• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

BM’nin bazı yerlerde “Kadın cinayetleri” üzerine yaptırdığı araştırma sonuçları sonrası yayınlanan raporda çok ilginç bir tespite yer vermişlerdi geçen aylarda: “Kadın için en tehlikeli yer evidir!”

Herkesin kabul ettiği şöyle bir sosyolojik tespit vardır: Bir toplumu yok etmenin yolu, aile kurumunu ifsad etmekten geçer.”

Her halde aile kurumunu yok etmenin ilk adımı da kadını ifsad etmekten geçmektedir.

Toplumlarda kadın ve erkek farklı rollere sahiptir. Kimi durumlarda bazı roller paylaşılabilse de erkek veya kadını asli rollerinden arındırmak ifsad çabalarının belkemiğini oluşturmaktadır. Bugün uluslararası destekli organizasyonlar vasıtasıyla toplumsal bünyeye açılan savaşın odak noktasını tam da burası oluşturmaktadır. Özellikle kadın üzerine yoğunlaşan sinsi organizasyonlarla kadınların sahip olduğu asli rollere savaş açılmakta, böylece kadını kadın olma vasfından utanılır hale getirmeye çalışmaktadırlar.

Mesela “Annelik” vasfı şüphesiz ki bir kadın için olmazsa olmazlardandır. Sinsi saldırıların en büyük hedefi olan da kadının annelik vasfıdır. Annelik rolü zedelendiğinde aile mefhumu ortadan kalkar.

Aslında bugün uluslararası mekanizmalarla yürütülen “Kadına karşı savaş”ın bu denli sistematik hal alması, sadece bugünün sorunu değildir. Bugün yaşananlar karşısında oluşan acziyetin büyüklüğü, sorunu daha fazla görünür hale getirmektedir.

Tarihsel bağlamda meseleye baktığımızda ise işin özü şu şekilde karşımıza çıkmaktadır:

 “Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar…”(9/67)

Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar…”(9/71)

 Tabloya bu perspektiften baktığımızda, “Bazısı bazısından olan münafık erkek-kadın” medeniyetinin ürettiği sosyal, ekonomik ve psikolojik buhranlar sonucu daha fazla yaygınlaşan ve bir türlü önüne geçilemeyen kimi şiddet ve cinayet vakaları üzerinden yürütülen devasa kampanyaların nihai hedefi kendini ele vermektedir.

 Kadına karşı geliştirilen kadını kadınlıktan arındırma çabaları, batı toplumlarını sosyal buhranların pençesine teslim etmiştir. Öyle ki annelik rolünü icra etmek artık batıda küçümsenemez maddi teşviklerin sebebi haline gelmiştir. Aile kurumu dibe vurmuş, meşru evlilik yerini gayri meşru ilişkiye bırakmış, bunun sonucunda doğurganlık oranı endişe verici bir hal almıştır.

Genç nüfus oranının giderek düşmesi ve mevcut nüfusun giderek yaşlanması, batı için toplumsal bir güvenlik tehdidi halini almış durumdadır.

“Münafık erkek-kadın medeniyetinin” yaşayarak test ettiği bu tehdit, ne yazık ki şu sıralar “Kadın ve şiddet” olgusu üzerinden İslam dünyasına pazarlanmakta, beynelmilel organizasyonlar ve devasa finansman teşvikleriyle desteklenen batı medeniyetinin içimizdeki “Uçbeyleri” vasıtasıyla yıkım faaliyetleri devasa bir tehdide dönüştürülmüş bulunmaktadır.

Özellikle Türkiye’de malum sözleşme ve dayanağı olan kanunun devlet güvencesiyle uygulamaya konulması, felaketin bir başka boyutuna ayna tutmaktadır. Ülkenin Cumhurbaşkanı yıllardır genç nüfusun önemine binaen her aileden en az üç çocuk beklentisini her fırsatta dile getirirken, diğer yandan toplumsal geleceği dumura uğratacak sözleşme ve kanunların yine bu dönemde uygulama alanına konulması, izahı mümkün olmayan bir çelişki olarak önümüzde durmaktadır.

Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İİT Sosyal Kalkınmadan Sorumlu Bakanlar Toplantısında yaptığı konuşma her ne kadar kapımıza dayanan tehlikeye dikkat çeken bir yöne sahip olsa da, tedbir anlamında mezkûr sözleşme ve kanun hakkında herhangi bir teşebbüste bulunulmamış olması, ayrı bir çelişki yumağı olmaktadır.

“Müslümanlığımızın en önemli alamet-i farikalarından biri de, aile kurumumuzun gücüdür. Bugün geleceğini tehdit altında gören toplumların tamamının da ortak özelliği, aile kurumunu zayıflatmış, çarpıtmış ve ifsat etmiş olmalarıdır. Gelinen noktada, hiçbir teşvik, hiçbir maddi destek, hiçbir telkin, bu tür ülkelerin aile kurumlarını yeniden ayağa kaldırmaya yetmiyor. Çünkü temel çökmüş durumda. İslam ülkeleri olarak aile kurumumuza ne kadar sahip çıkarsak, geleceğimize de o derece güvenle bakabiliriz. Kendi ülkem başta olmak üzere, bu konuda hepimize çok önemli görevler düşüyor. Güçlü aile yapısının güçlü toplum demek olduğunu, bunun da hep birlikte güvenli geleceğimiz anlamına geldiğini tekrar tekrar hatırlamalıyız”

Hepimizin onaylayacağı bu sözler, Cumhurbaşkanına ait. Daha düne kadar mevcut sözleşme ve kanun üzerinden yıpratılmaya çalışılan aile kurumunun önemine dikkatler çekilirken “Bunların hedefi sayın Cumhurbaşkanımız ve ailesidir” şeklinde akıl almaz tepkiler ortaya koyan şaklaban takımı bunu nasıl yorumlar bilinmez.

Bu konu artık sayın Cumhurbaşkanının da gündeminde olduğuna göre, aile ve toplumun selameti açısından somut adımların atılması gerektiği, ötelenemez bir beklentiye dönüşmüştür.