• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

En sonda söylenecek sözü en başta söyleyelim; 1979 yılında gerçekleşen İslam inkılabından bu yana süren Amerika/israil kaynaklı komploların beraberinde getirdiği son gerginlik dalgası, komplo süreçleri içerisinde final konumundadır.

Finalin galibi, kırk yıllık mücadele sürecinin tartışmasız galibi olarak da tarihe geçecektir.

Şimdi son duruma bir göz atalım.

Aslına bakılırsa uzun bir süre İran’la yaşadıkları problem, inkılap sonrası İran’ın varlığını kabul edip etmeme üzerine kuruluydu. İran’ın bölgesel bazda uyguladığı derinlikli politikanın kökleşmeye başlaması ve nükleer faaliyetlerle beraber silah sanayiinde kat ettiği mesafe, bu kez problemin şekil değiştirerek bölgesel etki alanının daraltılarak İran sınırlarına hapsedilmesi ve nükleer/savunma/silah gücünün sınırlandırılması çabalarına dönüştü.

Yaşadıkları problemin ilk evresi bu şekilde İran’ın galibiyetiyle sonuçlanırken, şu anda savaş tamtamları üzerinden yaşanan ikinci evrenin sonuçlanma şekli, bölge genelinde etkisini yıllarca hissettirecek fiili bir durumu beraberinde getirecektir.

İkinci evre problemin niteliği, İran ile P5+1 ülkeleri arasında imzalanan nükleer anlaşma ile büyük oranda çözüldüğü sanılmıştı. İmzalanan anlaşma, taraflarca uzun uğraşlar sonucunda kabul edilirken, bu anlaşmadan memnun kalmayan iki ülke vardı; Suudi krallığı ve israil. Yönetim değişikliğiyle işbaşına gelen Trump yönetimini anlaşmadan çektirip yeniden savaş pozisyonuna getiren de yine Suud krallığı ve israil faktörü olmuştur.

Bunca tamtamlar gündemdeyken gerçekten de bir savaş çıkar mı?

Suud ve israil ikilisi, ne pahasına olursa olsun Amerika’nın öncülük edeceği kapsamlı bir savaştan yanadırlar. Beyaz Saray’da Trump’u çevreleyen israil yanlısı grup da aynı çabanın içerisinde bulunuyor. Oysa sahadaki şartlar ve Amerika’nın şu andaki durağan halini göz önüne alan Trump ve Amerikan ordusu aynı iradeye sahip görünmüyor. İran ise doğrudan yaşanacak bir cephe savaşından yana değil ve savaşmak yerine süreci başka türlü saiklerle idare etmeyi kendisi açısından daha uygun görüyor. Kısacası tahrik edilen olası savaşta doğrudan çarpışacak taraflar savaştan yana değiller iken, sahnenin gerisinde duran tahrikçi ülke ve odaklar acilen savaş çıkarmaktan yanadırlar.

Bu tablo, havada uçuşan savaş söylemlerinin aksine olası bir savaşı zayıf olasılıklar arasına koyuyor. Doğrudan savaş yerine ekonomik ve siyasi ambargoları olabildiğince sıkılaştırarak içeriden rejim devirecek ayaklanmalar çıkarmak veya en azından İran’ı daha fazla taviz vereceği yeni bir anlaşmaya mecbur bırakmak. Son süreçte bölgeye uçak gemisi, deniz filoları sevk etmek ise savaştan ziyade taviz koparmak için saldırı aparatlarını baskı aracına dönüştürme gayretlerine benzemektedir.

Ekonomik ve siyasi ambargolar İran içerisinde acı reçeteler beraberinde getirse de ne Amerika ve israil’e karşı siyasi duruşunda, ne de bölgesel politikasında şimdiye kadar İran’a geri adım attırabilmiş değil. Hatta Obama yönetiminin defaatle yaptığı doğrudan görüşme talepleri İran cephesinde cevapsız bırakıldığı gibi, iddialara göre Trump’un bu yöndeki teklifleri de karşılık bulmuş değil.

