• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

İhanetin ömrü, hainin duygularının ifşa olmasına kadardır. Tıpkı “Yalancının mumu…” misali...

Son kerteye kadar Filistinlilerin dramını ceberut tahtlarının devamı için “Meşruiyet zemini” olarak kullanan malum Körfez krallıkları, Trump döneminde resmi ittifaka dönüşen “Siyonizm-Arap Ekseniyle” beraber Filistinlilere yaklaşım biçimlerini tümüyle değiştirerek her biri birer “Yerli Siyonist” kisvesine bürünmeye başlamıştı.

“Arap-Siyonizm ittifakı” söylem olarak “İran’ın yayılmacılığı” ve Arap dünyasının iç işlerine karışmasıyla beraber oluşturduğu “Büyük tehdit” üzerine bina edildi. Bir taraftan Amerikalılar, diğer taraftan Siyonist rejim, krallıkların korkulu rüyası olan “Tahtlarının bekası” üzerinden korku pompaladılar. Körfez krallıkları onların emrine girerek “İran tehdidinden” emin olmayı düşünürlerken, siyonizm kuruluşundan bugüne kadar bulamadığı “Normalleşme” iklimine kavuşuyordu. Diplomatik ilişkiler resmiyet kazanıyor, Telaviv ile Arap başkentleri arasında yoğun ziyaret trafiği yaşanıyor, ticari ilişkiler artmaya başlıyordu. Eş zamanlı olarak Filistin sorunu gündem olmaktan çıkıyor, direniş hareketleri malum krallar nezdinde birer terörist hareket muamelesi görmeye başlıyordu.

Kudüs’ün bir çırpıda “siyonizmin başkenti” olarak ilan edilmesi ise ilişkilerde katedilen mesafenin “Geri dönülemez” nitelikte olduğunu gösteriyordu.

Artık Arap ekseni açısından Filistin sorunu diye bir sorun yoktu ve Kudüs Siyonist rejiminin başkentiydi. Bir asra yakın süren sorun böylece bitmişti kendileri açısından. Onlara göre Filistinlilerin talepleri, hele ki Batı destekli Siyonist rejime karşı silahlı direnişleri artık tükenmeye yüz tutmuş fanteziden ileriye gitmemekteydi.

Çünkü onlara göre Trump’ın mutlak şekilde desteklediği kocaman İsrail gerçeği vardı. Gelişmiş silahları, sinek bile geçirmeyen demir kubbeleri, sınırsız uluslar arası siyaset, ekonomi, medya desteği vardı. Zaman, çaresiz kalmış Filistinlilerle dayanışma zamanı değil, güçlü olanın gücünden istifade edip tahtın bekasını sağlama zamanıydı. Bir avuç Yemenli’ye karşı bile çaresiz kalan ittifak, artık derinden derine kendini israil’e muhtaç hissetmeye başlamıştı. Üstelik stokladıkları onca Amerikan silahlarına, petrole, paraya, şatafata rağmen.

Dışarıda “İran tehdidine”, içeride “Yıkıcı-İslamcı” örgütlerin faaliyetlerine karşı siyonizmin gölgesine sığınmak kendilerini ne kadar teskin etti bilinmez. Ama son Filistin direnişi karşısında işgalci siyonistlerin maruz kaldığı korku ve endişe karşısında bunca ihanetlerinin çok da garantici bir tercih olmadığını düşünmeleri herhalde kaçınılmaz olmuştur.

Direniş, siyonizmin limitsiz militarist gücüne karşın ilk defa her noktayı vurabilecek seviyeye geldiğini gösterdiği an, Siyonist vahşilerle birlikte ihanet cephesinin hayal kırıklığına uğradığı an oldu. Siyonizmi saran korku ve endişe kendileri için tipik bir “Beka sorununu” gündeme getirdi. Saldırganlıklarının en vahşileştiği an, korku ve endişelerinin zirveye çıktığı an oldu.

Nitekim ortalık durulduğu andan itibaren gerek medya organlarında, gerekse askeri ve istihbarat kurumlarının peş peşe yayınladıkları raporlarda öne çıkan tema, Filistinlilerle nasıl baş edebilecekleri değil, bundan sonra kendilerini nasıl koruyacaklarına dair öneriler öne çıkmaya başladı. Arap ekseniyle kurulan patronajlık ilişkisi kendileri açısından da derde deva olamamıştı. Arap yöneticilerin eliyle boğmaya çalıştıkları Filistinliler geçen süre zarfında boğulmadıkları gibi, füze stoklarında görülen artış ve atış menzillerinin her yere ulaşacak şekilde geliştirilmiş olması, güçsüze karşı gövde gösterisi yapmakla meşhur Siyonist kabadayılık açısından tarihsel bir eşik idi.

Onlar endişeli, ortakları olan Körfez krallıklarında ise ölüm sessizliği hakim. Arap ittifakı içerisinde Sisi idaresinin diplomatik çabalarda öne çıkması, büyük ihtimalle patronluk yarışında gizli rekabet içerisinde olan BAE ve Suudi krallığını yeni hesaplar yapmaya itmiştir. Artık Siyonist rejimin garantörlüğüne güvenmek bu aşamadan sonra onları teskin edecek bir durum olmaktan çıkmıştır.

Sözün özü, daha bir yıl öncesine kadar en güçlü ittifak gözüyle bakılan, uğrunda Kudüs’ün bile feda edildiği “Arap-Siyonizm ittifakı”, ölü bir ittifaka dönüşmüştür. Meğer direniş kültürü ve direnme azmi, teslimiyetçi zihniyetin aksine nice koca ittifakları, sarsılmaz sanılan sarayları umulmadık bir zamanda çaresiz bırakmaya kadirmiş.