• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Seçimler şayet zamanında yapılırsa 2023’e yaklaşıldıkça siyaset ortamı çok daha fazla ısınacaktır. Başlıca iki ittifak arasında süren kıran kırana mücadele, belki de kartların yeniden karıldığı, ittifaklar içerisindeki kimi partilerin saf değiştirdiği ya da ittifak dışı kaldığı bambaşka bir görüntü oluşabilecektir.

Bu anlamda gündemde çok fazla yer almasa da HDP ve bağlantılı çevrelerin kimi tavır ve açıklamaları ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın D.Bakır’da değindiği kimi noktalar, yeniden “Çözüm süreci” benzeri bir tartışmayı gün yüzüne çıkardı.

Başta Cumhur İttifakı olmak üzere bugünkü siyasi ittifaklar ve ittifakların iç dinamik yapıları, yeni bir çözüm sürecine pek imkan tanımıyor. Ancak Türkiye’ye özgü değişken koşullar ve siyaset sürprizleri, seçim hesapları da eklendiğinde imkansız olanı olağanlaştıran bir deneyime sahip. Türkiye’de değişken siyasi atmosfer denkleminde etkili bir diğer faktörün de Washington olduğu gerçeği, imkansızı mümkün kılabilen diğer bir neden olarak hep belirmiştir.

Nereden çıktı bu tartışma? Ya da yeniden bir “Çözüm Süreci” başlama ihtimali var mı?

Yeni bir çözüm süreci tartışmasının çıkış kaynağı son bir aydır gelişen olaylar zincirinden kaynaklandı. Öncelikle kronolojik şekilde yaşanan gelişmelere göz atmakta fayda var:

14 Haziran’da NATO zirvesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Biden arasında görüşme gerçekleşti. Görüşmenin içeriği tam olarak medyaya yansımadı.  

29 Haziran’da HDP milletvekili Erol Katırcıoğlu, FETO’nun yayın organı olan bir siteye açıklamalarda bulunarak, AKP ile yeniden bir çözüm süreci başlatılırsa HDP olarak iktidarla uzlaşabileceklerini belirtti. HDP içerisinden kimileri bu çıkışa itiraz etse de Katırcıoğlu bu çıkışını Erdoğan-Biden görüşmesine bağlayarak, Biden’ın Erdoğan’a “Demokrasiye yönelik adımlar atarsanız size destek veririz” dediğine dair edindiğini söylediği “Duyumlara” dayandırdı.

4 Temmuz’da Karayılan, israil gazetesi Jaruselam Post’a verdiği röportaj Amerika’ya yalvar yakar mesajlarla doluydu. Kurucu ideolojileri olan Marxizm-Leninizm’i dönemin fantezisi olarak niteledi, yıkılan SSCB’ye karşın Amerika’yı ayakta tutan demokrasiye methiyeler düzdü. Amerikan dostuyuz, bizi yanlış tanıyorlar dedi. ABD isterse sorunun çözümünde önemli roller üstlenebileceğini vurguladı.

Karayılan’ın Washington’a selektör yaptığı esnada HDP heyetinin ABD’de gizemli ziyaretlerde bulunduğu ortaya çıktı. Gizemliydi, çünkü orada kimlerle görüştüler, ne görüştüler, ne şekilde gittiler gibi sorular boşlukta kaldı.

9 Temmuz’da D.Bakır’a gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Çözüm sürecini sonlandıran biz olmadık” dedi, ardından da dikkat çeken şu açıklamayı yaptı: “2005 yılında D.Bakır'da ne dediysek aynı noktadayız."

Yakın zamana kadar “Kürt sorunu artık yoktur, terör sorunu vardır” şeklinde sıklıkla açıklamalarına şahit olduğumuz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Aynı noktadayız” dediği 2005’teki açıklaması “Kürt sorunu vardır ve artık bu benim sorunumdur” şeklindeydi. Bu noktanın yeniden vurgulanmış olması dikkat çekiciydi.

Kısa süre sonra HDP eş başkanının, kendileriyle yan yana görünmek istemeyen Millet İttifakı’na rest çeken “Kimsenin arka bahçesi olmayız” açıklamasını da ayrıca bu kronolojik gelişmeler bağlamında not etmek gerek.

Silahlı örgüt, eylem kabiliyeti açısından tarihinin en zorlu sürecini yaşıyor. Türkiye içerisinde eylem kabiliyetini neredeyse tamamen yitirmiş durumdadır. Sınır ötesinde de durumu pek parlak değil. Tabanını konsolide ettiği Rojava’daki fiili durum ise tamamen ABD’nin insafına kalmış haldedir. Olası bir ABD-Türkiye uzlaşısı kendileri açısından en büyük kabus. Kaldı ki Irak sahasında Amerikan askeri varlığının manevra alanı oldukça daralmış halde ve Afganistan benzeri bir geri çekilme durumu kuvvetli olasılıklar arasındadır.

Devlet açısından yeni bir süreç için koşullar son derece uygun haldedir. Silahlı örgütü epeyce sıkıştırmış, siyasi uzantılarını büyük oranda hareketsiz kılmıştır. Olası bir pazarlık süreci için elinde epey kozlar biriktirmiştir.

Buna bir de her dönemde rastlanan, ateş kabiliyetini kaybeden PKK’nın elinden tutulup “sahil-i selamete” çıkarılması gerçeği de eklendiğinde, yeni bir süreç için şartlar oldukça elverişli hale gelmiştir denilebilir.

Tüm bunlar ışığında “O halde Kürt sorunu, olası yeni sürecin neresine düşecek?” sorusunu yöneltmek mümkündür.

Kürt sorununun yaşanan çözüm süreçlerinde sadece bir pazarlık aparatı olarak kullanıldığı sır değildir. Devlet, silahlı örgütü silahsızlandırmayı hedeflemekte, örgüt de koparabileceği örgütsel kazanımlar peşine düşmektedir.

Bu bir döngüdür ve bu döngünün Kürt halkının lehine bozulması da şimdilik imkan dahilinde görünmemektedir.