İran içerisinde siyasi kanat, ambargolardan kaynaklanan ekonomik sıkıntılardan kurtulmak adına bazı siyasi manevralardan yana olduklarını zaman zaman gösterseler de devrimle özdeşleşen kurumlar buna kesinlikle yanaşmamaktadırlar. Son zamanlarda Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani bu yönde bazı serzenişlerde bulunurken dini lider Seyyid Ali Hamaney’in “Amerika ile müzakere masasına oturmak zehir içmekten beter” açıklaması, Trump’un çokça arzuladığı müzakere ihtimalini tamamen ortadan kaldırmıştır.

Yanı sıra savaş filolarının Körfez bölgesine sevk edilmesi, şahin kanadın savaşçı söylemleri ve bu konunun medya mecralarında ele alınış biçimi, dünyada büyük bir savaşın her an başlayabileceği şeklinde bir algı oluşturmaktadır. Savaş algısı her tarafı sarmışken Amerikalıların Irak ve Körfez bölgesindeki askeri üslerinin teyakkuza geçirilmesi, İran bağlantılı askeri grupların herhangi bir çatışma ihtimali oluştuğunda Amerikalılar için oluşturacakları olası tehlikeye bağlanmaktadır.

Pompeo’nun herhangi bir savaş istemedikleri mesajının İran’a iletilmesi için Irak başbakanını ziyaret etmesi, savaş çığırtkanlığı yapan BAE ve Suudi gemileri ile petrol istasyonlarına yapılan saldırılar ile bu cepheye verildiği düşünülen mesajlar, ayrıca caydırıcılık açısından not edilmesi gereken önemli noktalardandır.

Şu soru da önemli; Savaş iradesi yok ise Körfez bölgesine gönderildiği açıklanan uçak gemisi ile deniz filoları ne anlam ifade etmektedir?

Yapılan haberler, Beyaz Saray kaynaklı söylemler bölgeye gönderilen savaş aparatlarıyla Körfez’in tipik bir barut fıçısı olduğu ve çatışmaların elinin kulağında olduğu algısı hakim.

Son olarak İran medyasına durumla alakalı açıklama yapan İranlı bir askeri kaynağın açıklamaları ise, oluşan algının tam tersini ifade ediyor.

Askeri yetkilinin son durumla ilgili sözleri şöyle:

“Abraham Lincoln uçak gemisi Arap Denizi’nde durdu ve Fars Körfezi’ne gelmedi. Diğer savaş gemileri de Fars Körfezi’ni terk etti, körfez şu anda her zamankinden daha tenha. Dolayısıyla Amerikalıların filo gönderdikleri yalandır… Amerika’nın bölgedeki askeri hareketliliği bölgedeki kendi birliklerinin güvenliğini sağlamaya yönelik. Amerikalılar tarafından dile getirilen diğer konular iç ve dış kamuoyunu etkilemeye yönelik bir psikolojik savaştan ibaret. Askeri istihbarat verileri çerçevesinde bugünlerde düşman medyasında ve Amerika’ya bağımlı bazı devletlerde bölgedeki ABD’nin askeri hareketliliği ile ilgili yansıtılanların hiçbir operasyonel değeri yoktur. Amerikan ordusunun kara, deniz ve hava birliklerindeki durum, şu gerçekliği anlatıyor: Onlar savunma pozisyonunda ve kendi güçlerini muhtemel bir tehlikeye karşı koruma konumunda bulunuyor.” 

Şayet Amerikalılar sahne gerisinde duran malum krallıklar ve siyonist lobilerin baskılarına yenilmezlerse oluşan algının aksine herhangi bir savaş ihtimali oldukça düşük görünüyor. Sahne gerisi lobilerin tahrikleri ise olasılığı sıfırlamıyor.