkili seçenek olarak devreye sokarken öne sürdükleri gerekçeler tamamen Ankara merkezli siyasal iktidar mücadelesine odaklanmışlık temalarıyla doludur.

Öne sürdükleri gerekçeler, AKP karşıtı sistem partilerinin sert eleştirileriyle neredeyse aynıdır. Hatta sıraladıkları gerekçelerdeki en sert söylemleri, Paralel örgüt söylemlerinin yanında hava-cıva durumunda kalmaktadır.

Hani test usulü yapılan sınavlarda şöyle bir soru stili vardır. Soru sorulur, a,b,c,d şıklarından sonra “bunların tümü” yazılı “e” şıkkı gelir ve asıl cevabı teşkil eder.

Yeni dönem silahlı faaliyetler için öne sürülen gerekçeler tam da bu test usulü soru stiline benzemektedir.

Gerek KCK başkanlık konseyi adına yayınlanan bildiriler, gerekse Duran Kalkan, Murat Karayılan, Cemil Bayık gibi örgüt yöneticilerinin açıklamaları, kendi deyimleriyle tamamen “Faşistleşen AKP hükümeti” ve “Diktatörleşen Tayyip Erdoğan” temaları üzerine kuruludur.

Bazen AKP eksenli öyle açıklamalar yapıyorlar ki, açıklamayı yapan kişinin üzerini karartıp; “Yapılan şu açıklama, aşağıdakilerden hangisine aittir” diye sorsanız, seçenek olarak da,

a) CHP, b) MHP, c) HDP, d) PARALEL, e) BUNLARIN TÜMÜ verirseniz, büyük ihtimalle “e” şıkkını işaretlemekten kendinizi alamayacaksınız.

Gelinen nokta şudur: AKP iktidarı ve Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerine bina edilen söylemler, Paralel örgüt ve Doğan medyası dahil, muhalefet partilerinin tümünün kullandığı ortak bir dile dönüşmüştür ve bu dil aynı zamanda örgüt için, kullanılan silahların “meşru gerekçesi” haline dönüştürülmüştür. Velev ki AKP ile Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerinden geliştirilen dil yüzde yüz doğru olsun, şayet bu gerekçeler silah kullanmayı gerektiriyorsa neden CHP veya Paralel örgüt de aynı şekilde silah kullanmaya yeltenmiyor?

Ya da muhalefet patileri dahil bilumum “legal görünümlü illegal örgütler” bu karşıtlığı siyasal mecralar üzerinden yürütürken neden PKK bunu silahlı zeminde yürütmeye koyuluyor? Kaldı ki hiç biri diğerinin kullandığı araçlara itiraz etmedikleri gibi imkân dahilinde birbirlerini kollayıp propaganda vasıtalarıyla destekliyorlar.

Seçimlerin hemen akabinde, henüz süreç bozulmamış iken Murat Karayılan, İMC TV`de ilginç bir açıklama yapıyordu. Süreç ve çatışmasızlık bağlamında, “Bundan sonra nasıl bir tavır takınacaksınız” sorusuna Karayılan`ın verdiği cevap, “Bundan sonra hükümet kurma çalışmalarına göre tavırlarımıza yön vereceğiz” şeklindeydi. Böyle bir “tavır alış” kimlerin pozisyonuydu, hatırlayın. Hükümet kurmayla ilgili olan Ankara merkezli tüm kesimlerin siyasi tavrıydı, Paralel de dahil.

AKP karşıtlığı üzerinden motorize olan parti ve gruplarla söylem birliği içerisine girip bunu hala silah kullanmanın meşruiyeti olarak gerekçelendiren örgütün son dönem açıklamalarının diğer bir ortak yönü de “Öz yönetim” hamlesinin “Gezi ruhu” ile birleşmesi çağrıları oluşturmaktadır.

Açıklamalarda “Kürtlere sesleniş” girizgahı, AKP karşıtı “Demokrasi mücadelesinde” Kürtleri tampon olarak kullanma istek ve alışkanlığından kaynaklanmaktadır. Ancak “Gezi ruhu” ile birleşme istekleri, iktidar mücadelesinde partner olarak gördüğü kesimlere yöneliktir ve aynı zamanda bir yönüyle “Beylik çağrısı” bir yönüyle de veryansın niteliğindedir.

