• DOLAR 34.666
  • EURO 36.677
  • ALTIN 2939.377
  • ...

Yeniden başlayan saldırılar, çatışmalar, operasyonlar, ölümler, tutuklamalar ve her türlü huzursuzluk…

Elbette hiç kimsenin arzuladığı durumlar değildi. Lakin hükümetin de örgütün de “Çözüm Süreci” adına iki yılı aşkın süredir uyguladığı taktiklerin semeresi de başka türlü olamazdı.

Yeniden başlayan çatışma sürecinde iki tarafın da en çok refleks geliştirdiği noktalardan birisi, çatışmaları kimin başlattığı tartışmasıdır. İki taraf olarak da süreç boyunca hanginiz samimi davrandınız ki, kalkmış süreci bozan taraf olarak birbirinizi suçlama yarışına girişiyorsunuz?

Hatta şunu söyleyeyim; devasa imkânlarla karşılaşan örgütün oluşan imkânlardan yararlanmaya gidip güç devşirmesinin kendi stratejisi açısından gayet anlaşılabilir sebepleri vardır. Ama hükümet açısından örgüte göz göre göre alan açılmasının hiçbir anlaşılır sebebi bulunmamaktadır.

Hatta daha da ilginci, hükümet, bir yandan örgüte her türlü alanı açarken bir yandan da örgütü kirli tarihinden arındırma çabalarının, bırakın bölge halkını, hükümeti destekleyen kesimler tarafından bile artık anlaşılabilir bir tarafı kalmamıştı. Hükümetin uyguladığı politikalar sadece halkı bir kobay olarak kullanmaya dönüşmüşken, bununla da yetinmeyen hükümet yetkilileri ve yakın çevreler, Öcalan ve PKK`sını adeta kutsama moduna geçmişti. “Öcalan Kürtlerin lideridir” diyenlerden tutun da “Öcalan ölmeyi değil, yaşatmayı tercih etti” diyenler, “Öcalan`ın gelişmeleri okuma kapasitesi diğerlerine göre çok daha önde” deyip Öcalan aklına aşık olanlar birbirlerini izlemeye başladı. Örgüt, her geçen gün boşaltılan alanlara yerleşip bahşedilen avantajı baskı ve sindirme aracına dönüştürürken hükümetin sığındığı tek bir gerekçesi vardı: “Artık şehit cenazeleri gelmiyor!”

Dikkat ederseniz şu günlerde bile hükümet, örgütün süreci manipüle ettiğini savunurken başvurduğu en büyük argüman 6-8 Ekim vahşet kalkışması olmaktadır. Selahattin Demirtaş hakkında daha yeni açılan savcılık soruşturmasından tutun, 53 kişinin vahşice katledilmesine, yakılıp yıkılan ev, işyeri, araç, kurum istatistiklerine atıf yapılmakta, yeniden başlayan çatışma sürecinin haklılığına vurgu yapmak için her biri birer enstrüman olarak kullanılmaktadır.

İyi de bugün yapılan operasyonlara on ay önce işlenmiş vahşete sığınarak gerekçe üretmek hangi aklın ürünüdür, diye sormazlar mı?

Üstelik 5 Ekim`de “Ada`dan” dönen Mehmet Öcalan, Abdullah Öcalan`dan, hem de “devletli hazirunun” gözetiminde aldığı direktifi medya önünde paylaşmış, başta Demirtaş olmak üzere örgütün diğer militanik yapıları da bunu 6-8 Ekim vahşeti şeklinde pratiğe dökmüştü. Burada direktifi “devlet görevlilerinin” gözetim ve denetiminde veren Öcalan iken, yaşanan vahşetten sonra sürecin ana kumanda masasındaki zat, “Kandil, Öcalan`a nanik” yaptı diyerek hükümetin bir uzvu olarak Ada`da ortaklaşa planlanan vahşetten Öcalan`ı temize çıkarmaya çalışmıştı.

Hatırlarsınız, buna benzer bir komplo 27 Aralık`ta yine örgütle ortaklaşa Cizre`de sahnelenmişti. Hükümetin atadığı Şırnak valisi, tek başına özel aracıyla Cizre`ye gelip KCK sorumlularıyla görüşmüş, toplantı sonrası HÜDA PAR Cizre teşkilatına gelen KCK`lılar tehditler savurmuş, bir sonraki gece ise yüzlerce militan açık bir şekilde Cizre merkezine taşınarak dindar insanlara karşı büyük bir kıyım hedefleyen saldırılar başlatılmıştı. Öyle ki on bir saat süren saldırılara kolluk güçleri müdahale etmedikleri gibi, on bir saatlik saldırılardan ancak saldırılar bittikten sonra Şırnak valisi “haberdar” olabilmişti!

Ne oldu peki? Şayet valinin saldırılarda örgütle yaptığı işbirliği ortaya çıkmamış olsaydı, şu anda büyük ihtimalle AKP saflarında milletvekili olarak yerini almış olacaktı. PKK ile işbirliği deşifre edilen vali ne oldu peki? Sadece sonraki valiler kararnamesiyle merkeze alındı, o kadar.

Bunlar sadece iki örnek. Devlet ve hükümetin önemli uzuvları süreç boyunca örgütle bu denli içli dışlı olup en karanlık oyunları çevirirken sığındıkları tek bir gerekçeleri vardı: “Artık şehit cenazeleri gelmiyor!”

