Sistemin Alternatifi Olmak
Devlet, sistem ve rejim kelimeleri, bilinçli bilinçsiz birbirinin yerine kullanılıyor.
Devlet: Toprak bütünlüğü temelinde yetkileri tanımlı millet veya milletler topluluğunun meydana getirdiği bir disiplindir.
Sistem: Millet üstü veya millet altı siyasal toplulukların hukuksal ve/ya da siyasal gerçeğini oluşturan ve aralarında karşılıklı etkileşim bulunan öğeler bütünüdür.
Rejim: Devlet idaresinde egemenliği kimin nasıl kullanacağını belirleyen yazılı ve yazısız kural ve kurumları ifade eder.
Devlet denildiğinde ilk akla gelen sınır, sistem denildiğinde ilk akla gelen anayasa, rejim denildiğinde ilk akla gelen ise monarşi ve demokrasi gibi yönetim biçimidir.
Rejimin padişahlık mı yoksa başka bir şey mi olacağı tartışmaları artık fazlaca demode.
Yalnız “Eğer yeryüzündeki çoğunluğa itaat edersen, onlar seni Allah yolundan saptırırlar.” (En’am 116) ayetinin işaretiyle çoğunluğun niteliği de rejimi belirlemede önem arz eder. Çünkü esas olan yeryüzünde Allah’ın kelimesini yüce kılmaktır.
Yani konu devlet de olsa gaye rızayı ilahiden başka bir şey olamaz. O yüzden en ideal olan hareket tarzı, gücün Hakk’ın emrinde olmasıdır.
Sistem kelimesi de birçok kavram gibi ikinci dünya savaşından sonra siyasette kullanılmaya başlanmış. Ancak cumhuriyet rejiminin dayandığı Kemalist ideolojinin, sistem kavramını bu ülke için çok keskinleştirdiği de bir gerçek.
Türkiye’de yeni rejimle beraber sistem kuranlar, garplılaşmayı, “aleyhinde düşünülmesi ve dahi tartışılması dahi kabul edilemez” diye kodladıkları için “Türkiye Modernleşmesi” diye kendilerince kutsal bir zorunlu süreç uydurdular.
Ne dediler prof, hoca moca diye parlatılıp öne çıkarılanlar:
“Evet sistem kurulurken idam sehpaları kuruldu, Osmanlı hanedanına ve mirasına şu muameleler yapıldı ama bunların hepsi “Türkiye Modernleşmesi” için gerekliydi.
Harf Devrimi yapıldı ve memleketin devasa medeniyet birikimi ile bağları koparıldı ama bu da “Türkiye Modernleşmesi” için zaruriydi.
İsviçre’den, İtalya’dan, Fransa’dan kimi kanun metinleri olduğu gibi alındı, kılık kıyafet, ölçü, takvim vs. şeyler ithal edildi, eğitim öğretim onların tensibiyle dizayn edildi ama bunlar da sonuçta “Türkiye Modernleşmesi” için son derece lüzumluydu.” (Lozanlı gibi oldu ya neyse!)
Darbeler, aslında sistemin ikide bir lastiklerinin patlatılıp servise alınmasıydı. En son 15 Temmuz’da sistem servise alınıp tekrar anglosakson format atılacaktı ki, bir şeyler yolunda gitmedi. Şimdi eski sürüm sistem teklemeye başladı. (Eski sürüm dediysek 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 de güncellenmiş sürümünü kastediyoruz).
Ve gelinen noktada mevcut sistem Batı için ve burada onların güvencesi olan kesimler için şu anda dışardan sürekli yüklenen ek aparatlarla ayakta tutuluyor.
Toplumun sinir uçları sürekli uyuşturuluyor.
Dini hassasiyetleri zayıflatılıyor.
Ahlaki duyarlılıkları gevşetiliyor.
Manevi kayıtları çözülüyor.
Aralarındaki bağlar pasifleştiriliyor.
Doğru okuma ve müstakim düşünceden uzaklaştırılıyor.
İlmin ve marifetin yerine yoz bir popüler kültür oturtularak cehaletin kesafeti artırılıyor.
“Eyvah, ne oluyoruz, nereye gidiyoruz, gençler filan” diye feryad edenler ise güçlerinin ancak palyatif çözümler için çabalamaya yettiğini düşünerek, sadece detayların detayının detayındaki bozulmalara karşı ıslah faaliyetlerine niyetlenebiliyorlar.
O yüzden HÜDA PAR Genel Başkanı Sayın Zekeriya Yapıcıoğlu’nun 19 Aralık 2012’de partisinin 9.kuruluş yıl dönümünde “Yola çıkarken şu veya bu partinin değil, sistemin alternatifiyiz” sözüyle özetlenebilecek konuşması hakikaten şu diyarın sigortası ve reçetesi hükmündedir. (https://ilkha.com/siyaset/yapicioglu-huda-par-siyasi-bir-tecdid-hareketidir-181041)
Velhasıl sistem değişmeden bu ülke için tehlike sinyalleri daha gür çalacaktır.