• DOLAR 34.659
  • EURO 36.376
  • ALTIN 2929.304
  • ...

Amerika’da bir siyahinin polis şiddetiyle ölmesinin ardından başlayan olaylar, her ne kadar Amerikan ırkçılığına karşı bir isyana dönüştüyse de temelleri modern ırkçılık ideolojisi üzerine kurulu yerleşik Amerikan düzenini dönüştürmek, oluşan beklenti ve temennilerin aksine hiç de kolay değildir.

Modern Amerikan tarihi, Amerikan yerlilerinin soykırımı ve siyahilerin iniltileri üzerine inşa edilmiş bir tarihtir. Yayınlanan bildirgelerle köleliğin kağıt üzerinde kaldırılma yoluna gidilmesi bile insani duygularla değil,  Kuzey-Güney çatışmaları karşısında başvurulan stratejik bir unsur olmuştur.

1776 yılında yayınlanan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin giriş bölümünde şöyle deniyor: "Bütün insanlar eşit yaratılmışlardır, onları yaratan Tanrı kendilerine vazgeçilemez bazı haklar vermiştir… Herhangi bir hükümet şekli, bu amaçları tahrip eder bir nitelik kazanırsa, onu değiştirmek veya kaldırmak ve temelleri kendi güvenlik ve refahlarını sağlamaya en uygun ilkelere dayanan, güç ve yetkiyi aynı amaçla örgütleyen yeni bir hükümet kurmak o halkın hakkıdır."

Anglosakson İngiliz kolonilerinin soykırımdan geçirdikleri 70 milyon Kızılderili ve yüzyıllarca sürdürdükleri Afrika-Avrupa-Amerika güzergahındaki köle ticaretiyle bugünkü modern Amerikan ulusunun mucitleri her ne kadar kulağa hoş gelen “insancıl” bildirgelerle geçmişlerindeki kara bataklığı kurutmaya çalıştılarsa da, gerçekte ırkçılık hiçbir zaman ortadan kaldırılamadı. Sadece zamanın ruhuna uygun format değişikliğine gidilerek makyajlama yoluna gidildi. Bu ikircikli tavır neticede bugün için “Makbul Amerikalı” şeklinde ifade edilen, ırkçılık motivasyonuyla fişeklenmiş “Beyaz” bir tabakanın kurumsallaşmasını beraberinde getirdi.

Üstelik bu berbat ırkçı miras sadece Amerika ile sınırlı kalmadı. Modern ulus devletlerin tamamında “Beyaz” imtiyazlarla temerkuz etmiş elit bir tabakanın kökleşmesine önce zemin hazırladı, sonra meşruiyet kazandırdı.

Hatta bu berbat zeminin kökleşerek ezilen, ayırımcılığa uğrayan kesimlerin zihin dünyalarını esir alması adına bin bir çeşit manevralar, psikolojik harekatlar düzenlendi. Öyle ki, ayırımcılıktan şikayet eden kitleler bile çoğu zaman “Beyaz” tabakanın kirli icraatlarını alkışlar hale geldi. Bu anlamda Holywood üzerinden kitlelere çekilen psikolojik operasyonlar, ezilen kitlelerin çelişkili ruh hallerini ortaya koyan can alıcı örneklerle doludur. Kovboy filmlerinin gösterildiği siyah beyaz ekranlarda X kuşağının ekran başında kendisini at sırtında bufalo kovalayan bir kovboy ya da ellerinde ağaçtan bozma ilkel mızraklarla avcılık yapan Kızılderilileri kurşun yağmuruna tutan Texaslı karakterler ile özdeşleştirmesi, yabana atılacak bir ruh hali değildi.

Ahlaksızlık ve her türlü çürümüşlüğün kol gezdiği “Zenci barlarına” dadanıp hepsini yere seren “Beyaz aktör”lere duyulan sempati, hatta kurulan empati, yabancısı olduğumuz manzaralar değildir.

Buna bir de farklı akademik ünvanlara sahip içimizdeki aydın tabakasının olayları yorumlarken Amerikan medeniyetine hayranlıklarını gizleyemeyecek yaklaşımlar sergilemesi, her şeye rağmen güç ve otoritesinden dem vurulmasını da ayrıca eklemek lazımdır.  

Ayırımcı uygulamalara karşı ortaya konan her tepki elbette değerlidir. Bu tepkinin modern ırkçılığın kalbi Amerika’da ortaya çıkması daha da değerlidir. Ancak nüfusa oranla verilen tepkinin çapı, tepkiyi çok da abartmaya gerek bırakmamaktadır. Haklı taleplerin sırtına bindirilen farklı ajandalar da ne yazık ki günümüz dünyasının vazgeçilmez bir kuralı haline gelmiştir. Irkçılığa ve sosyal adaletsizliğe karşı ortaya çıkan Amerika’daki bu ses de işleyen kuraldan bağımsız değildir. Yaklaşan seçimlerden dolayı tepkiyi bir yönüyle Demokratların Cumhuriyetçilere karşı mevzi kazanmasına indirgeme çabaları gözlerden kaçmazken, pandemi sürecinin küresel bir kırılmaya yol açtığı bu dönemde sokağın öfkesini ulusalcı – küreselci çatışma zeminine kaydırma çabaları da kendini göstermektedir.

Bütün insanlar eşit yaratılmışlardır, onları yaratan Tanrı kendilerine vazgeçilemez bazı haklar vermiştir…” tespitinin bildirgede yer almasına karşın Amerika’da “Vazgeçilemez haklar” hiçbir zaman tesis edilemedi.

Vazgeçilemez haklar tesis edilemediğine göre bildirgedeki şu cümle temennimiz olsun: “Herhangi bir hükümet şekli, bu amaçları tahrip eder bir nitelik kazanırsa, onu değiştirmek veya kaldırmak… o halkın hakkıdır.”