• DOLAR 34.601
  • EURO 36.687
  • ALTIN 2917.66
  • ...

Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’ye karşı ABD’nin giriştiği suikast terörizmi sonrası bölgesel koşullar yepyeni bir sürecin kapısını araladı.

“İrancı-Trumpçu” cedelleşmesinin oluşturduğu yeni yapmacık gündemlerin peşinden sürüklemek, ne yazık ki önümüzdeki süreçte çok farklı gelişmelere gebe görünen yeni koşulları sağlıklı bir şekilde düşünmeyi ıskalayan kalın bir perdeye dönüştürülmek istenmektedir.

Evvela şunun altını çizmek gerekir ki, halen askeri anlamda çok güçlü olmasına karşın Amerika eski Amerika değildir. Bilmem kaçıncı filonun start almasıyla iktidarların kanatlarının kırıldığı, arkasından ihtilallerin yaşandığı devir geride kaldı. BM ve benzer uluslar arası kuruluşları by-pass ederek Irak gibi bir ülkeyi işgal etmek için yüzbinlerce askerini yığdığı günler artık geride kaldı. Think tank kuruluşlarında çizilen darbe, imha, işgal senaryolarının birebir uygulanabildiği günler de geride kaldı.

Bunu anlamak için “Büyük Şeytan”a karşı diklenmenin adet haline geldiği bölgesel bazda oluşan koşulları uzun uzadıya irdelemek yerine, bir NATO üyesi olarak Türkiye’de 12 Eylül ile 15 Temmuz karşılaştırmasını göz önünde bulundurmak bile yeterli olacaktır. 

Kasım Süleymani suikastı ile birlikte açığa çıkan birkaç kritik noktaya dikkat etmekte yarar vardır.

Öncelikle Ebubekir El Bağdadi suikastı sonrası televizyon ekranlarında beliren Trump’un konuşma tarzını, dilinden jest ve mimiklerime vuran ekabir tavrını, cühela timsali bir kovboyu dahi sollayan hakaretvari sözlerini hepiniz hatırlarsınız.

Hatta biraz daha geriye gidersek, bir ülkenin cumhurbaşkanı olarak Tayip Erdoğan’a gönderdiği küstahlık üstü meşhur mesajını da hatırlarsınız.

Kasım Süleymani suikastı sonrası ise aynı ekabirlik nüvesi Trump’un bu kez takındığı sufli tavra dikkat ediniz. Irak’taki işgal üslerinden bazılarına yönelen İran füzeleri sonrası basın önüne çıkıp saldırı tehditleri sıralaması beklenirken ilkin bunu ertelemesi, sonra ise kameralar önünde ekibiyle oluşturduğu “Tokatlanmışlık” görüntüsü hayli dikkat çekiciydi. Nefes nefese yapılan bir açıklamanın telaşı, arka fonda savaş kabinesindekilerin mahcup suratlarından kendini belli ettirmekteydi.

Sonrası ise NATO-ME diye bir şey ortaya attı ki, bizdeki “Amerikan karşıtları”nın belki de kavramayacağı bir gelişmeye işaret etmekteydi. Kendi içerisinde tartışmalara ve cedelleşmelere boğulan NATO’ya Ortadoğu denklemi için rol biçmek, oluşan yeni denklemde Amerikan yetersizliğinin bir başka izahatıydı.

Bugüne kadar Amerikan işgal üslerine yönelen çok sayıda saldırı gerçekleşti. Bu saldırıların ortak noktası, saldırıların herhangi bir ülke tarafından yapılması yerine farklı adlar altındaki örgütler eliyle gerçekleştirilmiş olmasıydı. Neticede Amerikan savaş makinası, ülkeleri böyle bir adım atmaktan doğal olarak imtina ettirmekteydi.

İşte bu kuralı bozan ülke olarak ilk kez İran ortaya çıktı. Danışıklı dövüşmüş, kimse ölmemişmiş, boşmuş, fosmuş vs. bu tür iddiaların tümü hikayedir. “Vururum” söylemleri bile Kuzey Kore lideri gibi birini alkış tufanına boğmaya yettiği bir ortam oluştururken İran’ın füze saldırılarının oluşturduğu sembolik anlamı boşa çıkarmak psikolojik harp teknikleri yönünden Amerikalıları anlaşılır kılar, ama Amerikan karşıtlarının aynı psikolojik harbi “Coppy-Paste” yapmalarının İslam dünyası ve Müslümanlar açısından hiçbir anlamı bulunmamaktadır.

Trump, Amerikalıları bekleyen bölgesel tehlike karşısında NATO’yu Ortadoğu’ya sürme niyetini ortaya koyarken, Müslümanlara düşen görev ise Amerikan işgal ve sömürü gücünün bölgede çatırdamaya başladığının bilincine varmalarıdır.

Yine sembolik bir anlam olarak Irak parlamentosunun aldığı Amerikan askerlerinin Irak’ı terk etmesi kararı var ki, bu hem bir cesaret örneğidir, hem de önemli gelişmelere işaret etmektedir.

İslam dünyasının siyasi, ideolojik, etnik, mezhepsel gibi faktörler itibariyle yaşadığı iç karmaşa, güllük gülistanlık bir tabloya tekabul etmediğinin herkes farkındadır. Ancak buluşabilecekleri ortak noktalara dönmek herkes için kaçınılmazdır.

En kritik anlarda “Müslüman” üst kimliği ortak noktasında buluşabilmek varken ırk, mezhep, çıkar, ekol, aidiyyet farklılıklarını ön plana çıkarmak, Kostantiniyye kapılarına dayanan Fatih’in ordusu karşısında meleklerin cinsiyetini hararetli tartışmalara çeviren Bizans rahiplerinden rol çalmaktan farksızdır.