Burada da şu durum açığa çıkmaktadır. AKP karşıtı Ankara merkezli ittifak, sürecin bozularak PKK silahlarının devreye girmesini sağlamak için uzun süre uğraştı ve nihayet bunu başardı. Çünkü kendi tazyikleri AKP`nin önünü almaya yetmemişti ve daha farklı bir baskı aracına ihtiyaçları vardı. Nitekim PKK`nin silaha sarılması, çokça arzuladıkları baskı aracına kavuşturmuştu onları. Zaten bu aşamada bir teşekkür borcu olarak PKK`nin eylemlerini mahkûm etmekten imtina etmeleri aslında PKK`ye büyük jest olmanın yanında yapabildikleri en büyük fedakarlık da ancak bu kadar olabilirdi.

“Gezi ruhu” ile “Öz yönetim hamlesine” cevap vermek mi? İşte bu çok zor. Şayet PKK`nin bu isteğine cevap verirlerse, o zaman “Ağabey-Kardeş ilişkisinde” sorunlar ortaya çıkmaya başlar. Yani bir tür amir-memur hiyerarşisinin bozulması anlamı ortaya çıkar.

Ankara merkezli siyasal ittifak, kendini ana aktör olarak görmekten hareketle PKK`yi ve silahlı gücünü AKP karşıtı faaliyetlerde sadece bir araç olarak görmektedir. Yararlanabilecekleri ölçüde yararlanırlar, ihtiyaç kalmayınca da çöpe atacaklar.

PKK ise tam tersine AKP karşıtı ittifakta kendini motor gücü olarak görme, “Türkiye`nin demokratikleştirilmesi” hamlesinde siyasal ittifaka klavuzluk yapıp yol temizleme merkezi olarak değerlendirmektedir. Örgüt, bölgesel bazda da, Türkiye içi siyasal ayak oyunlarında da hep kullanılan bir örgüt olmasına karşın, huyundan mıdır, suyundan mıdır bilinmez, hep kendini “ana aktör” görme saplantısındadır. Herhalde Öcalan`ın, Yunan Mitoloji tanrılarının tüm özelliklerini kendinde toplaması gibi bir özellik, benzer şekilde örgüte de sirayet etmiş durumdadır. Her zaman her şeyi kullandığını zannetmektedir. Kullanıldığını fark edince iş işten geçmekte, ancak Mitolojik tanrısal özelliklerini korumak pahasına kullanıldığını örtbas etmek için “Komplo” kelimesinin sihirli gücüne sığınarak sıyırmaya çalışmaktadır.

Şayet son dönem KCK klasiği haline gelen “Öz Yönetim hamlesine” “Gezi ruhu” ile cevap bulabilirse, Ankara merkezli siyasal ittifakın ağabeyi konumuna yükselecek.

İyi de, Ankara merkezli siyasal ittifak, bunu yer mi? Mesela Duran Kalkan en son HDP ile beraber CHP`ye de aynı çağrıyı yöneltip, CHP`nin de “Gezi ruhu” ile serserileşmesini, batı illerinin de “Öz Yönetimin” muadili olacak şekilde “Gezi ruhu” ile yakılıp yıkılmasını arzuladı.

CHP bunu yer mi? Paralel bunu yer mi? Zaten istedikleri şey, Kürt illerinin “Öz yönetim” saçmalığına kurban edilip yıkılması, yakılması idi. Yanan, yıkılan, talan edilen Kürt il-ilçeleri olacak, kendileri de “AKP katliam yapıyor” söylemiyle siyasal iktidar üzerinde psikolojik baskı oluşturacaklar. Kürtler ölecek, CHP`si, Paralel`i falanı filanı bunu sadece iktidar eksenli psikolojik baskı aracı olarak kullanacak. Var mı ötesi?

Halkın silahlı kalkışmaya katkısı, gerekçelerin meşruiyet derecesiyle ilgilidir. Örgüt ne kadar sağa sola vursa da yeniden devreye soktuğu silah faktörünü Kürt halkının nezdinde meşrulaştıramamakta ve bunun sancısını yaşamaktadır. Yerel düzlemdeki uygulamalarında kocaman Kürdistan`ı bırakıp üç beş sokağa yönelmesi ve “özgürlük” hedefini sokaklarla sınırlandırmak zorunda kalması, aslında silah faktörüne karşı oluşan meşruiyet sorunuyla bağlantılıdır. Halk da bunu görüyor, örgüt de.