• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Kendi bunalımında boğulan Suriye, bir yönüyle bölgesel bunalımın merkezi; diğer yönüyle uluslar arası bunalım merkezlerinin merkezlerinden biri durumunda.

Bölgesel bunalım merkezine dönmesi, neredeyse tüm bölge ülkelerinin dış politikasının belirlendiği ana etkenlerden birisi olması sonucunu doğuruyor.

Bu bağlamda Türkiye`nin Afrin operasyonu ve YPG meselesi karşısındaki tutumu, İran`ın Suriye`ye dönük faaliyetleri, Suudi ve kimi Körfez yandaşlarının müdahaleleri buna verilebilecek örneklerden bazılarıdır.

ABD ve küresel çaptaki müttefikleri ile Rusya`nın bu sahada yürüttükleri aşırı rekabetçi çabalar ise sorunun vardığı uluslar arası boyutun özeti gibi.

Zaten şu sıralarda olduğu gibi genellikle Suriye tartışmaları hep adı sanı zikredilen söz konusu bölgesel ve uluslar arası aktörler üzerinden tartışılmaktadır. Bunların yedeğinde bahse konu olan türeme örgütler ise işin tuzu biberi mahiyetinde.

Ancak şöyle bir durum da var; Suriye`de olup bitenlere etki eden ya da etkilenen faktörler her zaman yorum ve analizlerin merkezinde iken ıskalanan çok büyük bir faktör vardır. O da israil denen beladan başkası değildir.

Ortadoğu`nun genelinde olduğu gibi Suriye`de de genellikle ıskalanan israil gerçeği, emperyalizmin geniş müdahaleci misyonunun gizlenmesine, bunun yerine farklı noktalarda lokal düzeyde cereyan eden dramatik olaylar büyük resmin yerine ikame edilmektedir. Bundan dolayıdır ki söz konusu IŞİD, Nusra, YPG, ÖSO vs ile Halep, İdlib, Rakka, Şam, Doğu Guta gibi yerler üzerine bir çırpıda sayfalarca yorum-analiz dizecek kadar “birikimli” olan nice azametli analistin, Suriye olayları bağlamında israil`in etkisi üzerine bugüne kadar dişe dokunacak kadar bile herhangi bir iç açıcı yorum veya analiz yaptıkları pek vuku bulabilmiş değildir.

Mesela son süreçte Netanyahu`nun içine adeta ateş düşmüştür.

Bir gün Lübnan`ı, diğer gün, Gazze`yi, öbür gün İran`ı, başka gün başka merkezleri tehdit ederken, Moskova ile Washington arasında mekik dokumaktan ayaklarına kara sular inmiş durumdadır.

Kremlin ile Beyaz Saray arasında otomatiğe bağlanan telefon diplomasisinin haddi hesabı yoktur. Kimi zaman dünyayı yakacak zannedilen boynundan büyük savaş tehditleri, kimi zaman Kremlin ile Beyaz Saray duvarlarını “Ağlama duvarı”na dönüştürecek kadar mağduriyet ve mazlumiyet tufanı koparmaktadır.

İsrail faktörünü, dolayısıyla Suriye üzerinden gözetilen israil`in etki derecesini belki de gizlemek adına olup biten mezalimden dolayı hiçbir surette israil`i sorumlu tutmayan mahfiller, acaba son süreçte güç dengelerinin değiştiği Suriye sahası karşısında israil`in yaşadığı bu denli devasa paniğe bir izahat getirmeyi düşünecekler midir?

Şam`ın düşmek üzere olduğu zamanlarda gıkını bile çıkarmayan ve adeta ölüm sessizliğine bürünen israil, ne değişti de belli süreçlerden sonra zıplamaya, kırk kilometre derinlikli bir tampon bölge oluşturmak için Washington`un kapılarına dayanmaya başladı?

Türkiye`nin Afrin operasyonuyla hedef aldığı YPG için “Dikkatimizi dağıtıyor”, “IŞİD`le mücadeleyi” sekteye uğratıyor” diyen Amerikalıların durumunu biliyoruz. Peki, israil bu konuda ne düşünüyor? Bununla ilgili yorum yapanlara hiç rastladınız mı?

Türkiye`nin Afrin operasyonunu eleştirebilirsiniz, ancak YPG`ye biçilen bir sonraki misyon için Amerikalıların “Endişelere” gark olduğunu, bu endişelerin aslında israil`in taşıdığı endişelerin bariz bir izdüşümü olduğunu iddia etmek güç olmasa gerek.

Hülasa; dış müdahalecilik ve bunun yol açtığı tüm komplikasyonların odağında israil`in gözetilen güvenliği ve menfaatleri bulunmaktadır. Yaşanan çatışmalar, dönen manevralar, ABD, AB ve BM gibi kurumların belli aşamalarda belli noktalar üzerinden kopardıkları fırtınalar, yaptıkları diplomatik ve askeri manevralar takip edildiğinde bu çabaların tümünün israil`in menfaatleri ortak noktasında kesiştikleri gözlerden kaçmamaktadır.