• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Kim bilir, belki de Putin-Erdoğan-Ruhani üçlüsünün kısa süre önce verdikleri ortak pozlar olmasaydı, gerçekse şayet belki de Duma`da “Kimyasal gaz” kullanılmaz, ABD-İngiliz-Fransız savaş konsorsiyumu Suriye hedeflerine karşı harekete geçmezdi.

Suriye sahasında yaşanan durum, bölgesel ve küresel güçler arasında bariz bir üstünlük kurma mücadelesine dönüşmüş durumdadır. Sahadaki fiili şartların ABD eksenli güç odaklarının aleyhine dönmeye başlamasından sonra Astana ile başlayıp Soçi ile devam eden diplomatik ataklar, keza Amerikan bloğunun diplomatik hezeyanına dönüşmeye aday durumundaydı. Hem sahada hem de diplomaside peş peşe yaşanan kayıpların yanı sıra, Putin-Erdoğan-Ruhani üçlüsünün son ortak zirvesi bariz bir meydan okumaya dönüşmüştü. Belki de Batı başkentlerinde zirve bu şekilde anlamlandırılmıştı.

Putin-Ruhani birlikteliğinin Batı bloğu açısından çok da garipsenecek bir tarafı yoktu. Ama Türkiye`nin bu “ortaklık” portresinde yer alması Batı için hiç de hazmedilebilecek bir tablo değildi.

Nitekim Savaş konsorsiyumunun Suriye hedeflerine karşı düzenlediği ilk hamleden sonra Macron`un “Biz bu operasyon ile Türkler ve Rusları ayırmayı başardık” çıkışı, aslında “Kimyasal” bazlı kirli girişimlerin perde arkasına ışık tutacak nitelikler taşımaktaydı.

*          *          *

Devamını Akşam gazetesinden M. Kelkitlioğlu`nun “Macron itirafçı oldu!” başlıklı makalesinden bir alıntıyla sürdürelim:

Suriye`deki kimyasal silah saldırısı ve o saldırıya ABD, İngiltere ve Fransa`nın verdiği ortak tepkiyi gördüğümüzde AKŞAM`ın birinci sayfasına “Bu pozu hazmedemediler” başlığı atmıştık.

Neydi o poz?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya lideri Putin ve İran Cumhurbaşkanı Ruhani`nin Ankara`dan verdiği “Bölgesel sorunların çözümünde birlikte hareket edeceğiz” pozuydu!

Zaten ilk tepkiler, Batı`nın operasyon yayınları olan gazetelerin manşetlerine çok net şekilde yansımıştı.

Amerikan Chicago Tribune gazetesi “Türkiye-Rusya-İran, Suriye`nin geleceğine ABD`siz karar verdi” derken, Washington Post haberi, “Üç ülkenin lideri ABD`yi en önemli diplomasisinden dışlamak için toplandı” diye duyuruyordu.

Fransız Le Figaro, “Rusya ile ittifak kuran Türkiye Cumhurbaşkanı, Batılı müttefiklerinin 5 yıldan beri reddettikleri, güvenli bölge kurulması talebini elde etmek üzere” diye yazdı.

İsrail Haaretz`in yorumu ise Batı bloğunda yaşanan paniğin nedeni gibiydi: Türkiye ve Rusya`nın ilişkisi sağlamlaşırken, ABD Ortadoğu`dan atılıyor!

Sonrasını beraber yaşadık... Doğu Guta`da sivillere yönelik bir kimyasal saldırı gerçekleşti, ardından ‘Suriye`den çıkmayı tartışanlar` birdenbire Suriye`deki mazlumları ‘hatırladı`.

*          *          *

Akşam gazetesi yazarı “iyi” bir noktaya parmak basmış. Oysa füze saldırılarından hemen sonra Türkiye`nin en üst noktadan duyduğu “memnuniyet” ve Rus-İran ittifakıyla girişilen ilişkiler ilginç bir tezat oluşturuyordu. Hem Cumhurbaşkanı, hem Başbakan, hem de Dışişleri Bakanı düzeyinde Amerikan-İngiliz-Fransız saldırısına karşı takınılan destekleyici tutum, öbür taraftan Macron`un “Türkleri Ruslardan ayırmayı başardık” açıklamasına verilen resmi tepkiler açıkçası kafaları bulandırmaya başladı. Amerika`nın “muhteşem dönüşü” mü Türkiye`yi etkiledi; Yoksa iki süper güç arasında yaşanan krizde ortamı idare etme yoluna mı gidildi, şimdilik meçhul gibi.

Şöyle bir durum da var;

Hükümet cenahında olduğu gibi, hükümetin bir tür sözcülüğünü yapan basın organları arasında da Amerikan saldırısına karşı açık tezatlar ortaya çıktı. Kimisi “Katil Esad” formasyonuna geri dönerek operasyonu alkışladı, kimisi de karşı pozisyon takınarak Amerikalıların samimiyetini sorgulamaya devam etti.

Hatta hükümete yakın kimi yazarlar, hedefin Türk-Rus ilişkisini bozmak olduğunu, bunun başarılması halinde ne Fırat Kalkanı bölgesinde ne de Zeytin Dalı bölgesinde Türkiye`nin rahat davranamayacağını belirterek “Büyük tuzağa” dikkat çektiler.

Türkiye`nin Amerikan operasyonunu destekleyici tavrının önümüzdeki süreçte Rusya cephesinde ne tür yankılarının olacağını zaman gösterecek. Ama Amerikan operasyonuna karşı gelişen tezat tavırlar, devlet mekanizması içerisinde Atlantikçi ile Avrasyacı bakış açısının kıyasıya bir mücadele halinde olduğunu gözler önüne sermektedir.