Siyasette Yalanın Vebali
“Şimdiye kadar yapılanın on katı metro yaptık.”
“Hamas’a hiç terör örgütü demedim.”
“Gemiler, işgal rejimine değil Filistin’e gidiyor.”
“Şunlar, siyasette dini kullanıyorlar ve işbirlikçiler.”
Yalanın tarifi ve türleri ile ilgili ciddi makaleler yayınlanmış ve ilginç tespitler yapmışlar. Kötülük kastıyla ve kişinin kendi çıkarını önceleyen, sonuçları tehlikeli çarpıtmalara siyah ya da gerçek yalan, kısmen doğruluk içeren ve güya zararsız sanılanlarına beyaz yalan, siyah veya beyaz arasındakilere de gri yalan diyenler olmuş.
Kimin yalanla ilgili ne yazdığından önce bizim için esas olan Kur’an ve Sünnetin bu konuda ne dediği.
Hem yalanın azı çoğu yahut akı karası değil, hangi mevzuda, nerede, ne zaman ve kim tarafından söylendiği önemli. Din alanında uydurulan bir yalan herhalde küçük görülemez. Yine bir millet ve topluluk hakkında söylenen yalan da sıradan değildir.
Bediüzzaman Hazretleri İslam Aleminin geri kalma sebeplerinden birini de “doğruluğun siyasi sosyal hayatta ölmesi” şeklinde tespit eder.
“Filistin’liler toprak sattı” yalanını meşhurlara söylettiler. Sonra yaydılar. Ve bunu basit gördüler. Ve bununla katillerin ekmeğine yağ sürdüler.
“Siz onu (iftirayı) dillerinizle aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağzınızla söylediniz ve bunu kolay sandınız; oysa o Allah katında çok büyük bir suçtur.” (Nur 15)
Hamas’a “terör örgütü” demenin de öyle rasgele sonuçları olmayacağını herhalde bilmiyor olamazlardı.
Üstelik 6-8 Ekim 2014 yılında kurban eti dağıtan gençler hakkında, “bunlar İŞİD’çi” diye yalan uyduranların işlenen vahşetteki rolleri henüz hafızalarda yerini koruyorken..
Her seçim öncesinde bol keseden verilen sözler konumuzun dışında. Çünkü bunu sonradan izah etmek kolay. Köprüyü geçince “imkanlar, şartlar elverdiğinde” diye geçiştirmek mümkün. Ya da “her çiftçiye bedava traktör” vadetseler bile sonradan “bunu çarpıcı olsun diye söyledik” diyenler bile çıkabilir.
Fakat yarınlarda yalana ve yalancıya yer olmayacak. Bunu en başta Müslümanlar bilir.
Filistin’lileri zalimlerin eline bırakmak yetmezmiş gibi bir de “elimizden hiçbir şey gelmez” diyenlerin Yemen ve Güney Afrika gibi ülkelerin yaptıkları karşısında inandırıcılıkları sorgulanmaz demek de yalan sayılmaz mı?
Ülkenin çıkarları için düşmana karşı yalana ruhsat bulunur da, mazlumu felaketten çıkarmak için belli doğrulara neden ruhsat bulunmaz.
Velhasıl imanın sıdka/doğruluğa, küfrün ise yalana/iftiraya dayanması, konuyu sadece ahlakın değil itikadın da merkezine almaktadır. Başka birtakım günahlar işlese de müminin asla yalan söylemeyeceğini ifade eden Hadis-i Şerif gibi birçok Nebevi uyarı, insanların ayarının, yalanla aralarındaki mesafeye göre ölçülebileceği anlamına da gelir.
Yalan sadece dille söylenmez. Gözlerle söylenir, elle ayakla söylenir. Yaşam tarzıyla, taklitle ve eserle söylenir.
Filistin’liyi, bugün işgal rejiminden daha fazla kahreden şey, kardeşlikleri yalan çıkanların kendilerini acı acı izlemesi değil midir?
Sadece Gazze’li çocukların değil tüm dünya çocuklarının, dost bilinen ülkelerin birbirine sahip çıkma iddialarının kocaman bir yalandan ibaret olduğuna dair kanaatleri bu saatten sonra nasıl değişebilir?
İçinde “kırmızı çizgimiz” geçen sloganların ham olmadığına, kim kimi şimdi nasıl inandırabilir?
“Bekleyin” diyenleri bundan böyle kim niçin bekler?
Bunca yaşananlardan sonra umut verenlere hakikaten kim kulak verir?
Ne buyurmuştu Allah Resulü(sav): “Tehlike bile görseniz doğruluktan ayrılmayın. Zira kurtuluş doğruluktadır.”
Yalanla kazanılan bir güvenliğin de makamın da, maddiyatın da hayrı yoktur, bereketi yoktur, güzel akıbeti yoktur.
Hak Teala doğruluktan ayırmasın.