Hiç kusura bakmayın. Süreç dediğiniz kirli ilişki döneminizde bilerek ve hedef gözeterek örgütle sarmaş dolaş olup en karanlık senaryoları uygulamaya yeltendiniz. Örgütü hem şişirdiniz, hem güçlendirdiniz, hem cesaretlendirerek bölge halkını, özellikle de bölgenin İslami dinamiklerini tırpanlamayı hedef olarak belirlediniz. Siyasi iktidar olarak bu yönlü bir hedefiniz olmadıysa bile, içinizde üstelik sürecin etkin noktaları üzerinde söz sahibi olan belli kişi ve gruplar bu kirli senaryoyu uygulamak için her yolu denediler, hatta iktidar nüfuzunuzu çok rahat bir şekilde bu pisliklere alet ettiler.

Hükümet olarak örgütle çok kirli bir süreç yürüttünüz. Hunharca yakılan, ezilen, parçalanan Yasin`in, Yasinlerin bedenleri üzerinde beraber tepindiniz.

Siz imkân sağladınız, onlar sindirmeye çalıştılar.

Siz imkân tanıdınız, onlar yaktılar, yıktılar, ezdiler.

Siz imkân tanıdınız, onlar yolları kestiler, barikatlar kurdular, hendekler kazdılar.

Siz imkân tanıdınız, onlar haramiliğe yeltendiler, haraç topladılar, silah sıktılar, öldürdüler.

Siz imkân tanıdınız, onlar şehirlerde mevzilendiler, silah stokladılar.

Ne de olsa iyi bir gerekçeniz vardı: Çünkü “Artık şehit cenazeleri gelmiyor” idi!

Şimdi kalkmış, süreç içerisinde birbirinizle sarmaş dolaş olduğunuz zamanlarda örgütün yaptıklarını, bugün için operasyonların gerekçesi olarak zikrediyorsunuz.

Demirtaş ile sınırlandırdığınız 6-8 Ekim vahşeti için bile daha yeni soruşturma açıyorsunuz.

6-8 Ekim`de 53 kişi vahşice katledilirken “Çözümde kararlılık” sergilediniz, ama Ceylanpınar`da iki polisin katledilmesine uçak filolarıyla karşılık verdiniz. Politikanın en berbatını uygulamakla kalmadınız, aynı zamanda samimiyetinizin de en berbat örneklerini sergilemiş oldunuz.

Çünkü sığındığınız “Ama şehit cenazeleri artık gelmiyor” söylemi başınıza çöktü. Doğrudur, belli bir süre cenazeler gelmedi, ama uyguladığınız politikalarla cenazelerin önüne geçmiş olmadınız, bilakis cenazeleri kazaya bırakmış oldunuz. Şu anda ise iki taraf olarak da cenazeleri eda etmiş oluyorsunuz.

 Almıştınız elinize sazı, siz çalıyordunuz, PKK şarkı söylüyordu. Ama bitti. Washington aranıza bir kez daha girdi ve şarkıyı şimdilik bitirdi.

Şunu herhalde herkes artık tecrübe etmiştir. Yanlış politikalar sadece belli taktik veya stratejileri bitirmekle neticelenmiyor. Aynı zamanda uygulayıcılarını da bitiriyor. Nitekim ilk etapta tek başına iktidardan oldunuz. Ama devamı da gelecek. Parti içi hizipleşmeler, eski duayenlerin yeni parti arayışları vs. Elbette parti olarak hepiniz bu kirli sarmala taraftar değildiniz. Ama içinizdeki kriptolar hepinizi peşlerinden sürüklemeyi başardı. Faturası ise hepinize yansıdı, yansıyacak.

Ve örgüt. Şu anda tarihinin en kirli, en necis sarmalını yaşıyor. Kaçıncı kez pazarlıkların nesnesi olup satıldıklarını en iyi kendileri bilir. Bu seferki satılmışlık hali ise bambaşka. Eskiden satanlara sözlü sataşma yoluyla da olsa ses verebiliyordu. Bu son satışta ise artık sözlü sataşmada dahi bulunacak durumda değil. ABD tarafından Kandil`de dövdürülüyor, Suriye`de ise himaye ediliyor. Son süreç, örgütü derin devlet yapılanmasıyla ilişkili tüm çevrelerle içli dışlı hale getirdi. Nerede Kürt düşmanı bir yapı varsa şu anda örgütün bir numaralı dostu olarak görünüyor.

Kürt düşmanı çevrelerin örgütle dostluk içerisine girmeleri iki sebepten kaynaklanıyordu.

Birincisi; Devlet zarar görüyor refleksiyle “Çözüm Sürecinin” bitirilmesi.

İkincisi; İslamcı ve İslamcıların hamisi olarak gördükleri AKP`nin iktidardan uzaklaştırılması.

Mesela şu anda örgütün propaganda yükünü omuzlayan, Paralel denen örgüttür. Paralel`in birinci hedefi çözüm sürecinin bozulması idi, ikinci hedefi ise AKP`nin iktidardan düşürülmesidir. Şayet bu iki sebep gerçekleşirse Paralel`i PKK ile bir arada tutan ne olabilir ki?

Her şeye rağmen birinci sebep gerçekleşti. Örgüt, kendi lehine işleyen süreci bozdu. Böylece örgütle ilişkilenen derin çevreler önemli bir yükten kurtuldu.

İkinci sebep ise şimdilik yarım yamalak durumdadır. CHP ile koalisyona zorlayarak yarım kalan canını da almak istemektedirler. Şayet koalisyon gerçekleşmezse, olası erken seçimi yeni bir umut ışığına dönüştürmek için yükleneceklerdir. Burada örgüte dayatılan fonksiyon gerçekleşirse artık dayanışma için başka bir gerekçe kalmayacaktır. Örgüt başaramazsa, bu kez başarısızlık faturasının altında boğdurulacaktır.